İtikad ve itikadda usul
İtikadın esasları nelerdir? Bu esasları kim belirler? Biz bu esaslardan ne şekilde sorumluyuz? Bütün bunların bilinmesi ve buna göre inanılarak, amel edilmesinde hayati önem görmekteyiz.
Allah’ın dininin üstünlüğüne inanan, bu dinin hükümlerine uymakla dünya ve ahiret saadetinin elde edilebileceğine gönülden bağlanan bir Müslüman, ister itikadıyla ilgili olsun, isterse ameliyle ilgili, bir mefhumun sahibi olacaksa, bu mefhumunu mutlaka ŞER’Î bir delile dayandırmak zorundadır.
Müslümanın, Şer’i delile dayandırılmamış herhangi bir görüşü veya mefhumu ne itikadında ne de davranışlarında esas alması düşünülemez. Dolayısı ile böyle Şer’i delile dayanmayan bir mefhuma göre itikad edemez. Davranışta da bulunamaz.
Kişinin hürriyeti açısından gerekli olan da budur. İsteyerek yapılan müsbet-menfi her davranış gibi, kişi, düşünüp taşınıp emin olduğu itikadî tercihinden hesaba çekilecektir. İnsan, kendi seçimi sonucu benimsediği itikadının sonucuna da katlanmak zorundadır.
Konunun içerisinde daha geniş şekilde açıklanınca g.rüleceği gibi, İtikat emin olmayı gerektirmektedir. Emin olunan şeyler ise sadece Kur’an’m sübut ve delalet yönlerinden kesin olan ayetleridir. Bunları Rabbimiz Kur’an’ında biz kulları için açık-seçik bildirmiştir.
Kur’an’da hiçbir şekilde yer almamış, zamanla Yahudi veya Hıristiyan kültürlerinin etkisi ile İslam itikadına girmiş uydurma hikayeler İslam itikadı imiş gibi görülmemelidir.
Biz, Müslümanım diyen kişinin itikadında sapmaya girmemesi, aykırı davranışlarda bulunmaması için öncelikle İTİKAD’ını sağlam esaslara dayandırarak çok iyi bir şekilde bilmesi gerektiğine inanmaktayız. İtikadın esasları nelerdir? Bu esasları kim belirler? Biz bu esaslardan ne ölçüde sorumluyuz? Bütün bunların bilinmesi ve buna göre inanılarak amel edilmesinde hayati önem görmekteyiz.
İşe itikadın tanımı ile girmek konunun aydınlanmasına yardımcı olacaktır.
İTİKAD NEDİR?
İtikad, AKADE kökünden türetilmiş ve “ÎMAN” kelimesiyle çoğu kez eşanlamlı kullanılmıştır. “Düğüm atmışçasına bağlanmak, bir şeye gönülden inanmak, gönülden benimsemek” anlamına gelmektedir.
Sözlük anlamı bu şekilde olan itikad dini bir terim olarak:
a) Allah’ın inanılmasını istediği şeylere bağlanıp kalma,
b) Allah tarafından inanılması ve teslim olunması istenen şeylere bilerek inanma,
c) İnanılması istenen esaslan aklen ve kalben tasdik etme anlamlarında kullanılmıştır.
Ancak bu tanımlar İslam itikadı için geçerlik taşımaktadır. Halbuki İslam dışında da inançlar vardır. O halde bütün bu inançları içine alacak mahiyette bir tanım yapmak gerekir:
İTİKAD: Kişinin Allah, insan, hayat ve kâinat hakkındaki anlayışlarını kapsayan, olaylara bakış tarzını belirleyen düşüncesine denir.
Bu tanıma göre, İslam’ın iman esasları bir mü’minin itikadını oluşturduğu gibi, Marksizmin ve Kapitalizmin esasları da kendilerine inananların itikadını oluşturur.
İslam’da İtikad: Allah ile akıl sahibi kulu arasında, Allah’ın inanılmasını istediği hususlarda, inanılmasını istediği şekilde yapılan akidleşmedir.
Bu akdin konusu, kesin olarak Allah’a teslimiyettir. Bu teslimiyeti ancak hür irade ve akıl sahibi kişiler göstereceği için, akidlerine sadakat gösterenler karşılıklarını mutlaka göreceklerdir.
Aynı zamanda bu teslimiyet yalnızca itikada, inanca ait olan teslimiyettir.
İSLAM’DA İTİKAD ESASLARI
İslam inancına göre, kaynağı vahye dayalı İlâhî dinlerde âkide esaslan ilk peygamber Hz. Adem’den son peygamber Hz. Muhammed’e (S.A.V.) kadar hiçbir değişikliğe uğramamıştır. Kur’an-ı Kerim’in genel muhtevasından anlaşıldığına göre bütün peygamberlerin tebliğ ettiği itikadın temelini TEVHÎD inancı oluşturmaktadır.
Bu inanç hiçbir peygambere farklı gönderilmemiş iken, zaman içerisinde tevhid inancından sapanlar olmuş, insanların müdahaleleri ile îlâhi dinin akidesinde tahrifat meydana getirilmiştir. Bu tahrifat sadece Yahudi ve Hıristiyanlara mahsus kalmamış. Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği saf, arı ve duru İslam da bu tahrifatdan -hem de fazlasıyla- nasibini almıştır.
Gerçekten, Allah’ın Kur’an’da itikad esaslarını belirlediği İslam’ın aşırı dindarlık gayretleri neticesinde ne hallere gelmiş olduğu hepimizin malumu değil mi?
Konumuz “İtikattan sapmalar” olmadığı için detaya inmeye gerek yok. Ancak, biraz önce bütün peygamberlerde itikadın özünün aynı olduğunu söylemiştik. Bu sözlerimize Kur’an tanıklık ediyor. Şöyle ki:
Kur’an’ı Kerim’de, Hz. Muhammed’e indirilen vahyin Hz. Muhammed’den önce gelen peygamberlere gönderilen vahyin aynısı olduğu (Nisa 163) ve Hz. Muhammed’e gönderilen kitabın önceki kitapları tasdik ettiği (Fatır 31) ifade edilmektedir.
Kur’an’da İslam itikadının üç ana konusunu teşkil eden Allah, Peygamber ve Ahiret inancının geçmiş İlâhi dinlerde de aynen mevcut olduğu belirtilir.
Vahyin ve peygamberliğin bulunduğu yerde, meleklerin ve kitapların bulunacağı da muhakkaktır. (Nahl 2, Ali İmran 3-4, İsra 55, Hadid 25)
Kur’an’da belirtilen itikad esaslarını kısaca maddeler halinde şöylece sıralamak mümkündür:
1- Allah vardır, varlığı kendisinden olup hiçbir şeye muhtaç değildir. Ezeldir, ebeddir.
2 – Kâinat bütün nesneleri ile yaratılmıştır. Tek yaratıcı ve yegâne hüküm sahibi Allah’tır.
3 – Gönüllerden geçeni yalnızca Allah bilir. Gaybın anahtarları Allah’ın elindedir. Yarattıklarının rızkına Allah kefil olmuştur.
4 – Allah birdir. Yegane ibadet edilecek ma’bud O’dur. Allah hiçbir şeye benzemez. Her türlü eksiklikten münezzehtir.
5 – Allah diridir, bilendir, işitendir, görendir, herşeye gücü yetendir, yaratandır. Kelâm sahibidir.
6 – Peygamberlik müessesesi haktır. Hz. Muhammed son peygamberdir.
7 – Melekler, Allah’ın bütün emirlerine boyun eğen nurani varlıklardır.
8- Allah zaman zaman peygamberlerine kitaplar göndermiştir. Tevrat, İncil, Zebûr ve Kur’an bu kitaplardandır.
9 – Ahiret hayatı, cennet ve cehennem haktır.
Bu anlatımlardan şu sonucu çıkarmamız mümkün olabilmektedir.
İtikada konu olan hususlar, zamana, mekana, fert ve toplumlara göre değişiklik göstermemektedir. Ayrıca itikadi konular bir bütünlük arzettiğinden b.lünme kabul etmemektedir. Kısacası akidevî esasların bir kısmına inanıp, bir kısmına inanmamak gibi durum söz konusu olamamaktadır.
İTİKADDA USÛL NASIL OLMALIDIR?
İtikadi konular kişinin “insan, hayat ve kâinat hakkındaki genel düşünüşünün” sonucu olan konular olduğundan bunlara ilişkin bilgiler kesin olmalıdır. Yine itikadı konular kişiler hakkında inanmış-inanmamış; mü’min-kafir gibi sıfatlandırmaları gerekli kılacağından yine kesinlik ifade edecek kadar kuvvetli bilgiler olmalıdır.
İtikadi konularda zanna yer bulunmamalıdır. Bunu bize Kur’an bildirmektedir. Nitekim Yunus suresinin 36. ayetinde şöyle buyurmaktadır:
“ONLARIN ÇOĞU ZANNDAN BAŞKA BİR ŞEYE UYMUYORLAR. ZANN İSE HAKİKATTEN-HAKTAN BİR ŞEY İFADE ETMEZ. MUHAKKAK Kî ALLAH, ONLARIN NE YAPTIKLARINI BlLlR.”
Kısacası ZANN, şüphe anlamına geldiğinden itikatta kesinlikle yeri olmamalıdır. İster az olsun ister çok olsun Zann-Şüphe itikat için tehlikelidir.
İtikadi konularda “Kendisinde şüphe bulunmayan Kur’an yetkili kılınmıştır (Bakara 2). Bu bakımdan İslam akidesinin temeli Kur’an’a dayanmakla oluşur. Çünkü Kur’an en sağlam, mütevatir nakildir. İtikat ile ilgili konuların tamamı Kur’an içinde sonuçlandırılmıştır. Bu yönüyle hiçbir delil Kur’an ayetleri kadar Müslümanı bağlayıcı olmamalıdır. İtikadî yönden önünden ve arkasından söz söylenemeyecek konuların tamamı Kur’an’da belirlenmiştir.
İslam itikadı son derece berrak, açık, net ve sadedir. İtikat bu sadelikte ele alınmalıdır. Kur’an’ın biçimlendirdiği ve inanılmasını istediği akide üzerindeki tarihî-kelâmî tartışmalar âkîde zannedilmemelidir.
Tamamının Allah’tan olduğunda şüphemiz bulunmayan Kur’an ayetleri Subut-i katidir. (Haberin ve naklin sabit oluşu yönünden) Delalet ettikleri mana itibariyle iki halde bulunur.
1 – DELALETİ KAT’İ (MUHKEM) OLANLAR:
Bu haldeki Kur’an ayetleri, kendisinden ifade ettiğinin dışında bir anlam çıkartmanın mümkün olmadığı Kur’an ayetleridir. (Ali İmran 7)
Diğer bir ifadeyle, manası ilk bakışta kolaylıkla anlaşılan bir başka açıklamaya ihtiyaç göstermeyen ve tek manası olan ayetlerdir. Kur’an’da, helal ve haramı bildiren ayetler ile namaz, oruç, hac, zekat vb. ibadetleri bildiren ayetler muhkeme örnek gösterilebilir.
Allah’ın varlığı ve birliğini, her şeye gücünün yeteceği, gönüllerden geçenleri yalnızca O’nun bileceği, rızkın sahibinin yalnızca Allah olduğu, kainatın düzenleyicisinin yine Allah olduğu, düzen koyanların en hayırlısının Allah olduğu, yarattıklarını her zaman ve her yerde görüp-gözetleyenin O olduğu vb. konuların hepsi muhkem ayetler çerçevesinde düşünülecek ayetlerdir.
HÜKMÜ: Kur’an ayetlerinden bir tanesini ve hatta bir kelimesini inkar küfrü gerektirir. Kur’an ayetinin muhkem olanlarını veya ayetlerin taalluk ettiği manayı inkar veya tahfif etme yani hafife alma da küfrü gerektirir.
Faizin haranı olduğunu inkar etmek, hırsızın elinin kesilmesinin çağ dışı bir uygulama olduğunu söylemek, namazın gereksizliğini savunmak, içkinin haram oluşu ile alay etmek gibi hususlar bu cümledendir.
2 – DELALETİ ZANNİ OLANLAR (Maksadı kesin olmayanlar)
İtikadi konularda delaleti zanni Kur’an ayetleri, bulundukları hal ile ve açıklanması yapılmadan itikadın konusu olmalıdır.
Kur’an’da bu tür ayetler genellikle gaybi konular içermektedir, itikattaki teslimiyyet unsuru yeniden hatırlanırsa Allah, Kur’an’ın Bakara suresinin 3. ayetinde mü’minlerin vasıflarını anlatırken “Onlar gayba iman ederler” buyurarak teslimiyet çerçevesini çizmiştir.
Gaybi konularda yorum yapılmamalıdır. Çünkü akıl gaybi konulara açıklık getirebilecek güçten yoksundur.
Gaybı ancak gaybın sahibi bilir. Bizim gayb hakkındaki bilgimiz, gaybm sahibinin (ALLAH’IN) bildirdiği kadar ile sınırlıdır. Örneğin:
Öldükten sonra dirilmeyi, içimizden bizzat yaşayıp bize nakleden olmadığından öldükten sonra dirilmenin keyfiyeti hakkında teferruata dalıp, yorum yapmanın hiç gereği yoktur. Ancak Allah’ın Kur’an’da bildirdikleri ile yetinmemiz gerekir.
Cennetin, cehennemin, meleklerin, geçmiş peygamberlerin, Allah’ın, ahiret gününün mahiyeti gibi itikadi koîıularda Kur’an’da ne miktar bilgi verilmiş ise o kadarıyla inanmamız gerekir.
İtikadi bir konuya ait olan Kur’an ayetlerinin yine kendileri gibi kesin olan bir başka Kur’an ayeti ile açıklanması mümkün olabilir. Ancak burada şu hususa dikkat edilmesi gerekir. Kur’an ayetleri gibi kesin olan bir hususun zanni olan bir delil ile açıklanması mümkün değildir. Bu durum usûl bakımından yanlıştır. Çünkü zann, kat’i olan bir delili açıklamaktan uzaktır.
Bu açıklamaların ışığı altında şunu rahatlıkla söylemek mümkündür ki: Müslümanın itikadî konularda Kur’an dışında bir mezhebin sahibi olması, bir başkasının görüşünü kendisine delil alması düşünülemez.
HADİSLER İTİKADİ KONULARDA DELİL OLUR MU?
Gerek klasik kitaplarda ve gerekse günümüzde bazı kişiler tarafından hadislerin bazı kısımlarının itikadi konulara delil teşkil edeceği konusunda bilgiler verilmektedir.
Hadisle ilgili tarihi bilgiler, hadislerin itikadi konulara delil olup-olmayacağı konusunda gerçeğin ortaya çıkmasına yardımcı olacaktır.
1- Hz. peygamber hayatta iken Kur’an ayetleri dışında kendisinin ağzından çıkan sözlerin hiçbir tanesinin yazılmasına izin vermemiştir. Bu husus tarihi bir gerçektir. Hadis usulcülerinin ittifakla bildirdiklerine göre, peygamberin hayatından Allah’ın vahiylerini yazan “VAHİY KATİPLERİNİN” yanı sıra, “HADİS KATlPLERİNlN” bulunduğu gibi hiçbir haberi bilmiyoruz. Peygamber, çevresinde hadis yazıcıları oluşturmamıştır.
Hz. Peygamber’in sözleri diye bize kadar nakledilen hadislerin Peygamber’in ölümünden çok sonraları H.100 yıllarında Ez-Zühri tarafından tedvin edilmeye başlanıldığı kaynaklarda yazılıdır.
Bu kadar uzun bir süre içerisinde, metin olarak bir sözün hiçbir değişikliğe uğramadan nakledilmesi mümkün değildir. Yine hadis usulcülerinin ittifakla bildirdiklerine göre, hadis lafızları Hz. Peygamber’e ait olmayıp, sadece Hz. Peygamber’e ait manaların hadis ravileri tarafından lafızlandınlmış şeklidir. Hatta, Arap edebiyatının dilcileri Arap şiirini, dil kuralları için delil olarak gösterirlerken hadis lafızlarını örnek olarak almamışlardır.
Bu sebepledir ki hem sübut yönünden (yani Peygamber’den olup olmadığından) hem de delaleti yönünden zannilik-şüphe arzeden bu tür haberlerin itikadi konumda delil gösterilmesi, böyle bir itikad sahibinin itikadını tehlikeye sokar. Nitekim Kur’an’ın Yunus suresi 36. ayeti öyle bir akideye imkan vermemektedir.
2 – Kur’an’ın da tanıklık ederek bildirdiğine göre Allah tarafından korumaya alınan sadece Kur’an’dır. Kur’an dışında hiçbir söz -söyleyeni kim olursa olsun- mahfuz değildir. Korunmaya alınmamıştır. Bu şekilde Allah’ın korumasına alınmamış haberlerin itikada delil gösterilmesi tehlikelidir.
3 – Yüce Allah’ın hakkında herhangi bir bilgi vermediği konularda Allah’tan başkasını yetkili görmek ve böyle inanmak, bu şekildeki itikad sahibini çeşitli açılardan tehlikeli konuma düşürür.
a) Farkına varılmadan yüce Allah’a acziyet izafe edilmiş olur. Sanki Allah’ın noksan bıraktığı hususu bir başkası tamamlıyor gibi bir izlenim ortaya çıkar ki böyle bir durum Allah inancıyla bağdaşmaz.
b) Allah’ın ulûhiyyeti bir başkasıyla paylaştırılmış olur ki Allah böyle bir Allah’lığa rıza göstermez.
Nitekim Hz. Peygamber’in hayatında kendisine sorulan özellikle gaybi konularla ilgili sorulara kendi yetkisiyle cevap verdiğini göremiyoruz. Rabb’inden vahiy bekliyor. O’na göre cevap veriyor.
4- Aslında Hz. peygamberden mütevatir olarak nakledilen hadis var mıdır? Mütevatirin tanımındaki farklılıklar ve mütevatir hadis sayısındaki farklılıklar bile böyle bir hadisin itikada delil teşkil edemiyeceğini göstermektedir.
Bu tür hadisler varsa müstakil bir itikadi konuyu içermekte olmayıp, olsa olsa Kur’an’da mevcut itikada bir konuyu tekrar cinsinden olabilir.
Önemine binaen burada hatırlatılması gereken bir husus vardır ki o da Hz. Peygamber’den bize tevatür yoluyla gelen haberlerin tamamına yakını yaşantıya-amele yöneliktir.
Nitekim namazın kılmış şeklin ve rekatları, orucun tutulması, hac ibadetinin yapılması vb. ameli konular peygamberden bize tevatüren gelmiştir.
(Kaynak: İktibas Dergisi)