13-01-2019 17:32

İlmi olmak adına, değerlerden fedakarlık etme yanlışlığı

İlim, hangi alan olursa olsun; insan zekası ile çeşitli konu ve alanlarda elde edilen bilgi ve tecrübeyi içine alan bir yetkinlik ve mükemmelliğe yol açabilirken; insanın ahlak ve değerlerine göre biçim kazandığını bilmekteyiz. Bu yüzden, ilmin rehberliği; onun ahlaki ve hukuki bir çerçeveye göre kullanılmasıyla mümkün olmaktadır.

İlmi olmak adına, değerlerden fedakarlık etme yanlışlığı

Prof.Dr.Sami Şener / Mirat Haber

İlim, hangi alan olursa olsun; insan zekası ile çeşitli konu ve alanlarda elde edilen bilgi ve tecrübeyi içine alan bir yetkinlik ve mükemmelliğe  yol açabilirken; insanın ahlak ve değerlerine göre biçim kazandığını  bilmekteyiz.  Bu yüzden, ilmin rehberliği; onun  ahlaki ve hukuki bir çerçeveye göre kullanılmasıyla mümkün olmaktadır. 

İlim, Avrupa'da rönesans hareketi ile birlikte, batı toplumundaki  din, ahlak ve gelenek gibi  temel insani değerlerin yanlış hedefler için kullanılması ve aslından saptırılması sebebiyle, aklın herşeyin ölçüsü ve  kaynağı olmasıyla birlikte farklı bir şekilde gündeme geldi. Akıl ile ortaya konulan önemli gelişmeler, batı insanında "ilmin kutsallaşması" düşüncesine yol açtı.

İlim, o tarihten itibaren normalin üzerinde bir değer ve otoriteye sahip oldu  ve birçok şey, ilmi açıdan  değerlendirilmeye başlandı. Fakat, ilmin olağanüstü konumunun, bazı açılardan mahsurlar ve problemler meydana getirdiğine şahid olundu. Çünkü hayatın her yönü, matematiksel olarak  yürümüyor ve herşeye akıl ile çözüm bulunamıyordu.  Bazı konular, ruh ve inanç veya ahlak değerleri ile açıklanma ihtiyacındaydı. 

Batı'da bu sosyolojik gerçek üzerinde çalışanlar, Rönesan ve Aydınlanma ile hayatın sosyal ve manevi yönüne yönelik, pozitif  yani akıl kaynaklı açıklama ve değerlendirmelerin geçersizliğini öne sürerek, ruhi ve ahlaki dünyanın yeniden kurulması gerektiğini söylemeye başladılarsa da, artık toplum dini, ahlaki ve ruhi  hassasiyetlerini kaybetmiş, materyalist ve akılıcı  bir dünya kurmanın getirdiği manevi yoksulluğa düşmüş bulunuyordu. Manevi değerler, akli ve pozitivist faktörler gibi anında gerçekleşmiyor, belli bir eğitim, kültür ve sosyal ortamın sonunda etkileri görülebiliyordu. Dolayısıyla bunu sağlayabilecek güçlü irade, batılı insanların çoğunda yoktu.

"İnandığınız gibi yaşayamazsanız, yaşadığınız gibi inanırsınız" hükmü gereğince batı, artık "yaşadığına inanıyordu". Çünkü, inandığı bir şey kalmamıştı.

İlmin,  tartışılmasız ve bir otorite olması; sadece batı'da değil, batı dışı ve hatta  Müslüman ülkelerde de onun, "tek ve yegane otorite" haline gelmesine yol açtı.  Özellikle eğitimli insanlar, ilmi bir konuyu, başka bir bilgi alanı ile ölçülemeyecek derecede kesin bir gerçek olduğunu kabul etmeye başladı. Bir zamanlar, fizik ve kimyada tek hakikat olan bazı  bilgilerin, zaman içinde değişebileceği ve hatta eksikliği ortaya konmasına rağmen, akıl kaynaklı ilim hala günümüzde de  "tek belirleyici" özelliğini korumaya devam ediyor.

Sosyal, ahlaki ve dini  kaynaklı  bilgiler; hayatı ve insanı en iyi açıklayan ve toplumsal sistemi güçlü ve istikrarlı bir yapıya ulaştıran bilgi ve ilim alanları olmasına rağmen, akıl kaynaklı ilmin "tarafsızlığı prensibi", hala  birçok sosyal ve kültürel alanda etkinliğini muhafaza ediyor ve akla uygun olmayan bilgiler ile ciddi çalışmalar yapılmasının önünü tıkamaya devam ediyor.

Modernizmin, pozitivist ve hatta laik  yaklaşımı, günümüzde birçok sosyal ve ahlaki çalışmayı engelleyen bir set  olmaktadır.  Batı Avrupa'nın kendine has "sosyal gerçekliği" olan bu tavır, başka toplumların da sosyal gerçekliği şeklinde kabul edilmesi gibi bir anlayışı  getiriyor.  Aslında, böyle bir tutum; ilmin kendi kurallarına da ters bir gelişmeye yol açıyor.

Özellikle Müslüman bir medeniyetin ilim adamları, böyle bir  "zihni pranga"ya farkında olmadan uyarak, İslamın sosyal ve kültürel dünyaya yönelik açıklayıcı ve zenginleştirici  kural ve uygulamalarından uzak, batıcı mantalite ile hala, aynı kalıplaşmış tutumu, "ilmilik adına"farkında olmadan sürdürüyorlar. Hatta, onu normal bir açıklama gibi kabul ediyorlar.

Birçok batılı sosyal bilimcinin Batı'nın bilgi ve  teorilerinin, artık  sosyal olayları açıklamaya yetmediğini ve doğu'nun bilgisine de müracaat edilmesi gerektiğini söylemelerine rağmen, doğu diye belirtilen bilgi ve yaşama sisteminin, İslam medeniyet değerleri olduğunu anlamak için "yıldız falı"na bakmaya gerek olmadığın belirtmemiz lazım. Ama, birçok Müslüman entellektüler her nedense, hala ilmilik adına, kendi değer sistemleriyle ilmi çalışmalara bakma cesaretini kendinde bulamıyor. Artık, kendi bilgilerimiz ve medeniyetimiz üzerine kurulu bakış açısına ve yorum felsefesine ihtiyaç olduğunu bilmemiz gerekiyor.  Çünkü, batı'nın ilmi ile ortaya konulan dünyanın, şimdiye kadar yaşanmış medeniyet dönemlerinin en zalim ve insanları saptırıcı bir dünya hazırladığını artık görmek gerekiyor.

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !