A.Kerim ULUDOĞAN
TERAZİYLE DOĞRU TARTMAK
Terazi denince aklımıza, bakkal, manav, v.s. gelir çoğu zaman. Alışverişi çağrıştırır. Ya mahalle bakkalının tunçtan yapılmış iki tarafındaki kefeli terazisi gelir gözümüzün önüne, ya da pazarcının pazardaki tezgâhının köşesindeki alüminyum’dan yapılmış büyükçe kefeleri. Sonuçta tartılan şeyler maddi ağırlıklardır. İster tartılarak olsun ister adet bazında olsun aldığımız şeyler, hayatımızın maddi ikamesi içindir ve eksik veya defolu verilmemesi için titizlikle gözümüzü satın aldığımız şeyden ayırmamaya bakarız.
Aslında hayatımızda tartmadığımız bir şey yok gibidir. Sevgiden-adalete, karı- koca ilişkisinden arkadaşlık ilişkilerine kadar çok geniş bir yelpazeyi içerisinde barındırır terazi. İslamın kesinlikle reddettiği falcılar, medyumlar bile geleceği tartarlar kendi hevalarına göre. Tevhidi Müslüman olmayan müşterilerine. Allah’tan başka hiç kimsenin bilemeyeceği gaybi bilgileri (Enam-59) bilgiçlik taslayarak güya gelecekten haberler üfürürler ve “Fala inanma falsızda kalma” diyerek de kendilerinin apaçık yalan sattıklarını müşterilerinin gözünün içine baka baka söylemekten de çekinmezler.
Şeytanı da unutmamak gerekir, hani o da Allah’ın (cc) buyruğunu tartmaya kalkışmıştı. Kendi eksik akıl terazisince. Ancak doğru bir sonuca da ulaşamamıştı. Kendi nefsini ilahi teraziyle tartmak yerine nefis terazinde Allah’ın buyruğunu tartmış ve pişman olup özür de dilememişti. Bilindiği üzere bu tavır kendisi için büyük bir yıkımla sonuçlandı, aşağılanmış ve kovulmuş olarak. Bununla da kalmamış yanında bir yığın insana da kurduğu aldatıcı ve yanıltıcı terazisinin tuzağına düşürerek.
Aynı teraziyi hukuk sistemi için de kullanırız. Adaletin tam olarak yerini bulması için terazinin her iki ibresinin eşitlenmesi gerekir. İbre ne bir aşağıda ne de bir yukarıda olmadan, yani dümdüz tam ayarında. İlahi makamın buyurduğu gibi (Maide- 45; Bakara 178-179)
Adaleti doğru terazide tartmak dengeyi sağlayarak zulüm etmeden ve zulme uğramadan tam ayarında olmasını isteyen şahıslar kendi ve yakınları aleyhinde sonuçlanan hüküm için içlerinde bir sıkıntı duymaması gerekir tabii ki bunlar gerçekten adalete inanmış şahıslar iseler. (Nisa-135)
Ancak harama bulanmış ya da haram satan ve sattıkları haram kanlarına işlemiş insanlar için bu geçerli değildir. Onların terazilerinin haram yedikleri için şirazesi bozulmuştur ve doğru tartması da mümkün değildir. Kendilerini 7/24 dünyalık işlere gömen ve Müslüman’ım diyerek Allah’ın kelamına zaman ayıramayan şahıslar içinde bu geçerlidir. Bu şahıslar, bazılarının fikirlerini pazarlamayı onun kuryeliğini yapmayı Kuran okuma sanırlar. Çünkü bu gibi insanların ticari zekâları vahyin önüne geçmiştir. Kendilerini vahyi anlamak için geliştirmezler. Kuran okumak için bir araya gelindiğinde bile sadece ilgili oldukları işler veya ürünleri pazarlamak isterler. Ülkemizin siyasi aktörleri de bu grup içerisindedir özellikle bu gün iktidarda olanlar.
Bugün iktidarda olanlar ilahi makamın emrettiği teraziyi kuramazlar. Çünkü kendileri demokrattırlar. Demokrasinin kaynağı, halkın heva ve hevesidir. Heva ve hevese dayanan diğer rejimler gibi demokrasi de bir terör rejimidir. Bir rejimin terör rejimi olması için onun illaki kan dökmesi gerekmez. İlahi Kelam'ın sulandırılması, onu tevhidi olarak yani bir bütün olarak anlatılmaması, tasavvuf ekolü tarafından kuşatılmasının sağlanması, hurafelerin/Israiliyatın bilerek içine sızdırılması (ki fitnedir ve fitne adam öldürmekten daha kötüdür. Bakara 191) onun terör rejimi olmasına yeterde artar bile. Çünkü insanların arı duru saf ve katışıksız olan tevhid dinini anlama hakkını ve aynı zamanda yaşama imkânını yok ederken onlara en büyük ihaneti yapmış ve toplu katliam yapmaktan daha beter etmişsinizdir. Bundan daha kötüsü ebedi cehennemlik olmasına vesile olmuşsunuzdur ki bundan daha büyük terör rejimi olur mu? Bu rejimi savunup uygulayanlar Müslüman olur mu?
Yönetmeyi, yönetilmekten üstün gören zihniyetten de adalet terazilerinin dengeli olmasını bekleyemeyiz. Bu tip insanlar kendilerine tanrısal misyon yüklerler. Laiklikte olduğu gibi Allah (cc) ait olan hükümranlık alanını paylaştırarak Allah’a ortaklık (şirk) isnat ederler. Hani “Sezar’ın hakkı Sezar’a Allah’ın hakkı Allah’a” demeleri gibi.
Sonuç olarak Terazi (mizan) Rabbimizin evrene koyduğu genel kaidedir ve bu terazinin uygulanması için dünyada da Rabbimiz bizden bunu istemektedir. (Rahman 7-9) Ancak adalet terazisi bugün ister kişisel bazda olsun isterse devlet bazında olsun İlahi makamın emrettiği tarzda değildir. Adalet, Allah (cc) odaklı (vahiy odaklı ) olması gerekirken; Türk adaleti, Alman Adaleti, Fransız adaleti gibi devletlere göre adalet üretmiştir. Ülkemizde yargıçlar karar verirken “Türk Milleti Adına” karar verdiklerini ifade ederler ki bu da ayrı bir garabettir. Bunun sonucu olarak da adalet terazisi doğru tartılmadığından zulüm ortaya çıkmış, bu nedenle ülkemizde olduğu bibi yeryüzünde de mizan bozulmuş ve teraziye hile katılmıştır. Yani teraziyi tutanlar vahiyden ne kadar uzaksa ya da vahye ne kadar ihanet etmiş iseler adalet terazileri de o oranda eğri tartmaktadır.
Vesselam.