Risalet ve sünnet kavramları
Sünnet Peygamberin Kur`an`ı pratiğe geçirme biçimidir. Peygamber dinin sahibi ve ortağı değil sadece uygulayıcısıdır. Bildirdiği ve uyguladığı hükümlerde O`na itaat etmek O`na değil, aslında Allah`a itaattir.
Risalet ve Sünnet
Risalet kavramı İslâm'ın en temel esaslarından birini teşkil eder. Risalete iman, dinin özündedir. Bu temel gerçekten hareketle diyoruz ki, Rîsaletin doğru bir şekilde tanımlanması, Rasullerin görev ve yetkilerinin bilinmesi İslâmi inanç ve pratiğimiz için şarttır.
Her şeyden önce şunu ifade etmemiz gerekir ki, Risalet bir gerekliliktir; hakikatin bilinmesinde Rîsalet kurumunun "olmazsa olmaz" bir yeri vardır. Bilinmelidir ki, akıl, "gerçeği" tek başına bulamaz; çünkü aklın sınırları vardır. Mutlak doğru akılla bilinemez. Üstelik gaybi konuların aklın terazisini bozacağı, bu gücün böylesi bir ağırlığı kaldıramayacağı açıktır. Akıl, fizik ötesi alemi, yani "gaybı" bilemeyeceği için, gaybın bilgisini bilen bir varlığın o alem için bizi bilgilendirmemesi durumunda, sorunu çözmek için elimizden gelecek hiç birşey yoktur. Aklın hakikatin bilgisine tam anlamıyla vakıf olmamasının bir diğer önemli nedeni de heva ve hevesin / nefsin arzularının aklın kabullerini tersyüz etmesidir. Nitekim, Yahudiler "kendi oğullarını tanır gibi peygamberi tanıdıkları halde" bu gerçeği yok sayarak kimi akılların bu konuda şüpheye düşmelerine neden olmuşlardır, işte bu nedenlerden dolayı akıl Risalete muhtaçtır.
Risalet kurumu incelendiğinde görülür ki, peygamberler dînin pratize edilmesi için elzem olmuşlardır. Peygambersiz dinin yaşanması mümkün olmamıştır. Peygambersiz din anlaşılmaz. Peygambersiz iman da olmaz. Zira herşeyden önce peygamberin getirdiği dinin şeriatı, takip edilen bir yolu vardır ve Peygamber ilk Müslüman olandır. Yani bu şeriata ilk teslim olan ve insanlara açıklayan O'dur. Onsuz "emir ve nehiy"lerin somut olarak anlaşılması mümkün olmaz.
Getirdikleri dinin ilk Müslümanları olan Rasüllerin hayatı, Allah'ın denetimi altındadır. Yanlışları düzeltilir ki, ümmetleri yanlış üzerinde olmasınlar, insan olarak bizden farklı değildirler. Bizim gibi yer, içer, uyur, çalışır, sevinir, üzülür, acıkır, unutur, hastalanır... "De ki: ben de sizin gibi bir insanım; ancak bana ilahınızın tek bîr ilah olduğu vahyediliyor. Kim Rabb'ine kavuşmayı umuyorsa, salih amel işlesin ve kulluğunda Rabb'ine hiç kimseyi ortak koşmasın"(Kehf 110) Ancak en yüksek makam onlarındır. Takvaca herkesten üstündürler, iman edilmesi gereken şeyler ise onlar için de bizim için aynıdır.
Peygamber Allah'ın vahyini kullarına sunmak için kulları içinden seçtiği elçidir. Elçinin getirdiklerine itaat (elçiye itaat) Allah'a itaattir. "Peygambere itaat eden Allah'a itaat etmiş olur"(Nisa 80) Çünkü peygamber Allah'ın hükmünü tebliğ etmektedir. Allah'ın hükümlerine hevasından hiçbir şey katmamaktadır "Kıır'an Alemlerin Rabb'inden indirilmedir. Eğer Muhammed, Bize karşı ona bazı sözler katmış olsaydı, Biz onu kuvvetle yakalardık, sonra şah damarını koparırdık. Hiçbiriniz de onu koruyamazdınız." (Hakka 43, 44, 45, 46, 47) Peygamber bir işi "yapın" dediği zaman, o konuda 'O'na tabi olmak dinin gereğidir. Yani Peygamberin buyruğu vahyin açıklaması anlamına geliyorsa, şahsi kanaat beyan etme anlamını taşımıyorsa O'na itaat edilmelidir.
Peygamber din adına kendiliğinden hüküm koyamaz. O sadece konulmuş olan hükümlerin nasıl uygulanacağını gösterir ve açıklar, insanları kendisine değil Allah'a çağırır. Bu yüzden Peygamberin istediği şekilde "inanmak", nasıl yaşamamızı istiyorsa öyle "yaşamak", O'na değil Allah'a tabi olmaktır. "Hiç şüphesiz, Biz, Kitab'ı Sana insanlar arasında, Allah'ın sana gösterdiği şekilde hükmetmen için HAK ile gönderdik. Hainlerden taraf olma" (Nisa-105) Peygambere tabi olmak demek O'nun din adına yaptıklarına ve dediklerine uymak demektir.
Ayrıca; Peygamber, aynı zamanda İslâm toplumunun da önderidir. Yaşadığı hayata ve topluma sunduğu öneriler O'nun İslâmi anlayışının bir yansımasıdır. Ve bu anlamda dînin kaynağı olan vahy ile ayrılmaz bir bağı vardır. Vahy toplumsal hayatın tüm detaylarını içermediği için, Peygamber vahyi anlayış biçimine göre kişisel kararları ile topluma önderlik etmiştir. O bakımdan Peygamberin fiili liderliğinin de bağlayıcılık yanı olduğu açıktır. Onun söz ve fiillerindeki "öz" her Müslümanı bağlar. Peygamberin, yapıp ettiklerinden çok, yapıp ettiklerinin gerçekçesine bakılmalıdır.
Ve risaleti sağlıklı hir biçimde değerlendirebilmek için şu hususlar da kabul edilmelidir:
- Elçiler mutlaka güvenilir insanlardan seçilirler. Ki böylece dinin kabulü konusunda insanların daha baştan mazaret ileri sürmelerinin önü kesilmiş olur.
- Elçiler diğer insanlar gibi olmalıdırlar ki, diğer insanlara örneklik teşkil edebilsinler. Bu nedenle elçiler meleklerden veya olağanüstü varlıklardan seçilmezler, insan için örneklik ancak bir insandan alınabilir.
- Elçilik bir "memuriyet"tir. Elçi, memur olduğu görevi yapar; görevi kendi istediği ile terkedemez, amacının dışına çıkamaz. Dine ekleme-çıkarma yapamaz. Dini gereğince yaşayarak diğer insanlara da örnek olur.
- Elçilik zor görevdir ve elçinin her anını kapsar.
- Elçiler mutlaka kavimlerinin dilini konuşurlar ki kavimleri daveti tam olarak anlayabilsinler.
SÜNNETİN KONUMU:
Sünnet konusunda farklı pek çok anlayış ve her anlayışın kendi açısından konuya getirdiği bir tanımı vardır. Biz "sünnet"i şöyle tanımlıyoruz: Sünnet, peygamberin Kur'an'ı pratiğe geçirme biçimidir.
Sünnet daha çok "fiile" dayanmakla birlikte "kavli" olanı da vardır. Peygamberin Allah'ın hükümlerini anlayış ve uygulayış biçimi bizim için "esastır". Bu anlamda Sünnete uymak bir gerekliliktir.
Peygamberin sünneti yalnızca Kur'an'ın içinde olandır iddiası yanlıştır. Zira "hükmü" Kur'an'da olup da "biçimi" Peygamberce belirlenen bir çok hüküm vardır. Cuma namazı, namaz vakitleri ve sayısı, haccın rükünleri gibi... Bu sünnet biçimi bize yaşanarak tereddütsüz bir yolla ulaşmıştır. Peygamberin Kur'an'ı pratize ediş ve İslâmı yaşayış biçimi bize yaşanarak geldiği için bu konuda ciddi bir ihtilaf yoktur.
İhtilaf konusu edilen Sünnetin bu boyutu değildir. Sünnet daha çok "hadis" boyutu ile tanışma konusu olmaktadır. Hadislerin ciddi bir eleştiriden geçirilmeden kabul edilmesi bu ihtilafın çözümsüzlüğüne neden olmaktadır. Bu konuda dikkat edilmesi gereken husus şudur: Hadis, ya pratikle ilgilidir ya da bir görüş beyanıdır. Bir "fiili" aktaran söz, bir "düşünceyi" aktaran söze göre daha sağlıklıdır. Zira insan gördüğü ve yaptığı "şey" ile duyduğu "şeyi" aynı oranda aklında tutamaz. Bu bakımdan "fiillere" ait hadisler, diğer hadislerden daha önemli bir konuma sahiptir.
Hükmü Kur'an'da olmayıp ta Peygamberin anlayışını yansıtan söz ve fiiller bizim için önemlidir. Bu bakımdan peygamberin hayatının gözardı edilmesi mümkün değildir. Burada asıl sorun hadislere yaklaşım biçiminden kaynaklanmaktadır. Hadis: Peygamberin "söylediği söylenen sözler"dir; O'ııa aitliği konusunda kesinlik yoktur. İçinde Peygamberin sözünün bulunma ihtimali vardır. Bu bakımdan sağlam bir yönteme ve kritiğe tabii tutulmadan hadislerin bağlayıcı olması mümkün değildir. O metot ta sadece ve sadece Kur'an'dan çıkarılmalıdır. Kur'an'a aykırı düşen, kevnî ayetlere ve tarihsel gerçeklere ters düşen bir sözün Peygamberin sözü olması mümkün değildir. Velev ki bize "mütevatir" rivayet olarak geldiği söylenmiş olsun. O halde hadis tenkidi yaparken, Kur'an'a uygun, olup-olmama kriterinin esas alındığı sağlıklı bir yöntem takip edilmelidir. Özellikle siyasi ve itikadi konulardaki hadislerin çok sıkı bir tenkide tabi tutulması gerekir.
Hadislere "içinde Peygambere ait sözlerin bulunması ihtimali olan metinler" gözü ile bakılmalıdır.
Siyer için ise şunlar söylenebilir: içinde çelişkiler ve yanlışlar olmakla birlikte, kaynak olarak hadisten daha sağlam olduğu söylenebilir. Siyere itibar edilebilir ve Peygamberin yaşatısı hakkında bilgi edinilebilir.
Özetlersek; Peygamber vahyi bize vahyi getiren kişidir ve onu pratize ederek vahye uymamız konusunda bizim için yegane örnektir. "Andolsıın, içinizden Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı uman ve Allah'ı çok zikreden kimseler için Allah'ın Resulü en güzel örnektir." (Ahzab 21)
Dinin tek sahibi Allah'tır. Allah Dinine kimseyi ortak kılmamıştır.
Sünnet Peygamberin Kur'an'ı pratiğe geçirme biçimidir. Peygamber dinin sahibi ve ortağı değil sadece uygulayıcısıdır. Bildirdiği ve uyguladığı hükümlerde O'na itaat etmek O'na değil, aslında Allah'a itaattir.
(Kaynak: İktibas Dergisi)