Şaban ENTEROĞLU

23 Nisan 2010

İSLAMİ AİLE

Kâinat ve Kâinat içersinde bulunan canlı-cansız her zerre, şüphesiz bütün mevcudatı kudret elinde bulunduran Allah(c.c.)’ın ezeli iradesi ile gerçekleşmektedir. Kâinat bir nizam ve hikmetler manzumesi… Onda manasız ve gayesiz tek bir element, ne de hikmetsiz, vazifesiz tek bir bileşik mevcut değil.

Birbirine yardım ederek bir beden teşkil eden organlardan, güneş sistemine ve yıldız kümelerine kadar bütün kâinat bize şu hakikati haykırıyor; Âlemde gereksiz, hikmetsiz hiçbir birliktelik yaratılmış değil…

İşte bu yardımlaşma silsilesinin en kıymetli halkası ve insan neslinin sağlıklı bir şekilde hayatiyetini devam ettirebilmesi için, Rabbimiz aile mefhumunu emir ferma buyurmuştur.

Aile, İSLAM’ın bütün insanlık için bir numune-i imtisal olan ve Hakkı hâkim kılacak temiz, sade İSLAM toplumunun can damarını, bel kemiğini, nüvesini teşkil eder.

Bu meyanda İslam cemiyetinin varlığı, dirliği, gücü ve kuvveti yerinde; sağlam, dinamik temeller üzerine oturtulmuş, Kur’ani, İslami ahlakla mücehhez kılınmış, şuurlu, bilinçli Ailelerin varlığı ile ancak mümkündür.

Cenab-ı Mevla Kur’an-ı Mubinde şöyle buyuruyor: “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için kendi türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de (varlığının ve kudretinin)delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.”(1)

Aile, sefahat hayatına karşı koruyucu bir kaledir. Çünkü insan tabiatının kendini en iyi biçimde ifade edebildiği; sevgi, şefkat ve fedakârlık gibi yüksek değerleri realize edip pratiğe dönüştürdüğü yer şüphesiz ailedir. İnsan kişiliğinin kazanılması, geliştirilmesi ve olgunlaşması için en uygun iklimi sağlayan aile, bir nevi yüksek AHLAK okuludur.

Yukarıda mealini verdiğim ayetin kısaca tahlilini yapmaya çalışalım: İnsanların psikolojik ve sosyal ihtiyaçların giderilerek, Allah’ın rahmetiyle huzur bulması ve kaynaşması için aile mefhumunu emretmesi, yine aileyi devam ettirmek içinde eşler arasına sevgi ve merhamet oluşturması, ince düşünen insanların iman etmesini, hatta imanlarını arttırması için önemli bir faktördür. Bu nedenle eşler evde karşılıklı olarak sevgi, saygı ve huzur ortamı oluşturmalarının görevleri olduğunu, huzursuzluk çıkarmalarının ise İSLAM’ın kesinlikle nehy ettiği bir husus olduğunu bilmeleri gerekir.

Aile, bir toplumun temeli, dünyevi ve uhrevi saadeti, huzurun ve geleceğin teminatı durumundadır. Aile, Allah ve Resulünün koruma altına aldığı bir kaledir.

İslam; aile yuvasını kurduğu yapının temel taşı olarak kabul eder. Aile yeni yetişen yavruların sığınıp büyüdüğü bir şefkat ve rahmet mekânıdır. O yuvada çocukların, anne-babadan görmesi gereken sağlam temellere dayalı İslami ahlaktır ki hem Dünya ve hem de Ahiret için ebeveynlere verilen bir vecibe ve sorumluluktur.

Unutulmamalıdır ki, aile efradına karşı görevini ihmal eden anne ve babalar, telafisi mümkün olmayan bir badireye gözü kapalı atlamış olurlar. Zira Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur: “Ateşe arz olunurken onların zilletten başlarını öne eğerek, göz ucuyla gizli gizli baktıklarını göreceksin. İnananlar da: İşte asıl ziyana uğrayanlar kıyamet günü kendilerini ve ailelerini ziyana sokanlardır diyecekler. Kesinlikle biliniz ki, zalimler sürekli bir azap içindedirler.”(2) İslamı yaşamadığı gibi ailesine de öğretmeyenlerin Âlem-i Ukba’da nasıl bir akibete maruz kalacaklarını Cenab-ı Rabbimiz çok beliğ ifadelerle ortaya koyuyor.

Önceki insan topluluklarına bakıldığı zaman, görülecektir ki tarih boyunca gelip geçmiş devletlerin Dünya’ya hükmetmesi, gücü, kuvveti ve yeryüzündeki asırlar süren hâkimiyeti hep köklü, dinamik ve eğitilmiş bir aile yapısına sahip olduklarındandır.

Dünya tarihinin şahid olduğu en kuvvetli ve köklü aile hiç şüphesiz Müslüman ailedir. Çünkü Müslüman ailede sadakat esastır. Çünkü Müslüman aile fertleri birbirine yapacakları en ufak bir iyiliğin bile kendilerine hayır ve ecir kazandıracağını bilirler. Çünkü sevgi, saygı, merhamet, şefkat, anlayış, nezaket, güler yüz, tatlı söz gibi özelliklerin İslamın insanlara kazandırmayı gaye edindiği güzel ahlaktan bir demet olduğunun şuur ve bilincindedirler.

İşte tüm insanlığın gerçek önder ve rehberi olan Peygamber efendimiz (S.A.V)’in aile ile alakalı birkaç hadisi:

Resulullah’a on yıl hizmet eden ve O’nun aile hayatını en iyi bilenlerden biri olan Enen b. Malik (R.A.): “Çoluk çocuğuna ve aile efradına karşı Resulullah’tan daha şefkatli hiçbir kimse görmedim” der. (3)

“Sizin en hayırlınız ailesine en çok hayırlı olanınızdır. Ben ailesine karşı sizin en hayırlınızım.” (4) “Hepiniz çobansınız ve sürünüzden mesulsünüz. Amir koruyucudur ve maiyetinden sorumludur. Kişi ailesinin koruyucusu ve eli altında olanlardan sorumludur.” (5)Görüldüğü gibi İslam’da aile; milletin, devletin, halkın, hâsılı müslümanın sahip olduğu maddi ve manevi değerlerinin tümünün yegâne teminatı ve geleceğinin yol göstericisidir.

Kur’ani bir ahlak, Peygamberi bir hayat tarzı ve İslami bir akide ile mücehhez kılınmamış aile ile kurulan bir İslami toplum batmaya, gerilemeye yok olmaya mahkûmdur. Bunun en bariz örneği ise altı asır Dünyaya hükmeden Osmanlı değil midir?

Ne zamanki ailenin kutsal değer yargıları hiçe sayılmış, özünü Kur’an’dan değil de Batının o kokmuş sözde medeniyetinden alma yoluna gidilmiş ve ne zaman ki İslam ahlakı terk edilip batının normları kâle alınır olmuş ise, işte o zaman koca bir İmparatorluk göz açıp kapayana kadar, bütün ihtişamını, güç ve kuvvetini yitirmiş; büyük bir ruhi çöküntü ve bunalım yaşayarak tarih sahnesinden silinip gitmiştir.

Biz 21. asrın garip Müslümanları olarak eğer, mütekâmil din olan İSLAM’ın yeryüzünün en ücra köşelerinde bile hâkim ve payidar olmasını istiyorsak, en başta kendimizden, aile efradımızdan başlayarak, hayatımızı tabiri caiz ise tepeden tırnağa değiştirmemiz gerekmektedir.

Yani Müslüman, hayatında tam manasıyla bir inkılab, bir devrim gerçekleştirmek zorundadır. Çünkü bütün ecramın yegâne sahibi ve Rabbi Allah(c.c.):“Şüphesiz ki bir kavim, kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” (6) buyurmuşlardır.Demek ki bu hayatımız değişmedikçe, bu köhnemiş düzenin yerine Hakkı hâkim kılmadıkça, hayatımızla, evimiz-barkımız, aşımız-işimiz, caddemiz-sokağımız topyekun değişmediği sürece, kimse bu hayatın değişeceğine veya İSLAM’ın gökten zembille geleceği zehabına kapılmasın!..

Faiz, içki, kumar, haramlar üzerine kurulu bir düzenin temelden değişmesi için, her şeyden önce biz Müslüman bireylerin hayatının değişmesi lazım. Çoluk çocuğumuz, komşumuz ve çevremizdeki insanların akideleri, kültürleri, yaşam tarzları, fikir ve düşüncelerinin değişmesi lazım. Biz Müslümanlar sadece kendimizin değil, bütün aile efradımız ve yakınlarımızla öyle mükemmel bir İSLAM’i yaşama tarzı ortaya koymalıyız ki bize gelen bizde dirilsin. Bizim için;” Ne kadar emin, ne kadar temiz, dürüst, ne kadar mert, hayırsever ve ne kadar takva sahibi bir insan, keşke ben de bu insan gibi olabilseydim” diyebilmelidir. Ve toplumda her Müslüman bir AHLAK âbidesi olmalı ki, insanlar bizden etkilensin, bize gönül versin ve bizim elimizle kurban olduğum İSLAM dininde sebat etmiş olsun…

Bütün bunları yaparken az önce deklare ettiğim gibi, toplumu, ümmeti, devleti ayakta tutan ve hayat damarı ve çekirdeği olan AİLE’den başlamak olmazsa olmazdır. Hz. Peygamber, kendisine Hirâ ufuklarında emri İlahi gelir gelmez, ilk olarak ailesi ve yakınları Hz. Hatice-i Kübra, Hz. Ali ve Zeyd b. Harise ile başlamadı mı? Ve daha sonra durmak-dinlenmek bilmeksizi, bu İlahi davayı insanlara ulaştırmak için geceli-gündüzlü çalışmadı mı?

O halde bu ezeli ve ebedi davaya talib olan ve omuzlarına yüklenen biz inananlar, nasıl yerimize mıhlanıp kalacağız!? Bize Resul-i zişan tarafından tevdi edilen bu dini şaha kaldırmak her müslümanın ilk ve en önemli görevi olmalı değil midir!? 

Belki çoğumuzun içinde olduğu zaaflardan sadece bir tanesi ailesine karşı olan tutumu… Biz her yerde, her halükârda insanlara İSLAM’ı anlatma gayreti içersine giriyoruz da, acaba bu arada kendi ailemize de aynı hassasiyeti gösterebiliyor muyuz; ya da İSLAM’ı insanlara anlatırken, aynı duyarlılıkla bu anlattıklarımızı yaşayabiliyor muyuz? Yoksa Allah (c.c.):

“Siz Kitabı okuduğunuz halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz” (7) Ayeti celilesine muhatap olan insan kategorisinde yer alanlardan mıyız acaba!..

Yeryüzünün imarına, dirliğine, sevk ve idaresine talib olan Müslüman, her halükarda mükemmel ve kaliteli olmak zorundadır. Ne pahasına olursa olsun, kendisini bekleyen zorlu, meşakkatli, çile dolu hayata hazırlaması lazımdır. İşte ancak bunu gerçekleştirdiğimiz zaman, sahip olduğumuz izzet ve şerefi Rabbim bizlere müyesser kılacaktır. Bunu yaparken de yine ailemizden, yakınlarımızdan, çevremizden başlamamız lazım.

Aslında ben ya da bizler meseleyi uzaklarda aramak yerine, bence ilk önce kendimizden başlamamız gerekir. Kendimizi ölçmemiz, sınamamız gözden geçirmemiz lazım. Acaba kendi aile efradımla İSLAM’ın neresindeyim, Bu dine ne kadar yardım ediyor ve bu dini ne şekilde nasıl yaşıyorum? Ve Rabbimizin şu fermanını hatırlayalım: “Şimdi nefislerinizi temize çıkarmaya kalkışmayın! Günahtan korkup sakınanı en iyi bilen O’dur!” Ben bir kere önce, kendimi temize çıkarmak gibi bir niyet taşımıyorum…Öz eleştiri yaparken önce sahneye kendimizi koymamız gerekmez mi!? Sadece bir misal vererek konuyu kapatmak istiyorum..

Benim ilk doğan iki çocuğum da kızdı, Rabbime hamdolsun. Ayda haftada bir değil, istisnasız her gün özellikle yatmadan önce tıpkı okulda verilen dersler gibi, baş uçlarına oturur uzun uzadıya Kur’an kıssalarını, siyer, sahabe hayatı ve özellikle bir Müslüman hanım için örtünün, cilbanın, çarşafın Allah nezdinde örtünmenin ne kadar büyük bir değer ifade ettiğini o minnacık beyinlerine nakış nakış işlemeye çalıştım. Bıkmadan, usanmadan anlatmaya devam ettim.

Daha ufacık çocuklar iken bile, başörtüye karşı özel bir ilgi ve alaka duymaya başladılar.Ve inanır mısınız kardeşler! Kızlarım belli bir yaşa geldiklerinde ikisi de bir gün yanıma gelip şöyle dediler: Babacım, eğer senin ve annemizin izni varsa, ikimiz de çarşaf giymek istiyoruz!

Aman ya Rabbi! Bu ne şeref bu ne asalet bu ne müthiş bir saadettir ki, insanın evladı hiçbir cebir ve zorlama olmadan, kendi özgür iradesi ile böyle bir talepte bulunsun!..

Evet dostlar! Hemen vakit kaybetmeden çocuklarıma çarşaf aldım ve o gün bugündür hala o örtü ile yaşamaktadırlar. Rabbim her anne babaya böyle evlatlar nasip etsin inşallah.

Aile ve aile fertlerinin her biri kesinlikle, Allah’a, Peygambere, İslama ve Kur’an’a gönül vermiş ve bedenlerinin her zerresiyle gece-gündüz Allah için mücadele, azim, gayret ve cihad eden birer nefer olmalılar ki Alah(c.c.) Subhanehu ve Teala bu dini yeryüzünde biz Müslümanların eli ile hâkim ve payidar kılarak Dünyayı ve insanları saadete erdirsin, Zalimlerin Müslüman millete reva gördüğü bu acı, savaş, zulüm kan ve gözyaşları yok olup gitsin.

Unutulmamalıdır ki, her bir ev ve her bir aile “DAR’UL ERKAM” olmalı, İslam hem anlatılmalı ve hem de yaşanmalı ki yeryüzünün akışı ve çehresi değişsin. Her aile ferdi birbirine karşı Selman-i Farisi ve Ebu Derda misali Allah için âşık olmalı ki bu din yaşanır bir din olabilsin.

Ve Her müslümanın evi bir Dar’ul İSLAM olmalı, Dar’ul İSYAN değil…

Dipnotlar:

(1) 30 Rum:21

(2) 42-Şura 45

(3) Müslim,Ahmed b.Hambel,Müsned

(4) İbni Mace,Nikah 50

(5) Buhari,Müslim,Ebu Davut ,Tirmizi

(6) 85 Râd:11  

(7) 2 Bakara:44 

(8) 80 Necm