Şükrü HÜSEYİNOĞLU
KUR'ANI TAHKİR VE TEZYİF SUÇU
KUR'ANI TAHKİR VE TEZYİF SUÇU
Kur’an’ın inzal olduğu ilk günden bu yana, hakikat ve hidayet menbaı bu kerim kitaba açıktan düşmanlık edenler olduğu gibi, düşmanlıklarını sinsice yapanlar, hatta onu batıl iddia ve ideolojileri uğrunda istismar edenler de hep var olagelmiştir. Kur’an’a karşı işlenen en büyük tahkir ve tezyif suçunun da bu sonuncusu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bu suçu ilk işleyen, Şam valisi Muaviye olmuştur. Üçüncü Halife Hz. Osman’ın, kendilerine baskı uygulayan ve İslam’a aykırı icraatlarda bulunan valilerinin değiştirilmesi talebiyle Medine’ye gelen Mısır ve Kufeli gruplarca iki ay süren ikinci defa muhasara edilişi sürecinde Halife’nin defalarca yaptığı yardım çağrılarını karşılıksız bırakan ve yardım namına hiçbir şey yapmayan Muaviye, bu iki ay sonunda Hz. Osman katledilince mal bulmuş mağribi misali bunu Ümeyyeoğulları adına iktidarı elde etmenin bir aracı olarak kullanmaya başlamıştır.
Dirisine sahip çıkmadığı Halife’nin ölüsünü istismarı, politik bir yol olarak benimseyen Muaviye, kısa süren bir iktidar boşluğu ardından yoğun ısrarlar sonucunda Hz. Ali’nin İslam toplumunun başına geçmesiyle, meseleyi cahiliye devrinde kalan Haşimoğulları-Ümeyyeoğulları kavgasını canlandırmak için vesile yapmıştır. Bunun için de istismarın dozunu artırarak her fırsatta Şam’da Hz. Osman’ın kanlı gömleğini sergileyip halkı tahrik eden ve meşru Halife aleyhinde yalanlara dayalı propagandalarla asker toplayan Muaviye, iktidara giden yolda istismarda sınır tanımadığını daha sonraları da her defasında gösterecekti.
Saltanata giden yolda meşru İslami yönetime karşı açtığı isyan bayrağının zirvesi olan Sıffin savaşında yenilgiye doğru gidince, Amr bin el As’ın taktik vermesiyle şeytani bir istismara başvuran Muaviye, Kur’an sayfalarını askerlerinin mızrak uçlarına geçirterek “Allah’ın Kitabı’nın hakemliği” talebi adı altında Hilafet ordusunun saflarında bölünmeye yol açmıştır. Hz. Ali bunun bir taktik ve büyük bir istismar olduğunu söyleyip dursa da bir kısım askerine bunu dinletememiş, Kur’an’ın mesajı ve içeriğinden ziyade yazılı bulunduğu kağıt parçalarının kudsiyetine inananlar, “Biz Kur’an’a karşı savaşamayız” şeklinde son derece hikmetten ve idrakten yoksun bir yaklaşımla savaştan el çekmiş, böylece Muaviye saltanata giden yolda önemli bir kazanım elde etmiştir.
Bu şeytani istismar, cahiliye döneminin yeniden canlandırıldığı, Kur’an’ın belirleyen olmaktan çıkarılıp, belirlenen ve zalim iktidarların bekası için payanda olarak kullanılan edilgen bir konuma mahkum edildiği dönemlerin başlangıcı olan Emevi saltanatının yolunu açmıştır.
Kitab’a uymak yerine kitabına uydurmanın iktidarı olan Emevi saltanatının kurucusu Muaviye’nin açtığı Kur’an’ı istismar yolunda bugüne kadar nice zalimler, nice tiranlar, tağutlar yürüdü. Adaleti, servetin bölüşümünü ve tabana yayılmasını, iyiliği emr, kötülükten nehy yükümlülüğünü emreden ve “Onları yer yüzünde iktidara getirdiğimiz takdirde (zorbaların yoluna sapmazlar, bilakis) namazı kılarlar, zekatı verirler, iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeğe çalışırlar. Bütün işlerin sonu Allah'a aittir (her şey sonunda O'na varacaktır).” (Hac 22/41) şeklinde hükmeden Kur’an, zalim otoriteler ve oluşumlara payanda kılınmaya çalışıldı. Zalim ve fasık güçler ve bazı batıl ideolojiler bir yandan Kur’an’ın insanlığa inkılab vadeden mesajlarıyla savaşırken, diğer yandan dirisine karşı savaştıkları Kur’an’ın cesedini, yani yazılı bulunduğu mushafları istismar etmekten hiç geri durmadılar.
Kur’an’ın getirdiği ahkam ve dünya görüşüne tamamen aykırı batıl ideolojiler olan laisizmi, ulusçuluğu, liberalizmi, sosyalizmi dünya görüşü (din) olarak benimseyen ve İslam’ı batıl ideolojilerle sentezleme yoluna giderek İslami literatürde adı şirk olan cürümü işleyen bazı grup, parti ve iktidarlar, Muaviye’nin açtığı yolda yürüyerek, ahkamını ölçü edinmedikleri, mesajlarıyla açık bir çelişki ve mücadele içerisinde bulundukları Kur’an’ın cesedini törenlerinde, halka yönelik propaganda toplantılarında, mitinglerinde istismar edip Kur’an’ı tahkir ve tezyif suçunu işleyegeldiler.
Kuvayı Milliye adlı nevzuhur bir derneğin, İttihat ve Terakki fırkasının yemin törenlerini andıran (ki onların yemin törenlerinde de bir masaya silah ve Kur’an konulup üzerine el konularak yemin edilmekteydi) yemin töreni, Kur’an’ı tahkir ve tezyif suçunun son örneklerinden birini teşkil etmiştir. Kendisine, Akif’in “Şeytan mı sokan fikr-i kavmiyyeti zihninize” mısraındaki deyimiyle fikr-i kavmiyet uğrunda ilan ettiği savaş için “Türk anadan ve babadan doğma Türk oğlu Türk” askerler arayan söz konusu dernek, ulusal bayrak ve ulusal ikon sembolleri altında insanlara yemin ettirirken, silah ve ulus bayrağının yanına Kur’an mushafı koymayı da ihmal etmemiş.
“Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Sizi tanışasınız diye kollara ve kabilelere ayırdık. Allah, katında en şerefliniz, ondan en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah, alimdir, haberdardır.” (Hucurat 49/13) beyanıyla her türlü kavmiyet ideolojisi ve kavgasını batıl kılan Kur’an’ın, o fitne fücur masasındaki konumu, Muaviye’nin askerlerinin mızrak uçlarındaki konumuyla aynıdır: Mesajlarına tabi olunmayıp içeriğiyle mücadele edilen bu hayat ve hidayet menbaının cesedini istismar ederek kitleleri aldatmak ve batıl hedef ve ideolojilerine payanda kılmak.
Kur’an’ı bu şekilde tahkir ve tezyif eden bütün tağuti düzen, ideoloji, parti ve gruplara sesleniyor ve diyoruz ki: Ya tevbe edip batıl ideolojilerinizden arınarak kayıtsız şartsız Kur’an’a tabi olun, ya da çekin o şeytani ellerinizi Kur’an’ın üzerinden!