Şükrü HÜSEYİNOĞLU
SELAMUN ALEYKUM ARAPÇA, GÜNAYDIN TÜRKÇE Mİ?
Diller ve insanların farklı renkleri Rabbimizin ayetlerinden birer ayettir. Bu itibarla hiçbir dilin bir diğerine ontolojik üstünlüğü yoktur. Arapça da Allah’ın bir ayetidir, Türkçe de, Kürtçe de, Lazca da, İngilizce, İspanyolca da, Somalice, Kongoca, Ruandaca da, Hintçe, Çince, Japonca, Malayca da…
Yeryüzünde geçmişten günümüze yaşanan tüm ırkçı, kavmiyet ve kabileci cahiliye kavgalarının temelinde, bu apaçık gerçeğin kavranmamış olması ve kendi kavmiyet, renk ve dillerini diğer insanların kavmiyet, renk ve dillerinden üstün gören cahiliye zihniyeti yer almaktadır, bilindiği üzere.
Cihanşümul bir Rabbani öğreti olarak İslam’ın mesajı, her konuda olduğu gibi bu konularda da son derece aydınlatıcı ve kuşatıcıdır:
“Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, bilenler için gerçekten ayetler vardır.” (Rum, 30/22)
“Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi soylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstününüz en çok takva sahibi olanınızdır. Allah bilendir, (her şeyden) haberdar olandır.” (Hucurat, 49/13)
Kendilerini yoktan var eden, kavim ve kabilelerin, renklerin, dillerin de var edicisi olan Yüce Allah bu şekilde buyurduğu halde, Rablerinin ayetlerine, ayetleriyle bildirdiği hayat ölçülerine kulak vermek yerine, hevalarına ve cahili asabiyet duygularına tâbi olan çeşitli fert ve topluluklar, kendi renkleri dışındaki renklere, kavimleri dışındaki kavimlere ve dilleri dışındaki dillere düşmanlık etme sapkınlığına düşmektedirler.
Özellikle de Türkiye’de son bir asırdır, yabancı dillerden ziyade hassaten Arapça ve Kürtçeye yönelik bir düşmanlığa ve hassaten Arap ve Kürt kavim kimliklerine yönelik bir düşmanlığa tanıklık etmekteyiz. Bunun temelinde de, Kemalizmin kendisini İslam düşmanlığı temelinde konumlandırması yatmaktadır.
Kemalizm öyle bir kitle oluşturmuştur ki, bu kitle örneğin İngiliz ve İngilizce hayranı, buna karşılık Arap ve Arapça düşmanıdır. Bu kitle papaz ve hahamlara sempatiyle, hoca ve âlimlere düşmanca bakmaktadır. Bu kitle rahibelerin tesettürüne sempatiyle bakar, buna karşılık mü’min hanımların tesettürüne düşmanca yaklaşır.
İşte Türkiye’de söz konusu kesimlerin “Good morning”den değil, “Selamun aleykum”dan rahatsızlık duymalarının temelinde böyle habis bir zihniyet inşası (daha doğru ifadeyle zihniyet ifsadı) yatmaktadır.
Bu giriş çerçevesinde, geçtiğimiz ay gündeme gelen “Selamun aleykum” - “Günaydın” tartışmasına dair sözümüzü söylemeye başlayabiliriz.
Önce konuyu kısaca hatırlayalım. Türkiye’de kimi çevreler, kaşıyacakları yeni gündem konusu bulamadıkları zaman bizim köylülerin tabiriyle “gordan ölüleri çıkarma” yoluna gidiyor ve geçmişte kalan kimi konuları ısıtarak gündemleştirmeye çalışıyor.
Mevcut Diyanet Başkanı altı sene önce bir yazı kaleme almış ve orada şu ifadeleri kullanmış: “Cahiliye döneminde birinin evine vardıkları zaman mahremiyete saygı göstermez, ‘Sabahınız hayat olsun’ gibi sözler söylerlerdi. Bizde bazı kimselerin kullandığı, ‘Günaydın, tünaydın’ ifadelerine benzer ifadelerdi bunlar.”
Diyanet Başkanı’nın bu ifadeleri kimi yayın organlarınca geçtiğimiz ay yeniden gündeme getirildi ve kimi Türkçü, Kemalist figürlerin provakatif açıklamalarıyla konu köpürtüldü. Türkçü-Kemalist bir politikacı, konuyla ilgili olarak “Ben Arap mıyım ya? Ben Türk oğlu Türk'üm. Günaydın derim” açıklaması yaptı.
Tabi bu gibi durumlarda muhafazakâr kesimlerin alışıldık bir âdeti olarak, söylediğini tevil etme, ürküttüğünü düşündüğü fincancı katırlarını yatıştırmak için izahat üstüne izahatta bulunma yaklaşımı bu olayda da kendini gösterdi. Diyanet Başkanı, günaydın kelimesinin kullanılmasına karşı bir ifadesinin olmadığını dile getirdi ve “Kaldı ki ben de zaman zaman aynı hitap şeklini kullanıyorum” ifadesini bile kullandı.
Şimdi gelin hep birlikte başlıkta sorduğumuz sorunun cevabını arayalım. “Selamun aleykum” Arapça, “Günaydın” Türkçe midir? “Selamun aleykum” Araplık, “Günaydın” Türklük şiarı mıdır?
Sözü dolandırmadan doğrudan cevabımızı vermiş olalım ki, “Selamun aleykum” evet iki Arapça kelimeden müteşekkil bir terkiptir, fakat Arapça değildir. Zira Rabbimiz, bu Arapça terkibi, biz kulları için bildirdiği cihanşümul/evrensel hayat nizamının cihanşümul selamı olarak belirlemiştir.
Dolayısıyla bu selamlama biçimi artık Arapça değil, “İslamca”dır. Tıpkı Ezan’ın, Kelime-i Tevhid’in “İslamca” olması gibi.
Hakeza, “Günaydın” ifadesi iki Türkçe kelimeden mürekkep olsa da Türkçe değildir. Zira Rabbimizin ayetlerinden bir ayet olan Türkçenin doğal gelişim sürecinde bir ihtiyaca binaen üretilmiş değil, bilakis Kemalist tuğyan hareketi tarafından batılılaşma/bâtıllaşma dayatmasının bir parçası olarak üretilip dayatılmış bir kelimedir.
Bu sebeple bu ve benzeri kelimeler Türkçe değil, açık söyleyelim bâtılcadır. Bâtıla ve bâtıllaştırma girişimlerine direnmek ise, bizim imani mesuliyetimizdir.
Evet biz “Günaydın” ifadesini kullanmıyor ve kullanılmasını da tasvip etmiyoruz. Fincancı katırları ürkecek diye birileri gibi bu yaklaşımımızı değiştirecek veya yumuşatacak da değiliz. Zira bu ifadenin, Rabbimizin ayetlerinden bir ayet olan Türkçe’nin doğal bir parçası, doğal Türkçe bir selamlama biçimi değil, İslam’ın selamlama biçimi hilafına “karşı devrimci” bir yaklaşımla üretilmiş bir ifade olduğunun farkındayız.
Türkiye’deki seküler kesimlerin İslam’ın şiar ve sembolleri karşısında alternatifler oluşturma çabaları, kimi trajikomik durumları da ortaya çıkarmıştır. İslam’ın evrensel selamına alternatif olarak söz konusu çevrelerin “Merhaba” ifadesini sıkça kullanıyor olması, bu duruma bir misaldir. Zira malum olduğu üzere “Merhaba” da Arapça bir kelimedir ve Kur’an’da zikri geçen bir selamlama biçimidir.[1]
Dünyada Selamun Aleykum, Âhirette Selamun Aleykum
Rabbimiz, biz kulları için seçip bildirdiği hayat nizamının adını “İslam” olarak belirlemiştir. İslam; yani esenlik, barış ve Allah’a teslimiyet. Aynı kökten türeyen “selam” kelimesi de insanlar arasında esenlik ve barış temennisini ifade etmektedir.
İşte “Selamun aleykum” ifadesi, İslam’ın bize öğrettiği, Rabbimizin birçok ayetinde vurgu yaptığı ve Rasulullah (a.s.)’ın aramızda yaygınlaştırmamız öğüdünde bulunduğu selamlama biçimi olarak İslam’ın bir şiarı niteliğindedir.
“Selamun aleykum”, dünyada İslam’ın cihanşümul/evrensel selamlama biçimi olmanın ötesinde, cennet selamıdır aynı zamanda.
Rabbimiz, dünyada selamı yaşayıp yaygınlaştıran kullarının, cennet kapılarında melekler tarafından bu selam ile karşılanacağını ve cennette de kendisinin selam hitabıyla muhatap olacaklarını bildirmektedir, ki bu ne büyük bir lütuf, ne güzel bir akibettir:
“Rablerinden sakınanlar da bölük bölük cennete iletilirler. Sonunda oraya gelip kapıları açıldığında, (cennetin) bekçileri onlara: ‘Selamun aleykum. Hoş ve temiz geldiniz. İçinde sonsuza kadar kalmak üzere girin oraya’ derler.” (Zümer, 39/73)
“Orada Allah tarafından bir söz olarak onlara ‘Selam’ vardır.” (Yasin, 36/58)
"Onlar Adn cennetlerine girerler. Babalarından, eşlerinden ve zürriyetlerinden sâlih amellerde bulunanlar da. Melekler onlara her bir kapıdan girip şöyle derler: Sabretmenize karşılık selam üzerinize olsun. Dünya yurdunun sonu ne güzeldir!” (Rad, 13/23-24)
“İman edip sâlih amellerde bulunanlar, Rablerinin izniyle altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere konulmuşlardır. Orada birbirlerine dirlik temennileri ‘Selam’dır.” (İbrahim, 14/23)
“Orada onların duaları ‘Allah'ım! Senin şanın pek yücedir’ sözüdür. Aralarındaki temennileri ‘selam’dır, dualarının sonu ise ‘Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun’ sözüdür.” (Yunus, 10/10)
Evet, dünyada selam, âhirette selam. İşte İslam’ın insanlar için dünyada ve âhiretteki hedefi, insanlığa çağrısı budur.
İnsanların, birbirlerinin kurdu değil yurdu olma bilinciyle hareket edip birbirlerinin esenliğini, iyiliğini temenni ettikleri ve kalben, kavlen ve fiilen selamı yaygınlaştırarak selam üzere bir dünya kurup, hep birlikte âhiret selametini kazanma gayreti üzere yaşayacakları bir hayat...
Bugün dünyanın tam anlamıyla cehennemî bir gezegene dönüşmüş olması, insanların çoğunluğunun maalesef İslam’dan, selam bilincinden uzak, selamın temsil ettiği velayet yaklaşım ve pratiği yerine, insanı insanın kurdu olarak konumlandıran yıkıcı rekabet anlayışının egemenliği sebebiyledir.
İslam, yeryüzünde tuğyanın sebep olduğu fitnenin ortadan kaldırılıp dinin Allah’a has kılınmasını[2] ve böylece yeryüzünde barış ve esenliğin egemen olmasını hedeflemektedir. İslam’ın selamı, işte bu hedefin mü’minlerin dillerinde sürekli canlı tutulması, gündemleştirilmesi anlamına gelmektedir.
İslam’ın bu evrensel öğreti ve şiarını Araplıkla, Arapçayla sınırlandırmaya kalkışmak, ancak bir cehalet izharıdır. Evet İslam Rabbimiz tarafından Arapça üzerinden bildirilmiştir, ancak unutulmamalıdır ki İslam vahyi, Arapça kelimeler üzerinden kendi ıstılahını inşa etmiş, birçok kelimeyi lügat anlamından ıstılahi anlama taşıyıp “İslamca” bir literatür oluşturmuştur.
Bu temel gerçeği dahi bilmeyen ve İslam ve şiarlarına kendi dar, ırkçı ideolojik kalıpları ile yaklaşan kişi ve çevrelerin, İslam’ın esenlik parolası “Selamun aleykum” cümlesinin evrensel mahiyetini anlamalarını beklemek beyhudedir.
Son söz olarak şunu ifade edelim ki, “Günaydın” ifadesi, başta da izah etmeye çalıştığımız üzere iddia edildiği gibi Türkçe bir kelime değildir, fakat “Selamun aleykum” ifadesi Arapçadır, Türkçedir, Kürtçedir, Farsçadır, Malaycadır, Hintçedir, İngilizcedir, İspanyolcadır, Rusçadır, Japoncadır, Somalicedir, Ruandacadır…
Ez cümle, “Selamun aleykum” ifadesi tam olarak “İslamca”dır. Es-Selamu aleykum ve rahmetullah. Selamların en güzeli ve Allah'ın rahmeti üzerinize olsun.
[1] Bkz: Sâd, 38/59-60
[2] Bkz: Bakara, 2/193; Enfal, 8/39
(Not: Bu makale İktibas Dergisi'nin Eylül 2023 sayısında yayınlanmıştır.)