Kadir KORKMAZ
KÂFİRLER AMAÇLARINA MÜSLÜMANLARIN ELİYLE ULAŞMAYA DEVAM EDİYORLAR
Bir pamuk tarlasında toplanmış ürünlere küçücük bir ateş değse ve zamanında müdahale edilemese o ürünler yok olup gitmeye mahkûmdur.
İşte insanlar da pamuk tarlası misali, küfürde çoğunluğa uyduğu sürece, ateşi yakan mı, çoğunluğa uyan mı, yoksa ateşi söndürmeyen mi suçludur?
Ateşi söndüremeyen suçlu?
Kâfirler elindeki tüm güçlerini devreye sokmuş, tüm insanlığı ateşe vermiş ve o ateşi söndürme imkânları bulunduğu halde söndüremeyen mü’minler suçludur.
Kâfirler ve onun medya organları;
Dünyanın hemen hemen her hanesinde tv, tablet ve bilgisayar mevcuttur.
Bireysel olarak yine çoğunda taşınan cep telefonları da bulunmaktadır.
Bu alanlar da en iyi markaları dünyaya ihraç eden ülkelerin başında ABD gelmektedir.
Medya deyince ilk akla sosyal medya gelmektedir. Cep telefonu ve tablet üretimine başlandığından bu günümüze kadar, sosyal medya denilen bu alan tüm insanlığı esir almış durumdadır. Bu platformu kullanmayan hemen hiç kimse yok gibidir. Çocuk yaştakiler, gençler ve akl-ı selim yaşlılar. Adeta beyni uyuşturan, kişiliğini ve karakterini buna göre değiştiren güçlü bir afyon.
Görünen odur ki medyanın her organında, sadece İslâm adına yayın yapanların sayısı istatistiklere göre %17 civarında, %83 oranı da küfürle bütünleşmiş yayınlar söz konusudur.
Bu küfre hizmet eden medyada neler yok ki!
Başta Avrupa olmak üzere medeniyetin beşiği yaftasını kendisine yakıştıranlar, aslında islamafobiye hizmet eden kimselerdir. Kendilerini Müslümanlığa nispet eden kimselerin de bu islamafobiye bilerek ve isteyerek dininden bihaber oldukları için yardım ettiklerini görmekteyiz.
Nasıl mı?
Çocukları susturmak için ellerine verilen cep telefonu veya tabletlerde, kâfirlerin kendi yayınları olan çizgi filmleriyle, bilgisayar gibi hafızası olan çocuklar bu yayınları hafızlarına kaydetmekte ve bunun bir neticesi olarak gençlik ateist ve deist olma ihtimaliyle karşı karşıya kalıyor.
Gençlik evresinde de durum pek farklı değil. Yine kâfirlerin yayınlarıyla dolu olan sosyal medyada gençlerimiz Avrupa’ya özendiriyor ve neticede özgür olma duygusu, örf, âdet ve ananelerimizden gençlerimizi uzaklaştırıyor. Saygı, sevgi ve merhamet gibi değerli duygularını öldürerek İslâm dinine yaşamımızda ikinci planda dahi yer vermeyi doğru görmeyen bir anlayışın kurbanları halene getiriliyoruz.
Bunun sonunda yine istatistiklere göre günün beş ila sekiz saatine yakınını kâfirin attığı oltalara takılarak sosyal medya başında geçiren gençlerimiz; “geleceğimiz” dediğimiz ancak uyuşturulan, şiddete, içkiye, zinaya olan düşkünlükleriyle, bireysel olarak “bana kimse hükmedemez/karışamaz” bilinci aşılanarak nefislerinin kulu-kölesi halinde gelen insanlar yetişiyor.
Çocuk ve gençlerin elden kayıp İslâm dışı anlayışların kurbanı haline gelmemesi için anne babaya özellikle de anneye daha fazla iş düşüyor.
İlk olarak çocuk yetiştirmede ilk öğretmen annedir. Anne çocuğa ne verirse çocuk dünyaya onu verir. ( MALCOLM X )
Maalesef günümüz de laik sistemin kurbanı olan anneler de bu Avrupaî yaşama ayak uydurmuş vaziyetteler.
Örtünme konusundaki zaafları ve iman eksikliği, evlenmeden zina yoluyla anne olanları ve toplum içerisinde hemcinslerini kıskandırmak için giyindikleri elbiseleriyle duygularının kurbanı olmuş durumdalar. Bütün bunları yaparken de kendilerine Müslüman yakıştırmasını yapıp, namus ve ahlâk ahkâmı kesmektedirler.
EVET !
Aslında namus bekçileri ve ahlaktan bahseden, aslında uyuya kalanların en büyük namussuzlar olduğunu unutmayalım. Bu tip insanların dini açıdan hiç bir meşruluğu yoktur. Bu tipler öyle bir yaşam modeli çizdi ki, bir kız ve bir erkeğin, zinaya davetiye çıkardığını görüyor ve aynı evde yaşamasına izin veriyorlar. Aynı Avrupalılar gibi.
Başka bir sorunumuz olan tv. Kanallarında sergilenen kendi yaşam şekillerini (dinlerini) bir örnekle değerlendirelim.
Beş kişilik bir aile. Emekli olmuş ancak faizde ki parasına dokunmayan bir baba figürü. Çocuklarını büyütmek için çalışmak zorunda.
Bu baba iş başvurusunda bulunuyor ve patronuna işe alınması için yalan söyleyerek ben çocuklarıma bugüne kadar haram lokma yedirmedim diyor.
En nihayetinde patron işe alıyor.
Baba bunun sevincini hanesinde çocuklarıyla birlikte kutluyor. Ancak içki şişeleriyle.
Gün geliyor çalıştığı şirketin işleri bozuluyor maaş ve primini alamıyor. Eşi alışveriş için baba dan para istiyor. O da bankadaki vadeyi boz diyor. Tam o esnada patron yeni bir iş aldığını maaş ve prim ödemelerini yapacağını bildiriyor.
Baba eşini arayarak vadeyi bozma diyor maaş ve prim alacağım, eş “Allah’ım sana şükürler olsun, kul sıkışmayınca Hızır yetişmezmiş” diyor. Ne güzel “din” ama!
Evet !
Bu örnekte olduğu gibi nice dizi ve filmlerde senaristler, oyuncular dini böyle lanse ediyor, bütün haramları böyle meşru gösterip dinden bihaber olanların beyinlerini yıkıyor.
Kâfirlerin bir başka yardımcıları da Müslüman ülkelerle yapılan ticaret anlaşmalarıdır. ALLAH (c.c.) ticareti helal, faizi haram kılmışken, tüm ticaret işlemlerinde bir şekilde faizle ilişkilendiriliyor.
Kâfirler ihraç ettiği her alandaki ürünleri vadeli bir şekilde veriyor ve zamanında ödeme alamazsa faiziyle geri alıyor.
Müslüman ülke yöneticileri kâfirlerle ticaretini dost niteliğinde sürdürüyor ve bunu da kendi vatandaşlarını refah içinde yaşatma gayesiyle yapıyor.
Peki, bu durum böyle mi?
Ülkemizden günümüz itibariyle örnek verecek olursak, tarım ülkesi olup da tahıl bolluğuna rağmen tahıl ihraç ediyor. Meyve sebzelerin en kalitelisini ithal edip kendi halkı değil de kâfir halka yediriyor.
Bunun nedeni ekonomi olarak bizden güçlü olmaları ve tehdit etmeleri mi acaba!
“Sen benden bunu almazsan ben sana bunu vermem” mantığı.
Ekonomik verilere göre -değişken bilgidir ancak- tüm dünyayı altı 6-7 Yahudi aile yönetiyor. Çok güçlü ülkelerin başında geldiği kabul edilen ABD ancak o da bu ailelerin bir maşası durumundadır. Bu bilgileri bâzı ekonomistler dillendirmektedirler.
Dolar dediğimiz para birimiyle tüm dünya ekonomisine yön veriyor bu kâfirler. Müslüman ülkelerine yerleştirdikleri kendi ajanları sayesinde oralarda da ayını çarkı işletmektedirler.
Oysa başta Çin ve Arap ülkeleri tüm piyasadan dolarlarını çekse Abd ekonomisi yerle yeksan olur. Yine bu bilgiyi de ekonomistler vermektedirler.
Bu durumda Müslüman ülkelerin yöneticileri Allah''ın dinine mi yardım ediyorlar, yoksa kâfirlere mi?
Oysaki biz Müslümanlar yeryüzünün halifeleri kılınmıştık. Ama biz ne yaptık? Birbirleriyle savaşmaktan, birbirimizi tekfir etmekten, sen yanlış ben doğruyum söyleminde bulunmaktan dünyada varoluş maksadımızı unuttuk.
ALLAH: “Benim ipine sımsıkı sarılın” dediği halde bizler maalesef kâfirlerin yapmak istediklerine farkında olmadan ne kadar da yardımcı oluyoruz değil mi?
Sorsan herkes hoca, herkes âlim. Müslümanım diyenler arasında âyet savaşları: Sahip olduğumuz ilmi birikimimizle şampiyon kim olacak?
Dinamik enerjimizi kâfirlere karşı değil de, mü’minler için tüketiyor ve bizler için çok önemli olan zaman kavramını birbirimize harcıyoruz.
Sürekli kâfirlerin yumruklarını yemek, sadece gard alıp savunma da kalmak, Müslümanları nakavt etmez mi?
Onların zehirli hayatında biz neden panzehir arıyoruz?
Onlar devamlı uyanık ve düşünüyor, biz Müslümanlar ise uykudayız. Çünkü uykuda ki insan düşünemez, rakibine karşı koyamaz.
Aynı filmi ve aynı senaryoyu izlemekten bıkmadık mı?
Onlar bütün savaşçılarını arenaya sürmüşken, biz en iyi savaşçılarımızı neden kullanmıyor, kenarda bekletiyoruz?
Kâfirler her anında canavar yetiştirip, üretiyorken, biz Müslümanlar içerisine sığındığımız kafeslerimizden neden dışarı çıkamıyoruz?
Çünkü içimizde beslediğimiz güç, samimi imân ve cesaretten yoksun da ondan. O yüzden suç, kâfirlere yardım eden biz Müslümanların.