01-09-2018 15:15

İsar, Mü’minlerin Şiârıdır

“…( Ensar) Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları (Muhacirleri) kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Haşr: 9)

İsar, Mü’minlerin Şiârıdır

Sözlükte “bir kimseyi veya bir şeyi diğerine tercih etme, üstün tutma” anlamına gelen îsâr, bir ahlâk kavramı olarak kişinin kendisi ihtiyaç içinde bulunsa bile sahip olduğu imkânları başkalarının ihtiyaçlarını karşılamak üzere kullanılması, başkalarının yararı için fedakârlıkta bulunması demektir. Türkçe’de îsâr kavramının karşılığı olarak diğergâmlık terimi kullanılır.

Kur’an’ın beş âyetinde geçen îsâr kavramı, iki âyette ‘dünya hayatını âhirete tercih etmek’ anlamında olumsuz bir bağlamda geçmiştir. (Nâziât: 38, A’lâ: 16) Kâfirler dünyayı, mü’minler ise âhireti îsâr ederler.

Medineli Müslümanlar olan Ensar’la birlikte kavramlaştıktan sonra îsâr, tamamıyla olumlu bir tutuma işaret eder olmuştur. Bu bağlamda üç âyette ise (Yusuf: 91, Tâhâ: 72, Haşr: 9) olumlu, erdemli tavır olarak, tüm insanlığa örnek gösterilen îsâr’ın kavram anlamını yakalamak mümkündür. Bu âyetlerden biri Yusuf (a.s.), biri Musâ (a.s.)’a iman eden ilk ve öncü mü’minler, sonuncusu ise Muhacirlere kucak açan Medineli mü’minlerle ilgilidir.

Kur’an düşüncesinin temel kavramlarından biri olarak ve terminolojik manâda îsâr’ın, Haşr sûresinin 9. âyetinde açık olarak tanımı verilir. Buna göre îsâr; maddî ve rûhî alanlarda diğer insanları kendine tercih etmektir.

Kur’an, ahlâk, merhamet ve sevginin en ileri boyutunu ifade eden îsârı, Hicret’i anlatırken gündeme getirmekte ve onu Medineli Müslümanlar yani Muhacirlere gösterdikleri fedakârlığın adı olarak anmaktadır. Adı geçen âyete göre, “Ensar, kendileri ihtiyaç içinde oldukları halde, Muhacirleri öz nefislerine tercih etmişlerdir.” Yine aynı âyete göre îsâr, insanın doymazlık ve cimrilikten kurtulmuşluğunun en mükemmel belirişi ve peygamberlerin ahlâkî varlıklarının özüdür. Anlaşılıyor ki, Hicret sırasında sergilenen sahabî ahlâkı ile îsâr arasında sıkı bir ilişki vardır.

İnsanlık tarihinin en dikkate değer olaylarından biri olan Hicret, sadece bir “göçme” olarak değil, bu göçmenin ardından insan hayatına getirilen yeni boyutlarla da büyüktür.

Îsâr mal ile olduğu gibi can ile de olabilir. Kişinin sevdiği bir kimse için kendi rahatını, huzurunu, hatta hayatını fedâ etmeyi göze alması can ile îsârdır. Başta Ebû Talha olmak üzere sahabenin Rasulullah’ı (S) korumak üzere kendisini ona siper etmesi ve bu uğurda yaralanması (Buhârî, Cihad, 80) can ile îsârın en güzel örneklerini oluşturur.

Îsâr, ensârullahın yani Allah’ın dininin yardımcılarının üstün, ahlâkî ve erdemli davranışıdır. Ensar ve Muhacir Kur’an’ın tasnîfine göre sâbikûna girmektedir. Îsâr yapanlar ilk mü’minlerin öncüleridir. Çünkü îsâr her babayiğidin harcı değildir. Kuşkusuz bir iman, üstün bir ahlâk, yürekten bir ihlâs ve ebedî saadet vizyonuna sahip olmak gerekir.

Her fedakârlık ve her harcama îsâr değildir. Ensar Muhacirle, Muhacir Ensar’la anlam kazanır. Ensar’ın îsârını oluk oluk akıtması için, Medine’yi arayan Muhacirler gereklidir. Îsârın serbest kalabilmesi için Allah yolunda her şeyi göze alan, varını yoğunu ortaya koyan, kendini yollara vuran Muhacirler lazımdır. Çünkü îsâr infaktan, zekâttan daha üstün derecelere çıkaran bir salih ameldir.
Üstün bir ahlâkî tutum olan îsâr, Ensar’ın büyük başarısıdır. Onlar nihâî felah için cimrilik, aç gözlülük, ihtiras gibi kötü huylardan kendilerini arındırmışlardır.

Îsârın imanın bir meyvesi olarak ortaya çıkabilmesi için hem Muhacir hem de Ensar’ın olması gerekir. Her Muhacire bir Ensar, her Ensar’a bir Muhacir lazımdır.

Îsâr; Allah için feda etmek, âlemlere örnek bir fedakârlıktır. Kur’an ahlâkının temel kavramlarından biri olan îsâr, Ensar bağlamında İslâmî şahidliğin bir örneği olarak Rabbimiz tarafından, Kur’an’da âlemlere örnek olmak üzere zikredilmiştir.
Îsâr, kendinden vermek; dünyevî bir karşılık beklemeden Allah için fedakârlık yapmaktır. Allah için feda olmak, elde ne varsa O’nun için feda etmektir.

Îsâr, ‘akabe’ye tırmanmayı göze almaktır. Vermek, infak etmek kolay değildir. Hele hele îsâr gibi ‘kendinden vermek’ anlamına gelen büyük fedakârlıklar her kişinin değil, erdemli kişinin şiarıdır. Akabeyi, ‘sarp yokuş’u aşabilecek olanlar, ‘veren elin alan elden üstün olduğu’ bilinciyle yaşayanlardır.

Îsâr, alan el değil veren el olma bahtiyarlığına erişmek, karşılık beklemeden vermektir. Cimrilik, kıskançlık, ihtiras insanları birçok salih amelden vazgeçiren ahlâkî zaaflardandır. Îsâr ise mü’minlerin ahlâkî bir erdemi olarak, bencillikten vazgeçmenin, cömertliğin, fedakârlığın ana ilkelerinden biridir.

Îsâr, geçici ve yok olucu olana değil, kalıcı ve ebedî olana talip olmaktır. Allah’ın rızasına ve vaat ettiği cennet yurtlarına kavuşacak olanlar, âhireti dünyaya tercih edenlerdir. Âhireti dünyaya tercih etmek, kişisel çıkarlarımıza İslâm’ın faziletlerini tercih etmeyi gerektirir. Gerçek felah/kurtuluş, gerçek başarı ve en güzel son, bu tercihi yaparak hayatını ona göre kuran ve yaşayanlar içindir.
Îsâr, fânî olanlara karşı Allah’ı tercih etmektir. Îsâr; canımız malımız, neyimiz varsa vermektir. Kur’an ahlâkının nihâî amacı, mü’minleri ilâhî rızaya eriştirmek, büyük başarıyı gerçekleştirmektir.

 

Cuma Hutbesi/İlkav

31.08.2018
Hazırlayan: Emrullah AYAN

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !