Şaban ENTEROĞLU
VAHYİN GÖLGESİNDE YETİŞEN MÜSLÜMAN PORTRESİ
Gücünü Allah’tan alan, Kur’an’a aşina olup onunla hemhal olan, o Kelam-ı Mubîn’i hayatın her zerresine nüfuz ettiren ve daha sonra, Resul-i Zişan’ı kendine rehber ve önder kılan müminler, şüphesiz dareynde de mutlu ve bahtiyar olanlardır.
Cenab-ı Mevla defaatle Kur’an-ı azimuşşanda, Allah ve hatemul Enbiya Hz. Muhammed (a.s.v.)’e gönül vermiş muvahhid, mücahit kullarını anarken “Onlar namazlarını huşu içinde kılarlar; Onlara mevki ve makam verdiğimizde dahi yolumuzdan sapmazlar; Onlar dosdoğrudurlar; Yalan söylemezler; Emanete riayet ederler; Kâfire karşı zorlu ve çetin, müminlere karşı merhametli ve şefkatlidirler; Mümin kardeşlerini çok sever, onları kendilerine tercih ederler; Onlar cennet mukabilinde hayatlarını Rablerine satmışlardır; Onlar boş şeylerle uğraşmazlar; Her gün daha iyi ve her gün yeni bilgiler elde eder, cahillerden sakınırlar; Onlar hakkıyla iman edenlerdir; Ve akibet muttakilerindir” vb. yüzlerce ayetle bu şekilde tasvir ediyor.
Evet, gerçekten müminlerin, diğer bütün insanlardan farklı, apayrı ve bambaşka bir yaşam tarzları vardır. Çünkü ne pahasına olursa olsun, Rabbimizin Kur’an’da övdüğü müminler, asla kullara kulluk etmeyi akılların ucundan bile geçirmezler. Ancak ve ancak izzet ve celali, kudret ve azameti ile kâinatın her zerresine hükmeden, her şeyi kudret eli ile sevk ve idare eden, Allah (a.v.c.) Subhanehu ve Teâlâ’ya kulluk eder, O’nun için yaşar, O’nun için ölür, kulluk ve ibadetlerini O’na hasreder, yardımı ve rızıklarını ancak O’ndan talep ederler.
Şüphesiz ki insanoğlu hata ile maluldür. Ama gelin görün ki biz zamane Müslümanlarının o kadar çok fazla hatası, eksiği, kusuru, masiyeti ve manevi zafiyetleri var ki, bunu gerçekten dile getirmekten utanıyor, sıkılıyor, hicap duyuyoruz. Çünkü bizler, özellikle bu topraklarda yaşayan Müslümanlar; seksen beş yıldır mevcut sistem tarafından o kadar meyûs bir şekilde asimile edildik ki, gayri İslami ve gayri ahlaki onlarca yanlış kavramı doğru, doğru olan birçok İslami eylem ve söylemi de yanlış olarak algılamaya, telakki etmeye başladık. Bariz birkaç örnek vermek gerekirse, hepimizin yakından müşahede ettiği şu kandiller, mevlid okumalar, manasını ve mahiyetini bilmeden, Asrı Saadet’te sahabe-i Güzin tarafından böyle bir tatbikat ve uygulama olmadığı halde, binlerce hatim indirilip, güzel kıraatlerle “Kur’an ziyafetleri” tertipleme, türbelere akın akın insanların başvurup medet ummaları, “din işleri ayrı, dünya işleri ayrı; benim kalbim temiz olduktan sonra namaz kılmasam da, oruç tutmasam da, hacca gitmesem de Allah beni affeder” gibi, daha binlerce şuursuz yanılgılarla bu Müslüman halk yozlaştırıldı ve bütün değer yargılarından koparılıp, cehalet bataklığına sürüklendirildiler. Sanki din buymuş gibi insanlar acımasızca özünden uzaklaştırılıp koparıldılar ve yıllardır yanlış mecralara/dehlizlere doğru sürüklendirildiler.
Gerçek ve asli hüviyetinden arındırılmış bir dinle karşı karşıya bırakılan Müslüman halk maalesef, yıllarca bitmeyecek, hasret ve özlemini çekecek manevi değerlerinden uzak, yabancısı olduğu yeni bir hayat tarzıyla yaşamaya mecbur bırakılmışlardır. Hal böyleyken doğal olarak Müslümanlar, doğru olarak telakki ettikleri aslında uhrevi ve dünyevi her iki cihette de tam bir yanlışlar yumağı, İslam’dan tamamen kopuk, mevcut sistemin halkı asimile ederek dikta ettiği, tamamen hurafe ve batıl inançlarla dolu, resmi statüye büründürülmüş yeni bir din ile yaşamaya mahkûm edilmişlerdir.
İşte bu meyanda, gerek Türkiye’de ve gerekse bütün dünyada, İslam’ın çağlar üstü emsalsiz düsturuyla mücehhez olmuş, Kur’an’a vakıf, İslam’ın temel prensiplerini bilen, İslam alimlerinin göz nuruyla yazılmış eşsiz eserlerinde mevcut, engin bilgi hazinesi ile donatılmış, Peygamberin örnekliğine tabi olmuş, muvahhid ve mücahit bir neslin, bir gençliğin yeniden inşa edilmesi lazımdır.
Cenab-ı Mevla’nın; “...Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez...” (13/Ra’d, 11) dediği şey, işte budur. Vahy-i ilahi ile donanmış yeni bir nesil, yeni bir gençlik, yeni bir İslami toplum…
Harama asla el uzatmayan, süfli arzularına gem vurmuş, gayesi, hedefi, yalnızca ilâyı Kelimetullah uğruna hakkı hâkim kılmak olan, cebir, işkence, zorbalık ve zorluklara göğüs gerip mukavemet gösterip sabredebilen, her halükarda kulluk ve ibadetinden asla ödün vermeyerek, her lahza adeta bir takva âbidesi konumunda, bütün insanların gıpta ile baktığı, iffet, ahlak ve şecaati ile sembol olan, ilimle yoğrulmuş, örnek, önder, rehber ve lider olacak, imanlı bir gençliğin yetiştirilmesi, bütün insanlık için hayati bir önem ve ehemmiyet arz etmektedir.
Bunun için adı Müslüman olan her insana çok büyük sorumluluklar, bedeli cennet olan ağır görev ve fedakârlıklar düşmektedir. Bu uğurda Sahabe-i Güzin misali gözünü kırpmadan, madden ve mânen; malından, canından, yurdundan, ailesinden, evladından ve en ulvi değerlerinden, feragat etmesi gerekmektedir.
Din-i Mubîn, Kur’an-ı Azimuşşanın bütün Yeryüzünde mutlaka hâkim ve payidar olmasını arzulayan ve bunun için azmetmiş, cehdetmiş, Allah adına söz vermiş dava eri müminler, kesinlikle şu şuuru mutlak manada bilmelidirler:
Yeryüzüne önder ve rehber olmak için gönderilen son ümmet olan Müslümanlar, yurdunda, mahallesinde, okulunda, iş yerinde, evinde hâsılı toplumsal hayatın her boyutunda birer numune-i imtisal olmalıdırlar.
Bir başına mücadeleye başlayarak, en ufak bir bıkkınlık, bezginlik, karamsarlık, yorgunluk hissetmeden hayatı pahasına davasında en ufak bir taviz vermeden insanlara İslam’ın tebliğini ulaştıran Allah Rasulü’nün, Sahabe-i Kiramla beraber Mekke’den Medine’ye ve oradan da bütün dünyaya, Cenab-ı Mevla’nın son dini olan İslam’ı ikmal ederek, milyonlarca gönül erini dünde, bugünde, yarın ve kıyamete kadar da kitleler halinde insanları, o eşsiz ve emsalsiz ahlakı, o engin samimiyeti nedeniyle peşinden koşturacak, kendine hayran bırakmaya devam edecektir. Yeter ki inananlar, mutlak manada bu davaya gönül vermiş olsunlar.
İşte biz Müslümanlar, o aziz ve yüce Peygamberin ümmeti olduğumuz için, ancak ve ancak onun hayatını baz aldığımız ve onun ahlakını gerçek manada örnek aldığımız zaman, yeryüzünün imar ve inşasına talip olabilme hak ve salahiyetine sahip olabiliriz.
Bunun için kesinlikle Müslümanın hayatında, sebep ne olursa olsun yalan, gıybet, iftira, rüşvet, faiz, zina, içki, kumar, hased gibi Müslümanların hayatını kemiren, İtikadına halel getiren, kulluğunu sekteye uğratan masiyetler olmamalı, bu çirkin davranışlardan uzak durmalıdır. Allah’a ve Peygamberine gönül vermiş inananlar, temiz ve günahsız bir toplum meydana getirmek için azami gayret ve çaba sarf etmeli, mutlaka bunu yerine getirmek için kendilerini bu konuda memur ve mecbur hissetmelidirler. Bunun kesin bir görev, olmazsa olmaz bir vazife, bir vecibe olarak telakki etmelidirler. Çünkü ilahi dava bunu gerektiriyor. Gayesine ulaşmak, muvaffak olmak, çirkeflerle dolu yeryüzünün madden ve mânen yeniden imar ve inşasına talip olan Müslümanlar, tertemiz, pırıl pırıl, sahabe misali bir Müslüman imaj ve portresini hayata geçirmek zorundadırlar.
Eğer biz son asrın Müslümanları, Sahabe-i Kiram gibi, inen her ayeti hayatımıza sirayet ettirebilseydik, hayatımızdan söküp çıkardığımız Kelam-ı Mubîn’i gerçek manada kalplerimize indirip, bütün hayatımızı onunla kuşatsaydık…
Kur’an’ın her bir ayeti celilesi, inzal edildiği gün gibi yeniden gönüllerimizi bu gaflet uykusundan uyandırsaydık, Kur’an’ı tümüyle ilahi bir anayasa olarak tekrar hayata hâkim kılabilseydik; işte o zaman yeryüzünün çehresi değişir, bu savaş, bu kan, gözyaşı, kargaşa, acı ve hüzün dolu dünya yerine; özgür, huzurlu, saadet ve mutluluk dolu bir dünya inşa edilmiş olacaktı.
KERİM’İ MÂBUD OLAN RAHMAN’A EMANET OLUNUZ…