Şükrü HÜSEYİNOĞLU
“MUHAFAZAKAR DEMOKLES”İN KILICI İLKAV’IN TEPESİNDE
“MUHAFAZAKAR DEMOKLES”İN KILICI İLKAV’IN TEPESİNDE
Geçtiğimiz miladi yılın Aralık ayında Ankara’da düzenlediği “Resmi İdeoloji Kıskacında Eğitim Sistemi ve Din Eğitimi” konulu panel sebebiyle medyatik lince tabi tutulmaya çalışılan İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı (İLKAV)’a, AKP Hükümetine bağlı Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından kapatma davası açıldı. Bu beklenen bir gelişmeydi, çünkü Başbakan Yardımcısı M. Ali Şahin, İslam düşmanlığı ve asparagas haberciliği tescilli kartel medyasının dolmuşuna daha ilk günden binmiş ve İLKAV hakkında soruşturma açılması talimatı vermişti.
Söz konusu eğitim panelinde mevcut sistemin insanı öğüten eğitim politikaları eleştiriye tabi tutulmuş ve alternatif eğitim çağrısı yapılmıştı. İLKAV Başkanı Mehmet Pamak, Türkiye'de ahlaki ve kültürel yapıda büyük erozyon yaşandığını iFade ettiği konuşmasında, bu durumun mevcut eğitim sisteminden kaynaklandığı tesbitini yapmış ve şöyle demişti: "Zorunlu eğitim sistemi ulus-devletin istekleri doğrultusunda düşünmeyen, eleştirmeyen ve itaatkâr kuşaklar yetiştirmektedir. Zorunlu eğitim, insanları tek tipleştirmektedir. Ailelerin çocuklarını istedikleri şekilde eğitme talepleri birçok ülkede karşılanmaktadır, ancak Türkiye'de bu tür talepler sert bir şekilde baskı altına alınmaktadır. Devlet okulları zulüm düzenini dayatabilmek için bir araç olarak kullanılmaktadır. Yolsuzluk, fuhuş, uyuşturucu gibi toplumu kemiren olumsuzluklar mevcut eğitim sisteminden kaynaklanmaktadır.”
Panelde konuşmacı olarak yer alan Öğretmen-Sen Genel Başkanı Yusuf Tanrıverdi de, mevcut eğitim sisteminin dayatmacı ve tek tipleştirici işlevi üzerinde duran bir konuşma yapmıştı. Bu haklı tesbitler üzerine, İLKAV’a karşı medyatik linç kampanyası başlatılmış, sözde “siyasetin alanını genişletmek”, “düşünce özgürlüğünü temin etmek” gibi vaadlerle seçim kazanan AKP’nin ilgili yöneticileri de bu kampanyaya balıklama atılıp “söyletmen urun!” korosuna katılıvermişlerdi.
“Soruşturma” tamamlandı ve şimdi İLKAV, Başbakan Yardımcısı M. Ali Şahin’e bağlı Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından kapatılma istemiyle mahkemeye verildi. Üstelik de söz konusu davaya gerekçe gösterilen Teftiş Kurulu raporunda, panelde dile getirilen, “Bu halk diyor ki; biz Müslümanız, bizim çocuklarımıza Kur’an dersi ve hadis dersi vereceksiniz… Bu halk Müslümandır. Siz bu halkın devleti iseniz, bu halkın istediği doğrultuda çaocuklarımıza eğitim vermek zorundasınız” şeklindeki düşünceler de suç sayılıp kapatma talebine gerekçe gösterilerek.
Söz konusu raporu hazırlayan Teftiş Kurulu’nun başında AKP tarafından bu göreve getirilen bir bürokrat olduğunu da hatırlatalım ve bu mesele üzerinden Türkiye’deki çok partili sistemin halka mı yoksa sisteme mi hizmet ettiğini bir kere daha gündeme getirelim. Bir kere daha diyorum, zira 3 Kasım 2002 seçimleri öncesinde Haksöz dergisinde yayınlanan “Kurtarıcılar Kimi Kurtarıyor?” başlıklı yazıda bu konuda bazı değerlendirmeler yapmaya çalışmıştım.
O yazıda şöyle sormuştum: “Türkiye’deki çok partili sistem kimin yararına işlemektedir? Bir kısır döngüyü andıran mevcut politik yapı, halkın mutluluğuna mı hizmet etmektedir yoksa sistemin bekasına mı? Her seçim döneminde kurtarıcı olarak pazarlanan politikacılar halkı mı kurtarmaktadır yoksa tükenişe sürüklenen sistemi mi?. Bu soruların cevaplarının realiteye uygun verilmesi, Türkiye’deki kısır döngülere mahkum politik yapının tanınabilmesi için gereklidir. Bu yapıldığında seçim meydanlarında söylenenlerle Ankara’nın gri binalarında konuşlanınca yapılanlar arasında her defasında ortaya çıkan uçurumun hikmeti daha iyi anlaşılacaktır. Bu sorunun yanıtı arandığında belki de kralın gerçek yüzü daha net görünecek ve bu sayede “kral çıplak” denilebilecektir.”
Ardından da şu tesbitleri yapmaya çalışmıştım:
“Bu ülke ve bu halk bugüne kadar bir çok kurtarıcı gördü. Fakat onlara bağladığı umutlar hep boş çıktı. Bu işleyişten yararlı çıkan ise hep sistem oldu. Sistem bu kurtarıcılar sayesinde içine düştüğü krizleri sürekli erteleme imkanı buldu. Sistemin tıkandığı, halkın sisteme yönelik tepkisinin en üst düzeye çıktığı dönemlerde sahneye çıkarılan kurtarıcılar isyan noktasına gelen topluma yeni bir umut oldu. Sistem böylece her defasında bir seçim dönemi daha kazanarak ayakta kalmayı başarabildi.
Politik arenada kurtarıcı bulunulamadığında ya da kurtarıcıların yetersiz kaldığı durumlarda ise sistemin sahibi güç odakları durumdan vazife çıkartarak demokrasi tiyatrosunun perdelerini bir dönemliğine kapattılar. Her on yılda bir tekrarlanan askeri müdahaleler sistemin politik arenada manevra kabiliyetini yitirmesiyle gündeme geldi. Esasında sistemin uzun vadeli çıkarlarını koruyan, güç odakları için kendilerini ateşten koruyan maşa işlevi gören çok partili tiyatronun kesintiye uğratılması arzulanan bir şey değildi, ülkeyi taşeronsuz yönetmek kendilerini yıpratabilirdi, o nedenle darbeler son çare olarak gündeme geliyordu.
Yetmiş beş yılda ülkeye alt yapı üretmeyen, demiryolu ağı kuramayan, işsizine iş, yoksula aş bulamayan, çevre, şehircilik, denizcilik, ulaşım, sanayi, eğitim ve diğer önemli alanlarda üzerine düşeni yapmayan, parası pul olmuş bir sistemin ayakta kalması tabii ki kolay değildir. Bunun için elbette çok büyük manevralar, kurt politikalar gerekmektedir. Bu durumda çok partili sisteme geçilmesi, sistem için kurtarıcı manevra olmuştur. Sistem bu sayede yıpranmaktan kurtulmuş ve halkın tepkisine karşı kullanışlı bir zırhın sahibi olmuştur. Siyasi partiler sistem için bulunmaz bir paratoner olmuş, adeta kirletip çamaşır makinesine attığı gömlek işlevi görmüştür. Bu işleyiş sisteme dokunmazlık zırhı kazandırmıştır. Sistem ayrıca çok partili sistem sayesinde potansiyel muhalif yapılanmaları kendi kontrolüne almış, tıpkı bugün Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye karşı uyguladığı ‘kapıdan kovma, ama içeri de alma’ politikasını muhalif partilere uygulayagelmiştir.
Sistem yürüttüğü bu politikalarla halka kral çıplak deme fırsatı tanımamaktadır. Zira kral halkın karşısına çıkmamakta, kendisini temsilen sürekli değişen ve yenilenen kralcıkları sahneye sürmektedir. Böylece halk bunaldığında kralı değil kralcıkları yuhalamakta, hıncını onlardan çıkarmaktadır. Kral ise sahneye sürecek kralcık bulmakta hiç mi hiç zorlanmamaktadır.
Çok partili politik sistemin ortaya koyduğu sonuçlar doğru değerlendirildiğinde, yaşananların sahici bir iktidar oyunu olmadığını, manüpülasyonların, boş vaadlerin, etkisiz, değiştiremeyen ama değişen alternatiflerin boy gösterdiği, senaryosu önceden yazılmış bir tiyatro oyunuyla karşı karşıya olduğumuzu anlayabiliriz. Özelleştirmeye karşı olanlara özelleştirme yaptıran, İsrail karşıtı söylemiyle tanınanlara İsrail’le anlaşma imzalatan, yıllarca Doğu Türkistan’ı bayraklaştıranları Çin’le yüz göz eden asırlık bir tiyatro oyunu bu. Oligarşiyi ayakta tutan, ona can veren trajikomik, dramatik bir oyun.”
Bu şekilde devam eden yazıda AKP’nin yeni kurtarıcı olarak pazarlanılmasına değinmiş ve şu cümlelerle sonuca ulaşmaya çalışmıştım:
“Çok partili politik sistemin Türkiye’de halka hizmet etmediği açık. Türkiye politikası ne yazık ki halkın refahı değil sistemin bekası üzerine kurulmuş. Bu işleyiş sayesinde sistem her seçim döneminde kan tazeliyor, halka yeni umut sunmanın mutluluğunu yaşıyor. Her on yıla bir de sistem içine düştüğü büyük buhranlardan bu sayede kurtuluyor. Çok partili sistem, oligarşiye taze kan, temiz hava sağlıyor. Kral, kendisinin hep kazançlı çıktığı bu politik tiyatroyu keyifle izliyor. Oligarşi bir taşla iki kuş vurmanın gururunu yaşarken, halka ise, çok partili sistemin hakim olduğu bir ülkenin vatandaşı olmanın tesellisi kalıyor.
Bir toplumun refahı kurtarıcılara bağlı olmamalıdır. Kurtarıcılara bel bağlamak her zaman hayal kırıklığı riski taşır. Boşuna denmemiştir; kurtulmak için önce kurtarıcılardan kurtulmak gerekir diye. Bir toplumun kurtuluşu o toplumun duruşuna, birikimine ve potansiyeline bağlıdır. Nitekim Kur’an’da Yüce Rabbimiz, ‘…Bir toplum kendi özelliklerini değiştirmedikçe Allah onların durumlarını değiştirmez…’ (Ra’d 13/11) buyurarak toplumsal değişimin yasasını bildirmiştir. Kurtarıcılar beklemek ve her defasında hayal kırıklığına uğramak yerine, insanların kendileri ve toplumlarını Allah’ın ölçüleri kapsamında dönüştürme çabası göstermesi daha hayırlı ve kalıcı bir gayret olacaktır.”
Şimdilerde İLKAV’a karşı İslam düşmanı medya organlarınca resmi ideoloji adına ve glu glu ayinleri eşliğinde başlatılan linç kampanyasına balıklama atlayanlar işte son “kurtarıcı”larımızdan başkaları değil. Daha birkaç yıl önce milletvekili oldukları partiler sistemin hışmına uğrayan ve dolmuşuna bindikleri medyanın topyekün savaş manşetlerine muhatap olan bunlar değil miydi? Çok partili sistemin bir tiyatrodan ibaret olduğunu biliyorduk ama bu kadar kötü bir senaryoyla karşılaşacağımızı kestiremezdim doğrusu.
Ne diyelim, “kurtarıcılar” bir kere daha kendilerine biçilen rolün gereğini yapıyor, şaşılacak bir şey yok açıkçası.
İşte halktan "siyasetin alanını genişletmek", “düşünce özgürlüğünü temin etmek” vs vaadleriyle oy isteyip seçim kazanan AKP'nin neticede neyin alanını genişlettiğini ve neyi kurtarmaya çabaladığını açıkça görüyoruz. YÖK ve benzeri oligarşik kurumların karşısında bir ileri iki geri adım atmaktan başka bir şey yapamayanlar, İLKAV ve benzeri kurumların temsil ettiği sivil siyasetin (ki gerçek ve işlevsel siyaset budur) alanını daraltarak, ellerindeki “muhafazakar demokles” kılıcını Müslümanlara çevirerek mi seçim vaadlerini yerine getiriyorlar? Keşke oynadıkları tiyatronun inandırıcılıktan ne kadar uzak olduğunu ve kendilerini sefalete sürüklediğini fark edebilseler de bir an önce çekilebilseler bu oyundan.
Son sözümüz, hala “şöyle olunca böyle olacak, her şey düzelecek” gibi masallara inanmaya devam eden bazı kardeşlerimize: Bu asırlık tiyatrodan yüz çevirip Nuh'un gemisini inşa etmekten başka çıkar yol olmadığını ne zaman kavrayacağız?