25-10-2013 05:22

İlk bölüm yayında... Niçin Seyyid Kutub?

Bir kısım Müslümanların `ümmet birliği`nden söz ettiği bir vasatta O, doğru bir tesbit ve teşhisle `ümmetin yeniden inşası`na vurgu yapmış, geleneksel ve modern cahiliyeyi sorgulamaktan ve İslam`ı öncelikle ilk neslin anladığı kaynaktan, Kur`an`dan öğrenmekten söz etmiş, `cahiliyeden ilkesel kopuş` ve `İslam - cahiliye uzlaşmazlığı` vurgularıyla Kur`ani-Nebevi hareket çizgisini yeniden Müslümanların gündemine taşımıştır.

İlk bölüm yayında... Niçin Seyyid Kutub?

Başlarken: Niçin Seyyid Kutub?

Şüphesiz ki Seyyid Kutub (Rabbimizin rahmeti üzerine olsun), ortaya yeni bir düşünce sistemi veya hayat nizamı atan bir filozof değildi. O, yol ve yöntem üreten bir ideolog değil, Âlemlerin Rabbi'nin belirlediği ve Muhammed (a.s.) ile insanlara bildirdiği yol ve hayat nizamının yeniden hatırlanması ve gündem olması konusunda çaba gösteren duyarlı, gayretli, yürekli bir mü'mindi.  

O, seküler/laik ideolojilerin yeryüzünde galebe çaldığı, yegane hak din olan İslam'ın hayat alanlarından koparılarak büyük ölçüde vicdanlara ve mabetlere hapsedildiği (ki mabetlerde dahi vesayet altında tutulduğu) bir zaman diliminde yaşamış bir mü'min olarak, Allah'ın dininin maruz bırakıldığı bu kuşatmaya ve bu kuşatmayı da kolaylaştıran temel faktör olarak asırlara dayalı Kur'an'dan uzaklaşma sürecine itiraz etmiş ve yeniden Kur'an'a dönüş çağrısını yükseltmiştir.

Bir kısım Müslümanların "ümmet birliği"nden söz ettiği bir vasatta O, doğru bir tesbit ve teşhisle "ümmetin yeniden inşası"na vurgu yapmış, geleneksel ve modern cahiliyeyi sorgulamaktan ve İslam'ı öncelikle ilk neslin anladığı kaynaktan, Kur'an'dan öğrenmekten söz etmiş, "cahiliyeden ilkesel kopuş" ve "İslam - cahiliye uzlaşmazlığı" vurgularıyla Kur'ani-Nebevi hareket çizgisini yeniden Müslümanların gündemine taşımıştır.

Bugün içimizden kimileri Kutub'un eserlerini kastederek "O gün için okunmasında fayda bulunan eserlerdi" gibi ifadelerle Kutub'a ve eserlerine müzelik muamelesi yapsa da, bizler Kutub'un Kur'an ve ondan neşet eden Nebevi sünneti esas alan temel tesbitlerinin, İslam'ın evrensel ilkelerinin o güne ve bugüne tercümesinden ibaret olduğunu görüyor ve şayet Seyyid Kutub'un aşılması gereğinden söz edilecekse (ki evet Kur'ani-Nebevi ilkelerin bugüne tercüme edilmesi anlamında aşılmalı, onun yeniden söz konusu ettiği temel ilkelerin hayatla buluşturulmasına yönelik çözümler üretilmeli),  bu Kutub'un altını çizdiği temel Kur'ani-Nebevi ilkelerimizden geriye dönüşü değil, bu ilkeler üzerinde sebat edip yeni sözler ve eylemlilikler üreten bir cehdi ifade etmeli.

Bu düşüncelerle "Yeniden Seyyid Kutub" bölümümüzün faydalı olacağını umuyoruz. Rabbimiz hayırlara vesile kılsın. (İslam ve Hayat)

Sayfa editörünün sunumu:

Biz Müslümanlar için, şehidlerin/şahidlerin yolu, Rabbani hoşnutluğa doğru akan bir nehir gibidir. Bu nehir, etrafındaki toprakları da verimli hale dönüştürür. Hele bu nehrin suyu, kaleme mürekkep olup dile geldi ise, ödünsüz bir şekilde; kararlılığı, netliği, sarsılmazlığı ve istikrarı kitaplara satır ve sadır olmuşsa!

Elbette ki böylesi bir şahitlik sahiplerinin kalemi, yeni nesillerin Allah'ın dinini doğru anlamasında yardımcı olacaktır.

Bu hususta Ahmed Faiz tarafından, şehidimiz Seyyid Kutub'un tefsirinden davetle ilgili temel meselelerin özeti şeklinde kaleme alınmış olan, "Fi Zilâl-il Kur’an'da Davet Yolu" adlı eseri, başlıklar halinde yazı dizisi şeklinde istifadeye sunmayı hedefledik.

Kaynak: Fi Zilâl-il Kur’an'da Davet Yolu, Ahmed Faiz, Çeviri: Ubeydullah Dalar, Seçkin Yayıncılık 

Metinler Darülkitap sitesinden istifade edilerek yayına hazırlanmıştır. 

Nehrin suyundan kana kana içmeye, ilk Kur'an neslinin inşa yolunu Kutub'la birlikte yeniden anlama ve bu izi takip etme çabasına Bismillah diyoruz. (Rıdvan DİNÇER)

Buyurun hep birlikte Seyyid Kutub'un kaleminden okuyalım:

1- DİN

Yolun tümünü bilenden başkası, yol güzergahının tümünü çizemez.Bir dakika sonrasını bile göremeyen insan, bu yolu kavrama yeteneğinden yoksundur. Çünkü insanla ilerisi arasına perde çekilmiştir. Bir adım ötesini bile göremez, öyleyse insan, bu meçhul yolun planını kesinlikle çizemez.

Bu durumda iki çaresi vardır insanın...

Ya çarpılmayı, sapıtma ve serseriliği göze alacak, ya da kainatın yaratıcısından alınan sisteme dönecektir. Allah'ın hiç bir yarattığı - kim olursa olsun - Allah'ın izin verip koyduğundan başka bir kanun koyamaz.

Kulları için kanun koyma hakkı sadece Allah'a aittir. Çünkü bu kainatın tümünü yaratan; noksanlıklardan münezzeh olan Allah'tır. Seçimini kendi yaptığı evrensel yasalara göre kainatı yöneten de ‘’O,, dur.  İnsanlığın hayatı ise, bu büyük kainat tekerleğinin bir yönünden başka bir şey değildir, öyleyse bu hayata hükmedecek kanun, evrensel yasalarla çelişmemelidir.

Şu halde hayat kanunlarını koyma hakkı da evrensel yasaları ilmiyle kuşatan kimse, ona aittir.

Bu sonsuz bilgiyse sadece Allah'ındır. Allah'tan başka her şeyin eksik olduğu; tartışma götürmez bir gerçektir. İnsanlık için hayat kanunlarını koyma görevi, eksikliğe mahkum olanlara verilemez. Bu gerçek günışığı gibi meydandadır. Buna rağmen pek çok kimse bu konuda tartışmakta veya bununla yetinmemektedir.

Kanunlarını; Allah'ın belirlediği kaynağın dışından alan bu kimseler, halklarının iyiliğini düşündüklerini ve yaşam şartlarının gereğini yaptıklarını iddia ediyorlar. Oysa ki,  Allah'tan daha âlim ve adilmişler gibi veya Allah'tan izinsiz yasa koyan ilâhi ortaklarmış gibi kendi katlarından kanun üreten bu kimselerden daha zavallı, Allah'a karşı daha cüretkâr hiç bir canlı yoktur.

"Yoksa dinde onların, Allah'ın hiç bir zaman izin vermediği kanunlar koyan ortakları (şeytanları)var ha!"

Allah'ın beşer için koyduğu kanun, hiç kuşkusuz fıtrat ve yapısıyla uyumlu olacağını bildiği kanundur. Bu kanunla insan ve büyük evrensel yasalar arasında gerçekleşen mükemmel uyumun nedeni budur. Bunların tümünde ana ilkeleri koyan Allah'tır.

Gelişen hayatın getirdiği yenilikler nisbetin de; ama temel ilke ve genel yasaları aşmadan, cüz'î (içtihadi) hükümler çıkarmayı ise insanlara bırakmıştır.

Eğer bu konularda da bir anlaşmazlık olursa, onu Allah'a havale edip çözümlerler.Yani Allah'ın insanlar için koyduğu söz konusu temel ilkelere başvururlar. Çünkü asıl ölçü odur. Beşerin, cüz'î (içtihadi) hüküm ve uygulamalarını ölçeceği esas odur. Bu yolla, yasama kaynağı birlik ve değişmezliğini koruyup, hüküm sadece Allah'a ait olmaktadır. Çünkü O, en iyi hakimdir.

Bu sistemin dışında kalmak ise, Allah'ın şeriat ve dinine isyandan başka bir şey değildir.

Bundan dolayı da en büyük emr-i bi'l-maruf ve nehy-i an'il-münkergörevini yaşatmak gerekiyor.

- En büyük emri bi'l-maruf,Allah'ın hayat nizamını ve egemenliğini tanımaktır.

En büyük nehy-i münker ise, Allah'ın hayat sistemi ve uluhiyyetini tanımayanları reddetmektir.

Temel atmadan bina yapmaya imkân yokturöyleyse dağınık güçler; binaların üzerinde yükseltildiği temeli kurmak için toplanıp bir araya gelmelidir.

Doğrusu müslümanın toplumsal hayatının dayanağı olan temel çökmüşken, olanca güçleriyle ayrıntıların emr-i bil-maruf ve nehy-i an'il münkeriyle uğraşan bazı iyi niyetli kimselere, insanın zaman zaman hayıflanıp ağıt yakası gelmektedir.

Çünkü "asıl toplumsal hayatın dayanağı olan" temel konusunda emr-i bi'l-maruf ve nehy-i an'il-münker yapmak lazımdır.

Mesela, ekonomisinin tümü faize dayalı olup malının tümü harama dönüşmüş ve bireylerinin helâlinden yemesine imkân kalmamış bir toplumda insanları haram yemekten sakındırmanın ne anlamı olur ki?

Bir kere bu toplumun ekonomik düzeni de, toplumsal düzeni de Allah'ın şeriâtine aykırıdır. Çünkü ilâhî şeriâti reddeden bir toplum, Allah'ın uluhiyyetini peşinen reddetmiş demektir.

2- DİN KELİMESİNİN MUHTEVASI

Yüce Allah'ın, rıza ve dileği dairesinde tanımını yaptığı "din"Allah'a ilişkin her tür inanç, demek değildir.

Din, Allah'a ilişkin değişik inanç biçimlerinden sadece biridir.

Bu da kesin ve net olan"mutlak tevhid(ortaksız birleme)biçimidir. Yani insanın, yapacağı ibadetle Allah'ın İlahlığını birlemesidir. Tıpkı kainatta ki diğer yaratıklar gibi...

Gene din, Allah'ın beşer ve tüm kainat üzerindeki sürekli egemenliğini birlemektir. Bu da, her şeyin sadece Allah'la kaim olması demektir. Allah'tan başkasının değişmez ve sabit varlığının bulunmaması demektir. İşte bundan dolayı Allah'ın, kullarından kabul ettiği tek din İslâm'dır.

"Allah katında din, sadece İslâm'dır."(Al-i İmran: 19)

Demek ki, din, sadece İslâm'dır.

Bu durumda din, İlâhî egemenliğe mutlak teslimiyetten ibarettir. Hayatın her şeyi için sadece bu kaynaktan bilgi almak ve bu kaynağın yapısı olan Allah'ın Kitabını hakem kılmaktır.

Öyleyse din, soyut bir dava, belirsiz bir bayrak ve sadece dille söylenen bir kelime değildir.Kalbin hareketsizce barındırdığı bir düşünceden veya kişilerin namaz hac ve oruç gibi vesilelerle yerine getirdikleri alâmet türünden ibadetler de demek değildir. Hayır!..

Bu, Allah'ın insanlardan din diye sadece kendisine teslim olmalarını dilediği İslâm değildir. Çünkü İslâm, teslimiyet demektir.

İslâm, itaat ve bağlılıktır. İslâm, kulların işinde Allah'ın hakem kılınmasıdır.

"Din" kelimesinin muhtevası, en duyarlı biçimiyle aşağıdaki ayeti kerimede belirlenmiştir.

"İşte bu planı Yusuf'a biz öğrettik. Çünkü o, kralın dinine göre kardeşini alıkoyamazdı."(Yusuf:76)

Yani kralın kanun ve nizamına göre...

Görülüyor ki, Kur'an-ı Kerim, kanun ve nizamdan "din" diye söz etmektedir.

İşte yirminci yüzyıl cahiliyesin de tüm insanlardan gizli kalan apaçık Kur'anî muhteva budur.

Hem kendisine "Müslüman" adını takan kimselerin, hem de diğer cahillerin bilmediği bir muhtevadır bu.

Çünkü dini, inanç ve alâmet türü ibadetlerden ibaret gören bu insanlara göre; Allah'ın vahdaniyetine, peygamberlerine, meleklerine, kitaplarına, ahiret gününe, kaderin hayr ve şerrine inanan bir kimse, Allah'ı bırakıp itaat; bağlılık ve hakimiyet hakkı açısından ayrı ayrı rablere tedeyyün etse (boyun eğip, itaatetse)bile Allah'ın dinindendir.

Oysa bu ayete göre "kralın dini" demek, kralın kanun ve nizamı demektir. Öyleyse "Allah'ın dini" de, Allah'ın kanun ve nizamı demektir...

Ne var ki asıl muhtevası sönükleşip donuklaşan"Allah'ın dini", cahiliye kitlelerinin nazarında inanç ve alamet türü ibadetlerden başka bir şey ifade etmemektedir. Ama Hz. Âdem, ve Hz. Nuh'tan, Hz. Muhammed (s.a.s.)'e değin gelen Allah' in dinine göre gerçek böyle değildir.

Çünkü tevhid tarihî boyunca dinin değişmez anlamı; sadece Allah'a tedeyyün (boyun eğip, itaat)etmek, başkasının koyduğu kanunları reddetmek, ilâhlığı göklerde olduğu gibi yerde de Allah'a tahsis etmek ve sadece O'nun insanlara Rabb’lığını kabullenmektir.

Yani sadece Allah'ın, şeriatinin egemenliğini ve emrinin hakimiyetini tanımaktır.

İşte "Allah'ın dininden" olanlarla "kralın dininden" olanların ayrılış noktası da budur. Çünkü:

- birinciler sadece Allah'ın nizam ve kanununu din bilirler.

- Diğerleri ise kralın nizam ve kanununu din diye tanırlar veya Allah'a sadece inanç ve alâmet türü ibadetlerde, başkasına da nizam ve kanunlar konusunda tedeyyün (boyun eğip, itaat)ederek şirke düşerler.

Din konusunda besbelli olan gerçek budur. İslâm akidesinin apaçık gereği de budur.

Halka acıma iddiasında olan kimi insanlar ise bu cehalete mazeret bulma peşindedirler. Sözde onlar "Allah'ın dini" kelimesinin gerçek muhtevasını bilmedikleri için ilahi kanunu hakem kılmıyorlar.

Şeriâti "din" olarak bilmedikleri için direnmiyorlar. Sanki dinin gerçek muhtevasını bilmemeleri, kendilerinin cahil müşrikler olmalarına mazeret teşkil edecekmiş türünden bir iddia...

Sonra ben, bu dinin gerçek anlamını esasından bilmeyen kimselerin bu dinden olabileceklerini düşünemiyorum. Aslında bir gerçeğe inanmak, o gerçeği tanımanın bir parçasıdır. Buna göre eğer halk bir inancın hakikatini bilmiyorsa nasıl olur da onu benimsemiş olabilir?

Muhtevasını temelinden bilmedikleri halde nasıl olur da bu dinden sanılabilirler?

Bu bilmezlik, olur ki onları ahiret hesabından kurtarır. Yahut azaplarının hafiflemesine neden olabilir. Bu durumda onların günah ve kusurları; kendilerine bu dinin hakikatini öğretmeyen âlim kimselerin boynuna atılabilir. Ama bu da, tamamen Allah'a kalmış gaybani bir meseledir.

Cahiliye halkının uhrevi cezası konusundaki tartışma genel bir şeydir. Bunda büyütülecek bir şey de yoktur. Sonra bu konu, yeryüzünde İslâm davetini yapan biz insanları da ilgilendirmemektedir.

Bizi ilgilendiren asıl mesele, bugün için insanların üzerinde bulunduğu dinin gerçeğini tanımlamaktır. Ve bu din de kesinlikle Allah'ın dini değildir. Çünkü Allah'ın dini, apaçık Kur'an ayetlerinin de ifade ettiği gibi Allah'ın nizam ve kanunlarıdır.

- Kim Allah'ın nizamı ve şeriâti üzereyse o, Allah'ın dinindendir.

- Kim de kralın nizam ve şeriâti üzereyse o da kralın dinindendir.

Bunda hiç bir tartışma yoktur.

Dinin anlamını bilmeyen kimselerin, bu dine inanmış olmaları mümkün değildir. Çünkü buradaki cehalet, dinin temel hakikatiyle (aslıyla)ilgilidir. Bu dinin temel hakikatini bilmeyen bir kimsenin, aklen de, vak'â olarak da bu dine inanmış olması imkansızdır. Çünkü inanç; kavrayış ve bilginin bir dalıdır. Bu apaçıktır.

Bizim için en iyisi, Allah'ın dininde olmayan kimseleri çeşitli mazeretlerle savunup, dinin muhteva ve boyutlarını tanımlayan Allah'tan daha acımalı olma çabasını bırakarak, insanlara "Allah'ın dinini" gerçek muhtevasıyla tanıtmaya başlamaktır. Ki bundan sonra onlar da bu dine ya girsin, ya da reddetsinler...

Evet hem bizim, hem de insanlar için en iyisi budur.

Bizim için en iyisidir; çünkü cehaletleri yüzünden bu dini hakikatte benimsemeyen bu bilmez kimselerin vebalinden kurtuluruz. İnsanlar için en iyisi budur.

Çünkü onları "Allah'ın değil, kralın dini üzerinde bulunduklarına" ilişkin somut gerçekle karşı karşıya getirmek lazımdır. Çünkü İslâm'dan habersiz olarak benimsedikleri "kralın dinini" bırakıp "Allah'ın dinini" kabullenmeye yönelik bir harekete geçmeleri böylece mümkündür.

Allah'ın dini davetçilerinin her zaman ve her yerde yapmaları gereken de budur. Çünkü tüm peygamberlerin de yaptığı buydu.

Hiç şüphesiz, İslâm Dini, beşerin arzularını değil, Allah'ın şeriatını insanlara hakim kılar. Mesele de böylece netliğe kavuşur.

- Yani ya Allah'ın şeriatı,

- ya da bilmezlerin arzuları.

Üçüncü bir varsayım yok.

Gerçekte şeriat ile kaypak arzuları birleştiren bir orta yol da yok.

Allah'ın şeriatını bırakan kimse, meydanı arzuların hakimiyetine bırakmış demektir. Allah'ın şeriâti dışında kalan her şey, bilmez kimselerin sarıldığı heveslerden başka bir şey değildir:

"Sonra biz seni, dinde bir şeriat sahibi kıldık. Ona uy. Bilmezlerin heva - heveslerine sakın uyma!" (el-Casiye: 17)

Demek ki, ilâhî şeriat, uymayı hakk eden biricik kanundur. Onun dışında kalan her şey, cehaletten kaynaklanan heva-heveslerdir.

Davetçi kimsenin görevi, tüm heva-hevesleri bırakıp sadece bu şeriâte uymaktır. Heva-heveslere azıcık bile sapmadan şeriatı yaşamaktır.

Sonra heva  perestlerin anti şeriâtçi bir cephede birleşmeleri muhakkaktır. Bundan dolayı şeriat davetçisi, bunların kimisinden kendisine yardım bekleyemez. Ya da onları birbirine bağlayan hevaperestliğe bir umut bağlayamaz.

Bu din, ciddiyetle çalışma dinidir.

Hayata hükmetmek için gelmiştir. İnsanları, Allah'ın egemenliğini gasp etmiş kimselerden kurtarıp, sadece Allah'a kul etmek için gelmiştir. Her şeyin - başka birinin değil - Allah'ın şeriâtine dönmesi, ancak böylece gerçekleşir.

Evet bu şeriat, hayatın tümüne egemen olmak, insanın günlük ihtiyaç ve sorunlarını Allah'ın hükümleriyle gidermek, Allah'ın hükmünü her vak'âya hacmine biçimine ve konumuna göre uygulamak için gelmiştir.

Yoksa bu din, soyut bir biçim veya alamet türü bir ibadet olmak için gelmemiştir.Hayatın gerçeklerinden kopuk, teorik incelemelere kalmış bir şeriat olmak için de gelmemiştir, İslâm, ne sözde kalan bir kelime, ne de pratiksiz bir dua ve ibaredir...

İslâm, dört başı mamur bir hayat sistemidir. Zorluk ve engelleri olan bir sistem...

O, hayat düzenini tevhid kelimeleri üzerinde kuran bir sistemdir.

Bunun da yolu, insanların Hak Rablerinin ubudiyyetine dönüşüdür. Toplumun İlâhî hakimiyet ve şeriâte dönüşüdür.

Allah'ın ilahlık ve egemenliğine saldıran tağutların, azgınlık ve hak saldırganlığının önlenmesidir.

Hak ve adaleti tüm insanlara dağıtmaktır. Halkın arasında sabit ölçülü adaleti ikame etmektir.

Dünyayı onarmak ve yeryüzü hilafetini Allah'ın adına - Allah'ın nizamıyla - yüklenmektir.

Sonra bunların tümü emanettir. Bu emaneti yerine getirmeyen kimse, ihanet etmiş demektir. Allah'a vermiş olduğu söze ihanet etmiş, Peygamberine verdiği biati bozmuş demektir:

"Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine ve emanetlerinize (vebalini)bile bile ihanet etmeyin." (el-Enfâl: 27)

3- DİN KAVRAMI

Şirk veya İslâm'ın niteliklerini belirleme açısından, bu dinin şeriatiyle itikadı arasında hiç bir fark yoktur.Hatta bu anlamda şeriat, itikattan bir parçadır. Daha kısa ifadesiyle şeriat, itikat demektir. Çünkü şeriat, itikadın pratikteki tercümesidir. Bu gerçek Kur'an-ı Kerim'de böylece tecelli etmiştir.

Gerçek şu ki,"din kavramı", bu dinden kimselerin gönlünden uzaklaşmış bulunmaktadır.Düzenli olarak gerçekleşen bu kopuş, çirkin ve barbarca pek çok yöntemin kullanıldığı uzun çağların ürünüdür.

Bugün "hakimiyet" sorunu - bırak bu dine hiç bir değer vermeyen sapıtmış düşmanları - bizzat İslâm'ı savunan kimseler tarafından bile itikattan ayırt edilmiştir. Akideden ayrı bir şey olarak düşünülmektedir. Hakimiyete, akideye duydukları ölçüde ilgi duymayan bu insanlar, hakimiyeti tanımamayı, dinden çıkış saymamaktadırlar. Oysaki bir itikat veya ibadeti tanımayan kimseleri din dışı sayanlar da aynı kimselerdir.

Gerçekte bu din; itikat, ibadet ve şeriati birbirinden ayırmayı reddetmektedir.

Eğitilmiş odakların çağlar boyu süren çalışmaları sonunda "hakimiyet" sorunu, ne olduğu belirsiz bir biçime girmiştir. Bu dinin en yaman savunucuları bilinen kimselerin bile kabullendikleri bir biçime...

Oysa ki bu sorun, Kur'an'ın pek çok ayetiyle üzerinde durduğu sorundur...

Bir putpereste hiç bir sakınca görmeden "müşrik" diyenler, tağutun hükmüne başvuran kimseye "müşrik" diye hüküm vermekten sakınca duyuyorlarsa Kur'an okumuyorlar ve bu dinin özelliğini bilmiyorlar, demektir, öyleyse bu kimseler Kur'an'ın tümünü okusun ve;

"Onlara uydunuz mu, muhakkak ki müşriklersiniz." (el-En'am: 121)ayetini enine boyuna düşünsünler.

İslâm'ı savunan bazı gayretkeşler - farkında olmadan - bu dine eziyet veriyorlar aslında.

Bundan da öte, bu türden anlamsız çabalarıyla İslâm'a büyük bir zarar veriyorlar.

Çünkü insanların kalbinde artakalan inanç enerjisini boşa harcayan bu kimseler, bu cahili şartlara zımnen de olsa şahidlik ediyorlar.

Yani "bu cahili şartlarda da din vardır" diye bir şahidlik...

Sanki bazı terslikleri gidermekten başka, dinî bir eksik yokmuş gibi...

Oysa ki, bu cahili toplumda din, temelinden hayat dışı bırakılmıştır.

Çünkü hakimiyetin - kullara değil - sadece Allah'a ait olduğu toplumsal düzen ve şartlarda yaşamayan din, temelinden kaldırılmış demektir.

Bu dinin varlığı, Allah'ın hakimiyetinin varlığı demektir.

Bu temel bulunmadı mı, din de var olmaz.

Günümüzde bu dinin yeryüzündeki problemi, Allah' in ilâhlığına göz dikip egemenliğini gasb ettikten sonra kendi kendine yasama hakkını tanıyan; mal, evlad ve canlar hakkında mubahlar ve yasaklar koyan tağutların varlığıdır.

Kur'an'ın tanım, açıklama ve etkileme yönleriyle bunca üzerinde durduğu, ilahlık ve kulluk sorununa bağladığı, iman veya küfre, cahiliyye veya İslâm'a dayanak ve ölçü kıldığı asıl problem işte budur.

İslâm'ın içine girdiği "varoluş" savaşı, sadece dinsizliğe karşı açılan bir savaş değildirÖyleyse maksat, gayretkeş kimselerin mücadelesini verdiği mücerred bir dindarlık meselesi değildir.

Gene bu dinin savaşı, toplumsal veya ahlaki fesada karşı yapılan bir savaş da değildir. Çünkü bunlar, varoluş savaşının geri planlardaki parçalarıdır.

İslâm'ın varoluş için sürdürdüğü asıl savaş, hakimiyet savaşıdır. Kimin hakim olacağı savaşıdır.

Bu dinin Mekke'deyken sürdürdüğü savaş buydu. Nizam ve kanunları koymakla ilgilenmeden sadece akideyi inşa etme savaşıydı bu. Akidenin gönüllerde kök salması savaşıydı bu. Çünkü şu hususun gönüllerde iyice yer etmesi gerekiyordu. Hakimiyet, bir tek Allah'a mahsustur. Hiç bir Müslüman bunu kendisine iddia edemez. Hiç bir Müslüman bu iddiada bulunanlara izin veremez. Bu inancın Medine'deki pratik uygulamasına, Mekke'deki bir avuç Müslüman’ın gönlünde kök salmasından sonra geçilebilmiştir.

Öyleyse bu dini savunan kimseler, gerçek din kavramını anladıktan sonra hem üzerinde bulundukları konumu, hem de bu konumun ne olması gerektiğini anlamak zorundadırlar.

Din kavramı, öylesine bir karmaşaya girmiş ki, Müslümanlardan pek çok kimse dinden çıktıklarını fark bile edememektedir:

"... Bu, onları helake uğratmak ve dinlerini karmakarışık bir hale getirmek içindi."(el-En'am: 137)

Evet, bu dinden kopuş da böyle gerçekleşmiştir. Din, karmakarışık ve belirsiz bir hale girmiştir. Çünkü insanların belirgin ve net bir dini düşüncesi kalmamıştır.

Halk kitlelerini ezici baskısı altında tutan bu belirsiz ve kapalı düşüncelerden doğan toplumsal gelenek; klasik cahiliyenin tanıdığı biçimleri bile geri plana itmiştir. Bu toplumsal geleneği, bugünkü modern cahiliye de en açık yönleriyle izleyebiliyoruz.

İnsanların hayatını, tüm kaçış yollarını tıkamak suretiyle amansız bir zora koşan şu adet ve geleneklerden söz ediyoruz.

İnsanları kendisine esir eden, zaman , zaman güç yetirilmez mali harcamalara sokan, yaşam ve vakitlerini tüketen, en son da ahlak ve hayatlarını bozan merasim ve giysiler; her şeye rağmen boyun eğilen birer gelenek haline gelmişlerdir. 

Sabah, öğlen sonrası ve akşam giysileri ayrı ayrıdır. Kısacık, daracık ve gülünç bir sürü giysi...

Alçaltıcı incelik türünden çeşit çeşit süs, güzellik ve saç tarayış biçimleri...

Kimdir bunları imal eden?

Kimdir tüm bunların perde gerisindekiler?...

Modaevleri, üretim şirketleri, sermaye kurumları ve banka sermayedarlarından başkası mı?

Bu sanayi kollarına mal verip insanların emeğini sömüren faizcilerden başkası mı?

Tüm insanlığı kendilerine kukla etmeyi planlayan yahudilerdir, her şeyi perde gerisinden yöneten...

Sonra bu alanlarda "toplumsal örf (moda)adıyla boyutlarını çizip icat ettikleri teori ve kültürel anlayışlarla halkı baskı altında tutan yahudiler, silahlı güç ve asker kullanmaya bile gerek görmüyorlar. İktidar mekanizması ve toplumsal şartları etkilemeyen teorilerin yetersiz kalacağını bildikleri içindir ki moda anlayışını harekete geçiriyorlar. Doğrusu şeytanların; insan ve cin şeytanlarının işidir bu...

Görünüş ve şekil açısından farklı; ama kökü, kaynağı ve temel dayanakları açısından eski cahiliyyeye tıpa tıp benzeyen bir cahiliye...

Biz, hiç kuşkusuz Kur'an'ın değerini bilmiyoruz. Kur'an okuduğumuz zaman sadece geçmişte kalan cahiliyeler den söz ettiğini sanıyoruz. Ama gerçekte o, tüm hayat çağlarında bulunabilen cahiliyeleri anlatmaktadır. Bozulmaya yüz tutmuş pratik hayatı, Allah'ın dosdoğru yoluna koyma gereğini dile getirmektedir.

Çağımız modern cahiliyesin de ki tağutların büyük kesimi, - komünistlerin yaptığı gibi övüne övüne - Allah'ın varlığını reddedip dini de kökünden inkar etmemektedirler. Bunu yapamadıkları için de bir takım düzenbazca ve hileli yöntemlere başvuruyorlar. Koydukları kanunların İslâmi bir temele dayandığını iddia edip bu dine saygı (!) duyduklarını söylüyorlar. Gerçekte bu, dinsiz komünistlerin yönteminden çok daha iğrenç ve çok daha bayağı bir taktiktir. Çünkü gönüllerin derinliklerinden henüz çıkmamış - İslâm dışı olsa bile - belirsiz dinî duyguları bile uyuşturuyor bu tağutlar.

Bununla beraber İslâm, karmaşık ve belirsiz dini duygular değil, apaçık, pratik ve gerçekçi bir nizamdır. İnsanın fıtratında var olan din güdüsünü, İslâm'dan kopuk cahili kalıplara dökmek, düzenbazlığın en bayağısı ve yöntemlerin en çirkinidir.

Tüm bunlar olup biterken İslâm'ı savunan kimseler de geliyor, dinimizin gerçekleri yanında anmaya değer bir özelliği bulunmayan ufak tefek kötülüklerin reddinde güçlerini harcıyorlar.Üstelik Allah'ın hem egemenlik, hem de ilahlığını gasp eden müşrik cahiliyye şartlarını hiç bir değişikliğe uğratmadan bunu yapıyorlar. Müşrik cahiliyye hayatına İslâm damgasını vurmalarının nedeni, işte bu aptalca gayretleridir.

"Şu ufak tefek aykırılıklarına rağmen dini bir temele dayandığına"dair cahiliyye sistemine zımnen de olsa tehlikeli bir şahidlik yapmak da bu gayretin sonucudur.

Bu konuyu hiç ihmal etmeden düşünmek zorundayız.

Çünkü İslâm'ı, temel kavramlarından uzaklaştırmaya yönelik şeytani çabalar, -maalesef - meyvelerini vermiştir.

Bir itikadî konu olmaktan çıkarılan hakimiyet meselesi, düşünce planında bile akideden ayrılmıştır. Hakimiyetten ve hakimiyetin İslâm inancındaki yerinden hiç söz etmeyen bazı gayretkeş (sözde) Müslümanların, alamet türü bir ibadeti anlatırken, ahlâkî bir çöküşü kınarken veya aykırı bir yasayı eleştirirken görüyorsak, nedeni budur.

Kıyıda köşede kalmış münkerleri reddeden bu kimseler, en büyük münker olan tevhid dışı hayatı; yani hakimiyet hakkını tamamen Allah'a vermeyen bir düzeni red etmiyorlarsa bu yüzdendir.

Oysa ki Yüce Allah, her tavsiyeden önce Allah'a hiç bir şeyin ortak, koşulmamasını insanlara emretmiştir. Çünkü temel ilke budur.

Bireyi sağduyusuyla; cemaati her zaman başvurabileceği ölçü ve insan hayatına hükmeden değişmez değer yargısıyla Allah'a bağlayan temel ilkedir bu.

Bu temel kurulmadıkça şehvet ve arzu rüzgarları esmeye devam edecektir. Şehvet ve arzulara göre seyreden beşeri kanaatler devam edecektir.

Bundan dolayı Müslüman’ın İslâm dışı her inanca karşı takınacağı ilk tavır; ilk andan itibaren red ve ayrılış olmalıdır.

Hakimiyet hakkını Allah'a ait kılmayan kanun, sosyal düzen ve yönetimleri kabullenip İslâmla aralarında küçük-büyük bir benzerlik veya aykırılık aramadan önce ilk andan itibaren red ve uzaklaşma tavrını takınmak zorundadır.

Bilinmelidir ki, beşerden kanun alıp ona itaat eden herkes, aynı zamanda ona tapınmış / ibadet etmişde demektir.

Bu, Hz. Peygamber'in yahudi ve hiristiyanlar hakkındaki;

"Onlar, Allah'ı bırakıp bilginlerini, rahiplerini ve Meryem oğlu İsa'yı rabler edindiler."(et-Tevbe: 31)ayetine getirdiği tefsirdir.

Henüz hıristiyan olup da Müslüman olmağa gelen Adiy b. Hatem bunu işitince:"Ey Allah'ın Resulü, hiristiyanlar onlara tapınmıyorlar / ibadet etmiyorlarki", dedi.

Ama Hz. Peygamber (s.a.s.) :   "Hayır, tapınıyorlar / ibadet ediyorlar. Çünkü onlar, kendilerine haramı helal, helali de haram kılan (rahiplerine)uyuyorlar. İşte bu da onlara tapınmalarıdır / ibadet etmeleridir." (Tirmizi - Sünen 5/278)

4- DİNDEN KOPUŞ

Çağımızda Allah'ı birleyip O'na teslim olduklarını iddia eden kimselerde şirkin değişik tür ve renklerini görüyoruz.

Şirk basamaklarından oluşan bir görünüm var önümüzde.

Bugünkü insanlar, "millet", "vatan", "halk" v.s. isimler altında değişik ilahlar türetmişlerdir.

Yaratıkların işinde Allah'a ortak koşulan birer ilah haline getirilen bu modern putların eski cahiliyyenin tapındığı putlardan tek farkı, mücessem olmayışlarıdır. Çünkü bu putlara da adaklar adanıp oğullar kurban edilmektedir.

Tıpkı eski çağ cahiliyesin de olduğu gibi...

Yaygın bir gelenek olarak mabetlerde ilahlarına oğullar adayan eski cahiliyye gibi...

Aslında tüm insanlar Allah'ı rab olarak tanımaktadır. Tanımakta ama, bu düzmece ilahların emir ve arzularını tam bir kutsallıkla benimseyip Allah'ın emir ve kanunlarını hiç dinlemeden bir kenara atanlar da aynı insanlardır. Hem de Allah'ın emir ve kanunlarına muhalefet pahasına...

Eğer modern cahiliyyenin tapındığı bu putlara ilah denilmezse, ilahlar daha nasıl olacak?

Şirk, daha nasıl olacak, ortakların çocuklardaki payı daha nasıl olacak?

"Allah, onların ortak koştuklarından elbette ki münezzehtir." (el-A'raf: 190)

Klasik cahiliyye, hiç kuşkusuz Allah'a karşı daha edepliydi.Çünkü o zamanın insanları, kurbanlıklarını, çocuklarını ve ürünlerini Allah'a daha da yakın olabilmek için ilahlarına sunuyorlardı. Yani çocuk, ürün ve hayvanlarından bu amaçla putlarına pay ayırıp şirke düşüyorlardı.

Görülüyor ki klasik cahiliye de en büyük olan gene Allah idi. Modern cahiliye ise diğer ilahları Allah'tan üstün tutmaktadır.Çünkü bu ilahların emirlerini kutsal bilip Allah'ın emirlerini de bir kenara bırakmaktadır.

Eğer biz putperestliği sadece ilkel tipteki heykel ve klasik putlardan, insanların bunlara karşı sürdürdüğü alamet türü ibadetlerden ve Allah katında onları şefaatçi tanımaktan ibaret görürsek, kendi kendimizi aldatmış oluruz.

Aslında değişen tek şey, putperestlik ve putların şeklidir. Çünkü modern putperestlikte de alamet türü tapınmalar vardır. Tek fark bunlara yeni isimler takılmasıdır. Şirkin özellik ve gerçek niteliği ise, değişen şekil ve tapınmaların gerisinde varlığını sürdürmektedir.

Bununla aldanmamak ve gerçeklerden sapmamak zorundayız. Yüce Allah, iffet, saygınlığı ve fazileti emrediyor. "Vatan" veya "üretim" ilahları ise, kadının açılıp saçılmasını, insanları eğlendirmesini - Budist Japonya'daki gibi - otellerde konuk sever bir gayşa olarak çalışmasını emrediyor. Bu durumda emirlerine uyulan ilah kim?

Yüce Allah mı, yoksa bu düzmece ilahlar mı?

Yüce Allah, insanları birleştiren bağın "akide" olmasını emrediyor. "Millet" veya "vatan" ilahları ise, akidenin toplumsal bağ olmaktan çıkarılıp onun yerine yurttaşlığın veya milliyetçiliğin temel olmasını emrediyor. Evet emirlerine uyulan ilah kim?

Yüce Allah mı?

Yoksa düzmece ilahlar mı?

Yüce Allah, kendi kanunlarının egemen olmasını istiyor. Ama herhangi bir kul veya halktan bir grup, buna "Hayır!" diyor. Kanun koyan kullar ve egemen olan da kendi icat ettikleri kanunlar ise, emirlerine uyulan kim?

Yüce Allah mı?

Yoksa düzmece ilahlar mı?

Hiç kuşkusuz bunlar, günümüzde tüm dünyada bulunan, şaşkın insanlığın iyice bildiği örneklerdir. Günümüzde egemen olan putperestliği, ilkel ve gözle görünen putların yerini alan kutsal putları olanca gerçeğiyle ortaya koyan örnekler Gerçek niteliği hiç değişmeyen şirk ve putperestliğin değişen şekillerine aldanmamak zorundayız.

İnsan aklı - eğer kendisiyle pratik hayatın arasına engel konulmazsa -  bu cahiliye ye kesinlikle rıza ve kabul göstermez. Ama şehvetler, keyfi arzular, azgınlık ve aldatmacalar bu insanı, bin dört yüz sene sonra saptırıp tekrar cahiliye ye; ama modern bir cahiliye ye döndermiştir. Aciz yaratıklar olup hiç bir şey yaratamayan ve ne yandaşlarına ne de kendi kendilerine hiçbir yardımları dokunamayan (modern putları) Allah'a ortak koşmalarının nedeni budur.

"Onlar, birer yaratık olup da hiç bir şey yaratamayan, onlara da, kendi kendilerine de hiç bir yardım yapamayan (putları) şirk koşarlar ha!?" (el-A'raf: 191-192)

Hiç kuşkusuz bu insanlık, tekrar Kur'an'a  muhatab olmaya muhtaçtır. Tıpkı dün muhtaç olduğu gibi...

Kendisini cahiliye den kurtarıp İslâm'a götürecek, karanlıklardan aydınlığa çıkaracak, akıl ve kalbini bu modern putlardan; bu içine düştüğü yeni bataktan kurtaracak bir rehbere...

Tıpkı bu dinin kendisini ilk kez kurtardığı gibi...

Yüreklerin tevhid gerçeğine inanmasının yolu budur.

Bu dünya üzerinde bilerek yaşamanın yolu budur.

Çünkü gözünü ufuktaki biricik yıldızdan ayırmayanın yolunu şaşırması mümkün değildir.

Gücü, hayatı ve rızkı kimin verdiğini, yarar veya zararın kimden gelebileceğini, alma ve verme yetkisine kimin sahip olduğunu bilen bir insan, bu kaynaktan başkasına yönelmeyecektir.

Hayat yasalarını sadece bu kaynaktan alan, bu kaynağın kopmaz ipinden başkasına sarılmayan, onun gösterdiği hedeften gözünü ayırmadan yürüyen, bununla huzur duyan, sadece bir tek efendiye hizmet eden ve bu efendisini razı edecek işler yapıp, kızacağı bir iş yapmaktan sakınan bir insanın yetenek ve gücü, bir noktada odaklaşacaktır.

Olanca güç ve yeteneklerini ortaya koyarak üretecektir. Çünkü ayakları yere sağlam basan bu insan, gözü göklerde, bir tek ilahtan emir beklemektedir:

"Allah, örnek olarak, çekişip duran ortakların elindeki köleyle, sadece bir kişiye ait olan köleyi veriyor. Bu ikisinin durumu aynı olur mu hiç? Allah'a hamd olsun; ama onların çoğu (gene de durumlarını)bilmiyorlar." (ez-Zumer: 29)

Burada Allah, müşrik ve muvvahid kimseleri, üzerinde birbiriyle çekişilen, arada kalan, her birinden ayrı emir ve görevler alan, şaşkınlığa düşüp yol bilmez yordam tanımaz hale gelen, yetenek ve gücü zedelenen, çelişik ve çekişmeli arzuları bir türlü razı edilemeyen efendilerin elindeki köleyle bir tek efendinin emrindeki, görevini ve kendisinden isteneni bilen, apaçık ve belirli bir yolda rahatça hareket edebilen köle örneğiyle tanıtmaktadır.

(İnşaallah 10 Günlük Periyodlarla Devam Edecek)

YORUMLAR
  • HUSEYİN SASMAZ   05-11-2013 10:13

    SEYYİT KUTUP KİMDİR http://3.bp.blogspot.com/-MEqkl8rFXe4/Tx1gRF-f24I/AAAAAAAACmk/vW2-oPwk51U/s400/seyyid-kutub.jpg http://huseyinsasmaz.com/images/resimler/seyyt%20kutup%20kmdr-1.jpg http://huseyinsasmaz.com/images/resimler/seyyt%20kutup%20kmdr-2.jpg http://huseyinsasmaz.com/images/resimler/seyyt%20kutup%20kmdr-3.jpg http://huseyinsasmaz.com/images/resimler/seyyt%20kutup%20kmdr-4.jpg

  • HUSEYİN SASMAZ   01-11-2013 10:57

    İSLAM DEVLETİNİN ÖNCELİĞİ Muhammed (S.A.) e inananlar, onunla birlikte hicret edip ilk olarak birlikte savaşanlar, önce Allah'ın şeriatı ile hükmeden bir müslüman devletin kurulması ve şeriatın buyruklarına uyan müslüman toplumun inşası için çalışmışlardı. Ancak bu hususları yerine getirdikten sonradır ki, itaat ve isyan ile ilgili ve teferruat sayılacak konulardaki emri bilmaruf ve nehyi anil münker vazifesini yerine getirmeye başladılar. Hiç bir zaman asıl enerjilerini böyle basit şeyler için harcamadılar. İslâm devleti kurulmadan ve müslüman toplumun yapısı inşa edilmeden önce, çabalarını ancak bütün esasların esası durumunda olan bu temelin inşasına harcadılar. İyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak prensibinin mefhumu da realitelerin icabına göre değerlendirilmelidir. Büyük kötülükler nehyedilmeden ve büyük iyilikler emredilmeden önce ikinci veya üçüncü derecedeki kötülüklere veya iyiliklere geçmek olmaz, ilk islâm cemiyetinin yapısı kurulurken bu husus üzerinde dikkatle durulmuştur. http://huseyinsasmaz.com/index.php/hueseyin-sasmaz/2194-islam-devletinin-oenceligi#.UnOG5a3aY_w.facebook https://scontent-b-ams.xx.fbcdn.net/hphotos-frc3/1426480_650944638259684_201518274_n.jpg

  • Fatma Ceren   28-10-2013 12:26

    Çok faydalı bir çalışma olacağını düşünüyorum. Emeği geçenlere Allah yardım etsin. Seyyid Kutub'un hep vurguladığı İslam ilkelerini, toplumsallaştırmama yönünde, hepimizde derin tefekkürlere vesile olan bir çalışma olmasını temenni ediyorum. İslam ve Hayat sitesine ayrıca teşekkür ederiz.

  • Rıdvan dinçer   26-10-2013 14:43

    HUSEYİN SASMAZ kardeşimizin, fizilalil kur'an metinleri için istediği yardıma cevaben ; elimizde indirilmiş bir metin var ,16 ciltlikten mi ? tekrarlar çıkarılmış olan 10 ciltlik metin mi? bilmiyorum.inceleme sonrası bakabilirsiniz.kullanmaya hazır program şeklinde elimizde mevcut.şayet e-mail adresinizi iletişim kısmından bize bildirirseniz.gönderme çabasında olacağız inşallah.

  • Mehmet Pamak   25-10-2013 19:36

    Allah razı olsun Rıdvan ve Şükrü kardeşlerim! Hidayetimizin vesilesi olan Şehidimiz Seyyid Kutub'un, tam da Müslümanların fevc fevc istikamet krizine girdikleri bu değişim ve dönüşüm sürecinde gündem yapılması takdire ve duaya layık bir çaba, Allah kabul etsin. Hele de onun doğru İslam ve Kur'an algısının yeniden okunup anlaşılmasına zemin hazırlanması bu süreçte çok daha önemli ve gerekli. Rabbimiz kabul etsin ve ecrinizi versin inşaallah.

  • Kemal Songür   25-10-2013 17:05

    Kitabı tercüme eden merhum Ubeydullah Dalar'a ve müellifi şehid Seyyid Kutub'a Rabbimizin rahmetiyle muamele etmesi duasıyla, yaşadığı asra ve ümmetin zihin dünyasına damgasını vurmuş ve de şehadetiyle taçlandırmış ve dahi yolları/caddeleri aydınlatan kandillerden bir kandil olan Seyyid Kutub'u konu edinmek, mesajlarını gündemleştirmek ve yararlanılmasına vesile olmak çok önemli bir çabadır, bunun için site yönetimini ve sayfa editörü Rıdvan Dinçer kardeşimi takdir/tebrik ediyoruz.

  • HUSEYİN SASMAZ   25-10-2013 14:18

    Tarih boyunca hiç bir zaman için cahiliyetle islâm, Hak ila Tağut arasındaki savaş Allah'ın ulûhiyeti konusunda olmamıştır ve olmaz da. Kâinat kanunlarına hükmeden gücün Allahü Zülcelalin güçü olup olmaması hususunda bir çatışma olmamıştır ve olamaz da. Birleşmesi mümkün olmayan ve asıl çatışmanın cıktığı nokta kimin insanlara Rab olacğıdır Koyduğu kanunlarla insanlığa hükmedip her türlü işlerine tasarruf etme yetkisine sahip olan tanrının kim olacağı konusunda olmuştur ihtilâf... Gerçekten de günahkâr putcular bu hakkı gaspetmekte ve insanların hayatına kendileri hakîm olmak istemektedirler Ve Allah'ın bu hakkını gasbederek kulları alçakça zillete duçar kılmaktadırlar. Allah'ı bıraktırıp insanları kendilerine kul etmektedirler. İşte gerek peygamberler, gerekse peygamberlîk müessesesi ve beşeriyyet tarihi boyunca akıp gelen islâm dâvası hep bu gasbedilen saltanatı putların ve putçuların elinden alarak meşru sahibine iade etmek için savaşmışlardır. Allahüteâlâya vermek için mücadele etmişlerdir... ' -• . Şüphesiz ki Allahü teâlâ insanlardan ve bütün âlemlerden müstağnidir. Asilerin isyanı, putçuların putperestliği O'nun mülkünden hiç bîr şeyi azaltamaz ve yok etmez. Allah'a itaat edenlerin itaati ve ibadet edenlerin ibadeti de yine O'nun mülkünden biç Bir şeyi fazlalaştırmaz. Şu kadar var ki, insanlar doğrudan doğruya kendı dilerine yaparlar itaat veya isyan etmekle. Allah'tan başka kullara kulluk etmekle düşen, alçalan ve ezilen yine kulların kendileridir. Yalnız ve yalnız Allah'ın dinine bağanarak kullara kul olmaktan kurtulup gerçek hürrryetlerini elde etmekle de şerefyab olan yücelen ve izzet bulan yine kulların kendileridir... Cenabı Allah kullarının yücelmesini, şerefli olmasını ve izzete ermesini irade buyurduğu için peygamberlerini göndermiş ve insanları doğru yola döndürmelerini, her ne şekilde olursa olsun kullara kulluktan kurtulmalarını buyurmuştur... Bu, doğrudan doğruya kendilerinin faydası içindir. Ve Allah bütün âlemlerden müstağnidir. insanlık Allah'ın dinine bağlanmadıkça ve boyunlarından Allah'tan başkalarına kulluk zincirini kırıp atmadıkça hiç bir zaman Allah'ın irade buyurduğu gerçek insanlık ve efendilik seviyesine ulaşamaz. Ne şekilde olusa olsun insanı insanlıktan çıkaran ve insanlık şeref ve haysiyetini rencide eden; o aşağılık kölelik zinciridir. 8-cilt-109-110

  • HUSEYİN SASMAZ   25-10-2013 14:10

    KUR'AN'IN gölgesinde hayat bir nimettir. Bu nimeti ancak tadanlar bilir.. ömrü yükselten, safiyete ulaştıran va mübarek kılan bir nimet...Hamd olsun Allah'a. Bana Kur'an'ın gölgesinde bir müddet yaşama-yı lütfetti. Orada hayatımda hiç tatmadığım nimetleri tattım. Hayatı yükselten, onu sadeleştiren ve mübarek hale getiren bu nimetin lezze-tini orada hissettim Şu Kur'an-ı Mü bini vasıta kılıp benimle konuşan Allah (Tebareke veTaala'nın) sözlerini duyarak, işiterek yaşadım orada... Ben kl. basit ve aciz bir kul... insana yapılan bu ulvi ve yüce İkram, ne lûtuftur' Haya-tın bu kitap vasıtalıyla vardığı o yükseklik ne yüksekliktir. Kerem sa-hibi Hilık'ın insanoğluna bahşettiği bu kıymetli makam ne makamdır?!..Kur'an'ın gölgesinde yeryüzünde dalgalanan cahiliyyeti yüksekler-den seyrederek, yer ehlinin önem verdiği küçük ve değersiz şeyleri te-masa «denk yaşadım Bir büyüğün çocukların oyunlarını, çocukların davranışlarını, çocukların kırık dökük konuşmalarını seyrettiği gibi, bende, bu cahiliyyet mensuplarının çocukça bilgileriyle, çocukça düşüncele-riyle ve ellerindeki bu oyuncaklara gösterdikleri ihtimamlarıyla nasıl sevindiklerini seyr ede ede yaşadım...Hayret ediyorum 1. Ne oluyor bu insanlara? Ne oluyor bunlara da,kokmuş bataklıkta yuvarlanıp duruyorlar ve o yüce, ulvi daveti duymu-yorlar!. Hayatı yükselten, mübarek kılan ve berraklaştıran daveti!..-Kur'an'ın gölgelinde» insan varlığının gayesi ve bütün mevcudatın hedefi olan o mükemmel, o şümullü, o yüce. o temiz tasavvurla dola dola yaşadım... Burada Seyyit kutupun 16 ciltlik tefsiri mevcut olmamakla beraber tamamını scanlamaya çalışıyorum. Çünkü googlede yok müslümanların biliçlenmesini istediğimden scan yapıp yayınlıyorum. Sizlerde yardımcı olursanız iyi olur. https://www.facebook.com/huseyin.sasmaz.75/media_set?set=a.535306803156802.113908.100000324607185&type=3

  • ebubekir   25-10-2013 11:11

    bu sitede nebevi yola lakıtrı diyebilenlere, hatırlamaları gereken şeyler bunlar.siteyi tebrik ediyorum kardeşim. derslerimizde kullanacağımız kaynak olucak bu çalışmanız inşallah. Rıdvan beye hayra veile olan emeğinden dolayı minettarım. a.r.o.

  • ilepetadA   25-10-2013 09:09

    ...hayirli olsun, cok güzel düsünülmüs, bu konulara tekrar tekrar ihityacimiz var, Kuran bile önemli konulari bir cok kere tekrarlayarak insanlarin zihnine nakis ediyor ...selam ve dua