A.Kerim ULUDOĞAN
ŞİRK SİSTEMİNİN "MELE" TAKIMI VAHYİ ETKİSİZ KILMAYA ÇALIŞIR
İslam'ı; orijinal kaynağı olan vahiyden öğrenmeye başlamamış kişiler, kendilerinde oluşan din algısını (ki halkımızın çoğunluğunun din algısı biraz Şamanizm, biraz Hıristiyanlık, biraz Yahudilik ve biraz da islamdan oluşmuştur) doğru zannedip, kurani gerçeklerle yüzleşmekten korkar hale gelirler. Bu yanlışı ve bozuk algıyı, kendilerine hatırlatanlara karşı dün olduğu gibi bugünde top yekûn savaş açarlar.
İşte son zamanlarda kirli din algısını vahiy süzgecinden geçirilmesi gerektiğini savunanların etkinliğinin sıfırlanması ve halkın sistemle daha uyumlu hale getirilmesi için mevcut şirk sistemin elitleri, resmi hizmete mahsus sözüm ona İslam adına hareket edecek “mele” takımı (toplumun kanaat önderleri) oluşturma çabası içerine girmiştir. Bu anlayışın alt yapısını oluşturmak için yoğun bir tartışma başlatılmıştır. Her ne kadar mevcut şirk sisteminin emniyet sigortası işlevini görmesi için kurulan diyanet işlerinin artık yetersiz olduğu ve tüm toplumu yeterince uyutamadığı, bozuk Sünni din anlayışının tüm toplum tarafından benimsenmediği ortaya çıkması üzerine böyle bir organizeye geçilmesi gerektiği öngörülmüştür.
Yürürlükteki şirk sisteminin ömrünün uzatılması için ortaya atılan ‘mele’ takımı oluşturma operasyonu halkın seçtiği ya da seçeceği değil de sistem tarafından seçilecek kişiler olacaktır. Bu kişiler mevcut şirk sistemini reddederlerse zaten kendilerine bu görev verilmeyecektir. Çünkü Müslüman şahsiyetler mevcut şirk sisteminin tağut olduğunun farkındadır ve tağutu reddetmekle emrolunduklarına iman ederler. (Bkz. Nisa-60). Tağutu reddetmeyenler ise şirk sisteminin meşruluğuna kurani! kılıflar uyduracak resmi hizmete mahsus müşrik insanlardan seçilecektir. Maaşlı ya da maaşsız çalışacak bu insanlar da kendilerine yüklenen bu kutsal! (Kutsal olan yalnız Allah’dır (cc) ) görevi canla başla yerine getireceklerdir. Yunanistan’daki batı Trakya’ Müslümanların kendi müftülerini Müslüman halkın seçmesini isteyen ülkemiz siyasetçileri, kendi ülkemizde tüm dini yöneticileri kendi atamakla ne kadar ikiyüzlülük yaptıkları apaçık ortadadır.
Arapça "dolmak, doldurmak, bir kimseye yardım etmek anlamındaki "melee" kökünden türeyen ‘mele’ kavramı; bir görüş, bir anlayış üzerinde birleşen kişiler, bir toplumun ileri gelenleri; yöneticilerin görüşlerine başvurup danıştığı, toplumun yönetiminde ve yönlendirilmesinde söz sahibi olan grup anlamına gelmektedir. Ayrıca sözcük olarak hırs, zan, şüphe ve ahlak gibi anlamları da vardır.
Yaklaşık otuz ayette geçen ‘mele’ kavramını, Kur’an genellikle toplumu etkileyip yönlendiren ve yöneticilere danışmanlık yapan kimseler için kullanmaktadır. Aslında tarafsız bir kavram olan ‘mele’ olumlu veya olumsuz bir anlam taşımamaktadır. Ancak Kur’an bu kavramı -bir iki ayet dışında- ayetlerin tamamında olumsuzluk içeren bir anlam için kullanmaktadır. Ülkemizin ve diğer müşrik toplumların önde gelenlerini, vahye karşı koymada halkı örgütleyenleri, peygamberlerin davetini boşa çıkarmak için her türlü fitneyi kullananları, vahye karşı ayakta tutmaya çalışanları ve bunun için organizatörlük yapanları, halka akıl ve yön verenleri, Kur’an, mele olarak tanımlamaktadır. Ayrıca Kur’an, vahiylere ilk itiraz edenlerin, Allah’ın dinine ilk karşı çıkanların daima mele’ takımı olduğunu aşağıdaki ayeti kerime de olduğu gibi bildirmektedir.
Kavminden ileri gelen ‘MELE’ takımı dedi ki: "Biz seni de bizim gibi insan görüyoruz ve sana bizim basit görüşlü ayak takımlarımızdan başkasının uyduğunu görmüyoruz. Sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz; tersine sizi yalancı sanıyoruz!" (Hud-27)
Yönettikleri toplumların iman etmekten yüz çevirmelerini sağlamak için her türlü yönteme başvuran ve sahip oldukları bütün imkânları bu uğurda harcayan ‘mele’ takımı, tarihin her döneminde sürekli tevhide karşı şirki ayakta tutmaktan yana tavır almışlardır. Bu gerçek geçmişte böyleydi, günümüzde de böyledir, gelecekte de böyle olacaktır. Günümüzün müşrik toplumları, geçmişteki müşrik toplumlardan farklı olarak ‘mele’ sınıfına, kendilerini Müslüman olarak tanımlayan siyasetçi ve din adamlarını da dâhil ederek, vahye karşı en büyük desteği onlardan almaktadırlar. İktidar nimetlerinden yararlandırarak yanlarına aldıkları bu kimseler, içinde yer aldıkları iktidarlarının yaşamasında büyük başarılar elde etmektedirler. “Öyle ki bu iktidarların varlıklarını sürdürebilmeleri büyük oranda bu ‘mele’ takımının verdiği destek sayesinde mümkün olabilmektedir.”
Bütün sistemlerde/toplumlarda siyasi ve ekonomik gücü elinde bulunduranların, bu gücü en iyi şekilde kullanmalarını sağlamada baş aktörlük yapanlar o sistemin mele’sidirler. Günümüz modern toplumlarında tekelleşmiş/kartelleşmiş sermaye, medya, güvenlik güçlerinin bağlı olduğu merkezler, kültür ve sanat merkezleri, parlamentolar, resmi-dini kurum ve kuruluşlarda yöneticilik yapanlar; siyasetçiler, bürokratlar ve aydınlar ‘mele’ sınıfını oluşturmaktadırlar. Bu sınıfta yer alanlar, bir toplumda halk ne durumda olursa olsun her türlü imkâna ve konfora sahip olarak yaşarlar. Karar mekanizmaları ellerinde olduğu için sürekli kendi haklarını koruyucu düzenlemeler yaparak bu yaşantılarını güvenle sürdürmeye çalışırlar.
‘Mele’ sınıfı, müşrik toplumlarda, ekonomik, siyasi, askeri ve düşünsel/medya önderliği yaptığından bu önderliğin kendilerine sağladığı üstünlük ve imtiyaz aynı zamanda onlara her türlü konfor ve imkânı da sağlamaktadırlar. Kuran’ın, toplumun "ileri gelen, büyüklenen şımarık azgınları" olarak tanımladığı bu sınıf; bütün müşrik toplumlarda peygamberleri ilk reddeden kimseler olarak bildirilmektedir. Bu sınıf, vahye karşı koymakla yetinmeyip onu ve taraftarlarını, dün yok etmek için bugün ise bulandırmak için sahip oldukları bütün imkânları kullanmakta; toplumu arı, duru, saf ve katışıksız vahiyden korumak vahyi tebliğ edenlere karşı harekete geçirmek için her türlü psikolojik ve sosyolojik propagandayı hiçbir ahlaki kural tanımaksızın yapmaktadırlar.
Kralların, hükümdarların, sultanların ve modern toplumlardaki cumhurbaşkanlarının ve başbakanların en üst düzeydeki yöneticiler olduklarına, yetki ve söz sahibi kimseler olarak görülüyor olmalarına aldanmamak gerekir. Görüntü böyle olsa da gerçekte söz ve yetki sahibi olanlar toplumun akil adamları olarak lanse edilen ‘mele’ kesimini teşkil edenlerdir. Çünkü ‘mele’, gücünü yalnız yönetimden değil aynı zamanda sermayeden, dinden, medyadan, sanattan ve kültürel oluşumlardan, ünlülerden, aydınlardan, kısacası toplumu ayakta tutan bütün kurum ve kuruluşlardan alan ve bütün bu güçlerin temsilcisi ve sözcüsü durumundadır diğer bir değişle kanat önderleridir.
Bu organizasyonda, toplumun her kesiminin kanaat önderleri yer almaktadır. Krallık veya başbakanlık bu organizasyonun yalnızca bir parçası durumundadır. ‘Mele’ sınıfı bir toplumu ayakta tutmayı sağlayan ne kadar kurum ve kuruluş varsa o kurum ve kuruluşların gücünü ve yönetimini elinde bulunduranlardan oluştuğu için; toplumun kolektif gücünü temsil etmektedir. Bu kolektif güç, istediği zaman kendisine uyum sağlamada sıkıntı olan herhangi bir parçasının gücünü ve yetkilerini elinden alabileceğinden veya onu tamamen değişikliğe uğratabileceğinden asıl iktidar sahibi (Encümeni danış) olan güçtür.
‘Mele’liğin sağladığı imkânlarla şımarıp azgınlaşan kimseleri Kur’an "nimetle şımartılıp azdırılmış" anlamına gelen mütref olarak tanımlamaktadır. Mütref kimseler, gayri meşru kazanç ve güçle; adil olmayan yöntemlerle başkalarına ait nimet ve hakları gasp ettiklerinden aşırı oranda servet ve imkân sahibi olurlar. Başka türlü gösterilmeye çalışılsa da; gerçekte sahip oldukları düzenlerin ana unsurları, bunu yapma imkânı sağlayacak şekilde kurulmakta ve işlemektedir. O bakımdan toplumların ‘mele’ ve mütref kimseleri diğer bir deyimle ileri gelen kurmay kadroları kendilerine bu imkânı sağlayan sistem ve düzenleri korumayı insan hakları, demokrasi, özgürlük, uygarlık ve benzeri argümanlarla korumak ve halkı buna inandırmak için bütün güçleri ile çalışırlar.
Korumaya çalıştıkları, kutsadıkları, en doğru ve üstün şeymiş gibi göstermeye çalıştıkları ve toplumu zorunlu olarak seçmek zorunda bıraktıkları şey, rejimleriymiş veya devletleriymiş(vatan sana canım feda derken aslında bu düzen sana canım feda denmektedir.) gibi gösterilmeye çalışılsa da gerçek hiç de böyle değildir. İster demokrasi ister krallık, adı ne olursa olsun fark etmez; aslında korumaya çalıştıkları şey sistemin kendisi değil o sistemin onlara sağladığı imkânlardır. Diğer bir anlatımla inandıkları ve korumaya çalıştıkları değerlere aslında kendileri de inanmamakta ancak o değerlerin kendilerine sağladığı imkânların korunabilmesi için öncelikli olarak o değerlerin de korunması gerektiğinden böyle davranmaktadırlar. Tıpkı geminin içindeki malların batmaması için geminin de batmamasının gerektiği gibi.
Bütün toplumların ‘mele’, şımarık ve büyüklenen sınıfını oluşturarak, vahye karşı çıkışlarının gerçek nedeni, vahyin sağlamak istediği adaleti ve zulmü ortadan kaldırmak, insanları kula kul olmaktan kurtarmak amacında olmasıdır. Haksızlıkla, hırsızlıkla, haram ve günahla, mal, mülk, mevki ve makam sahibi olanlar, vahiyle bunları yitireceklerini bildiklerinden vahye karşı çıkmaktadırlar. Diğer yandan tarihte de sayısız örnekleri görüldüğü gibi, toplumların haksızlığa uğrayan, zulüm gören, aldatılan ve horlanan kimseler, vahyin davetini ilk kabul edenler olmuşlardır.
Üstünlüğü ve itibarı maldan alıp kişiliğe yani takvaya veren, insanlara Allah’ın dışında hiçbir güce boyun eğmeden durma şahsiyeti kazandıran Vahiy, üstünlüklerini mala ve güce bağlı olarak elde etmiş olanları korkuya düşürüp çaresiz bırakmaktadır. İman gücünün mensubuna kazandırdığı şeref, kişilik, asalet ve üstün ahlak karşısında büyüklenen siyasi, askeri ve ekonomik gücünün yetersiz kalması onların, ezilenlere karşı zulüm yapmalarında, vahşi ve cani olmalarında önemli bir unsurdur. Sahip oldukları imkânların, inanmış mü’minlerin Allah’a teslim oluşuna karşı yeterli gelmemesi onların psikolojilerini bozmaktadır. Psikolojik rahatsızlıklarını gidermek için mü’minleri yoksul, cahil, akılsız ve ayak takımı kimseler olarak göstererek küçümsemeye çalışmaktadırlar.
Böylece bu gerçek büyüklüğün, gerçek üstünlüğün karşısında çaresizliklerini ve küçüklüklerini gizlemeye çalışmaktadırlar. Bu anlayış, aynı zamanda nefsini ilahlaştıran kimseler ile vahyin arasında perde görevi görmekte, dolayısı ile bu anlayışın sahipleri vahye karşı sağır, dilsiz ve kör olmaktadırlar. Mekkeli müşriklerin vahye karşı çıkışlarının temel sebebi de Peygamber efendimize ilk inananları küçümsemeleriydi. Ama olan birisinin Peygamberimizin Mekke’nin ileri gelenlerine tebliğ sırasında içeri girmesinden bozulmaları gibi. (Abese 1-10)
Peygamberi dinlemek için onun etrafındaki yoksulları, güçsüzleri kovarak kendi aralarına katılmasını, onlardan biri olmasını şart gören Mekke müşriklerinin ileri gelenlerine karşın Allah, Resulüne şu mesajı vermişti:
“Sırf Allah’ın rızasını dileyerek sabah akşam Rablerine dua edenleri huzurundan kovma. Onların hesabından sen sorumlu değilsin. Onlar da senin hesabından sorumlu değillerdir ki. Onları kovalarsan da zalimlerden olasın. En’am 52)”
Mele ve mütref/şımarık kavramlarını siyasi sistemlerden ayrı düşünmek mümkün değildir. "Şirkin siyasi sistem haline geldiği müşrik toplumlarda temel hedef hangi yolla olursa olsun ekonomik ve siyasi gücü elde etmektir." Yeryüzünde fitnenin çıkarılmasının, fesadın yayılmasının ‘mele’ ve mütref/şımarık kavramları ile çok önemli bağlantıları vardır. Talanın, vurgunun ve soygunun belli bir kesimin elinde ekonomiye dönüşmesi şirkin siyasi ve ekonomik gücü elde etmesi için önemli bir yoldur. Bu güç aynı zamanda ‘mele’ sınıfının Müslümanlara karşı vereceği mücadelede vazgeçilmez imkândır.
İktidar olmanın özünde belli güçlere dayanmak vardır. İktidar kendisine güç verenlerle yaşar, yaşaması için de öncelikle kendisine güç verenleri yaşatması gerekmektedir. Dolayısıyla ‘mele’ sınıfı iktidarı kendileri için yaşatırlar. İktidar da böylece onlarla yaşamış olur diğer bir ifadeyle el eli yıkar, elde döner yüzü yıkar Adına ister demokrasi, ister diktatörlük, ister sultanlık densin hiçbir şey bu ilişki biçiminin, bu gerçeğini değiştiremez. Bu döngüde değişen tek şey ancak figürler olabilir. Beşeri sistemlerdeki bütün iktidarların özünde yatan gerçek budur. Bütün beşeri iktidarlar kendilerini iktidar yapanlara teslim olmak zorundadırlar. İlahi sistemin diğer sistemlerden en temelinde ayrıştığı noktalardan birisi de onun özünde taşıdığı hâkimiyet anlayışıdır. Bu anlayışta insan Kur’an’a tabi olmak zorundadır. Kur’an’a tabi olmak da belli bir sınıfın veya gücün değil hakkın ve adaletin iktidar olması demektir.
Sonuç olarak ülkemizin şirk düzeni tarafından ‘mele’ takımı oluşturulmak istenmesindeki amaç; arı, duru, saf ve katışıksız olarak anlatılması ve yaşanması gereken vahyi (Zümer 2-3) ekleme ve ya çıkarma yapmadan anlatmak olmayacaktır. Asıl amaç ise yukarıda da açıklanmaya çalışıldığı gibi mevcut şirk düzeninin devamını sağlamak içindir.