Enes GÜNASLAN

20 Ekim 2015

TOPARLANIN GİTMİYORUZ

Modernizmin iflas ettiği, postmodernizmin derde deva olmadığı bir vasatta, İslam'ı asrın idrakine söyletebilmek için hakikat iddiamızı daha yüksek perdelerden ifade etmemiz gerektiğini söylüyor ve şairin sözünde ifade edildiği gibi "toparlanın gitmiyoruz!" diyoruz.

Müslümanların 'neyi nasıl yapacaklarına ilişkin öngörüleri olan' ilimde liyakatli liderlere olan ihtiyacı, eksikliğini bu süreçte daha fazla hissettirmektedir. Modernizme ve küresel/bölgesel gerçeklere nüfuz edebilecek bir bilincin bölge Müslümanlarında olmadığına şahit oluyoruz. Müslüman kitleleri yönlendiren cemaat ve gruplar, tabanlarının bilgi-bilinç düzeyini yükseltecek çalışmalar yapmaktan çok onların itaatini istemeyi yeterli buluyorlar. Esaslı zihinsel dönüşümlere, hazırlıklı başlangıçlara, bilinçle atılacak adımlara ihtiyacımız var. 'Kervan yolda dizilir' mantığından hareketle kervana katılıp, yolda dava adına amansız bir çok yanlışa imza atmayı terk etmemiz gerekiyor.

Asırların getirdiği cehaletin esiri olan muhafazakar halk kitleleri davete müsait bir vaziyet arz edebilirler ama kendilerine sunulanları sorgulayabilecek bilgi temelleri mevcut değildir. Cemaatler bu halk kitlelerini eğittiklerini iddia ederler ama, bu yapılar yüksek düzeyli ilmi/entelektüel herhangi bir tartışmanın tarafı olmaktan uzaktırlar.

Modern bir evrede yaşıyoruz ve bu evrede din geleneğin unsurlarından biri olarak telakki ediliyor. Bu yapılar modernitenin mağlup edilmesine yönelik bir içerik üretemiyorlar.

Yeni evrede Türkiye'deki Müslümanlar siyaset-para-iktidar-mülk gibi olgularla yeni tanışmaktadırlar. Artık varlıkla imtihan söz konusudur. Müslümanların büyük güçleri, orduları olabilir, savaşlara katılabilirler ama nehir imtihanını geçebilen çok az insan unsuru mevcuttur. Nehri geçenler, iman sahibi olmakla birlikte bilinç sahibi olanlardır.

İslam dünyasındaki bilgi merkezlerinin çözmek durumunda olduğu en esaslı sorun sahip olduğumuz bilgi ve bilinç konusundaki yetersizliğimizdir. Kanaatlerimizi okuyucu ile paylaşma arzumuzun sebebi sahici bir tartışma zemini oluşturabilmektir. Elbette ki bunu sürekli terör ve seçim gündemiyle meşgul olan bir ülkede başarabilmek zordur.

İslam'ı yeni bir dille çağın insanına anlatma sorumluluğumuz devam etmektedir. Modernizm karşısında savunmacı ve eklektik bir dilden uzak durmamız gerekiyor. Fakat gerekli donanımdan mahrum olduğumuz için gereken özgüvene sahip değiliz. Modern dönem İslami mücadele süreci ilk çıkış evresinde (Efgani ile başlayan evre) savunmacı ve aceleci bir tarz öngörmüştü. Ama daha sonra Kutup ve Mevdudi'nin güçlü söylemi beraberinde bir özgüven sağladı ve bir çok coğrafyada İslami dönüşümlere ve kalkışmalara sebebiyet verdi. Ama Kutup ve Mevdudi söylemi sonrasında sistematik bir düşünce oluşturamadı.  Burdan bir sıçrama daha yakalayabiliriz kanaatindeyim. Bilinç düzeyi yüksek, iç tutarlılığı olan tüm başlangıçlar netice itibari ile toplumların dikkatini çekebilmiştir. İslami bilgi de ideolojik safiyeti yeniden yakalama bilinciyle yeniden yorumlanmalıdır. Modern akılla hesaplaşma evresini tarihte tecrübe etmiştik ve başarabilmiştik. Bu sürecin bir benzerini Grek-Yunan felsefesine karşı yaşamıştık ve felsefeye bilgi/bilinç temelinde ve ontolojik olarak cevap vermiştik. Gazali'nin Nizamiye okullarında felsefeye karşı verdiği mücadele ve İbn-i Teymiyye'nin Yunan-Hint felsefelerinin etkisi altındaki tasavvuf nazariyelerine karşı verdiği mücadele bizler için esaslı birer mücadele örneklikleridir.

Modern Batı halihazırdaki tükenmişliği ile İslam dünyasında yeni bir zemin yakalayamıyor ama düşünsel, siyasal süreçlerin de istikametini belirlemeye devam ediyor. Küresel ve yerel ölçekte bir İslami bilinçlenme evresi yaşanıyor. Fakat siyasi bilinci gelişmemiş, ancak tabanda güçlü olan uzlaşmaya müsait geleneksel yapılarla ittifaklar oluşturularak, gelişmelerin ve İslami taleplerin yönü tayin edebiliyor.

Müslüman dünyanın bir asırlık İslamcılık düşüncesi belirli bir birikim oluşturdu. Bu doğrudur. Ancak Müslümanların potansiyellerini ortaya çıkarabilecek olan şey de temelde 'iman'dır. İman ise bilgi ve bilinçle kavileşir. İdeolojik safiyet ve düşünsel netlik konusunda yeni tanımlamalar ve tartışmalar yapmalıyız. Müslüman halkların yeniden tanımlanması noktasında Seyyid Kutub üstadın Yoldaki İşaretler'inde bir manifesto ortaya konulmuştu. Kutub Müslüman coğrafyasındaki bütün rejimlerin gayri İslami olduğu ifade edip Müslüman topraklarında yaşayan halkları da cahiliye toplumu olarak tanımlamıştı. Bu o zaman düşüncede yeni bir şeydi. Meselenin çok daha derinlerde olduğuna işaret ediyordu. Hakları İslami harekete kanalize etmek ve örgütsel bir güç oluşturmak yeterli değildi. Bilinç gerekti.

Halkların demokrasiyle sınandığı süreçler yaşıyoruz. Malumunuz seçim arefesi. İslami düşünce ve karakter köklü sorgulamalar yapabilmelidir derken, köklü eleştirilerinin yönelmesi gereken bir diğer kavramın da demokrasi olduğunu hatırlatmalıyız. Demokrasi, "Oy verip vermeme" ölçeğinden daha derinlikli sorgulanması gereken bir kavramdır. Evet, çoğunluğun Hakkın karşısında bir değer ölçüsü kabul edilmesi  itiraz noktasıdır. Ama 'Halkın değil Hakkın' iradesinin öncelenmesi, bilgi düzeyinde savunulabilmelidir. Demokratik-modern algıdan neşet eden "eşitlik-insan hakları-ilerleme" gibi daha rafine kavramlara karşı da esaslı sorgulamalar yapabilmeliyiz.

Gelenekçi tasavvuf çevreleri siyasal süreçlere aktif katılımı tercih etmekten çok, genellikle siyasal kanalları çıkarları ölçüsünde kullanmayı tercih ederler. İslami mücadele taraftarlarının ise yöntem konusunda özgün bir yaklaşımı mevcuttur. Dünyanın en önemli stratejistleri arasında ismi sayılan ABD'li siyaset bilimci Brezinski gibi Fuller gibi stratejistlere göre bu yaklaşım İslami mücadele taraftarlarını potansiyel tehdit konumuna getirmektedir. Zira sadece bu  grup moderniteye karşı alternatif üretebilir. Sadece bu grubun gerçek bir toplumsallaşmaya yönelik programı olabilir.

Evet, zaman içerisinde sosyolojik alt yapı şartları değişmektedir. İslami hareketin yeni bir toplum tanımına ve mücadele stratejisine olan ihtiyacı öncelenmelidir. Bendeniz de 'davetin gereğini yerine getirmek' söyleminin içini doldurmaya yönelik bir başlangıç gereklidir diye düşünenlerdenim.

İslami uyanış gerçeği içinde yer alan grupların din-toplum-siyaset ilişkisi noktasındaki önemli ayrışmaları görmesi gerekiyor. Ak parti'nin akibeti ile İslami mücadele taraftarlarının akibetini özdeşleştirmek (ki Milli Görüş çizgisi ve Ak Parti en başından beri İslami mücadele gibi bir iddiasının olmadığını deklare ediyor.) sağlıklı bir çıkarım olmaz. Okuyucumuz bilir. Kaygımızın merkezinde olan başka meseledir. Vesselam.