22-04-2010 14:08

Tüketim kültürüyle kuşatılan emin belde

Kâbe, kendisini çember içine alıp gökyüzünü dahi çalan sömürgeci mantığın yeni ve değişik formlardaki putlarının İbrahimi bir bilinçle kırılmasını bekliyor. Mescid-il Haram duvarlarının hemen arkasına konuşlanmış ultra delux Zam Zam Tower ve Hilton otelleriyle elit Müslümanlar tavaf ve namaz vakitlerinde namaza klimalı odalarından eşlik edebiliyorlar.

Tüketim kültürüyle kuşatılan emin belde

Umre Notları: Tüketim Kültürü ile Kuşatılmak İstenen Emin Belde

Sabiha Çimen / Haksöz Haber

Hacer, çabanın remzi, hicretin gelini… İnsanlığın analığına soyunan, evrensel mesajıyla ümmet olma gereğini öğreten kadın. Vadinin yakıcı sıcağında bebeğinin canı için su arayan ve Safa ile Merve arasında koşarak, yalvararak mekik dokuyan, suyu bulmak için cihad eden kavruk tenli köle, Habeşli anne, cariye. Tevekkülün sorumluluk ve mücadele ile donatılmış yaşam biçimi olduğunu öğreten kadın. Hacer, hiçbir sorumluluk almaksızın oturup Allah’ın takdirini beklemez. Bilir ki Allah’ın da kullarından beklediği bu değildir. Tevekkülünü mücadeleyle harmanlar, gökten zembil inmesini beklemez, sa’y eder, güç ve iradesiyle arayışa çıkar. Safa’dan Merve’ye tevekkül içinde koşan, yani Rabbinden umarak çaba sarf eden Hacer, insanlığa evrensel bir ders verir. Ve Rabbi onun bu örnek tevekkülüne müthiş bir hediye gönderir: Su şırıltısı.

Modern dünya kültürünün suni elemlerini bilmeyen Hacer “Sonuç almak zor olsa da elinden geleni yap!” der. Psikolojik danışmanların, anti-depresan ilaçların yer almadığı dünyasında, yaşam koçu’nun tam anlamıyla hicret olduğunu bellemiş bir mütevekkil bir mü’minedir. Günün geçici elemlerine mukabil Hacer hayatın her köşesine Safa ve Merve işaretleri bırakmıştır. Safa başlangıçtır, ümitle tevekkülle koşmaktır. Merve muradıdır, mürüvvetidir. Her türlü tuğyana, tağuti sisteme karşı sen de Hacer gibi sorumlusun ey insan. Yedi kez yani daima… Sokakta militarist kuşatmaya, okulda laik diktaya, adaletten nasipsiz zihne, ayrımcılığa, zulme ve namümkün’e karşı güçle Merve’ye koşmak ve su aramak…

Benim gibi öğrenci olup yahut patron, işçi ve çeşitli sıfatlarla hayat gailesine dalan, vereceği ders sayısı, işi bitmeyen birçok insan vakit ayırmış ve unuttuklarını ve dahi bilmediklerini öğrenmeye gelmişti Mekke’ye. Yolculuk boyunca okuduğum çoğu yazar Mekke’nin coğrafya bilinci olduğundan söz ediyordu. Naylon kimliklerin onarımı ve hareketin başkenti… Suyun, azığın mütevekkil şekilde bulunduğu, insanın dünya yükünü boşalttığı, muhtevası yüce El-Haram…

Bu bölge bereketlidir, güvenlidir, hürriyet ve emniyettir, kıyam yeridir. Fakat şu an El Haram’ın muhtevası menfi bir öteliğe geçmiştir. Bu şehre dördüncü gelişim olduğunu biliyorum. İlkin anneciğim Kâbe’ye, büyüklerimizin evlerinde gördüğümüz duvar halılarındaki ‘evrensel kübik yapıya’ yaklaşıyoruz demişti ve onu ilk gördüğümde Allah’tan kendisi için şifa dilememi istemişti. Bense şaşkınlıkla bakınıyordum. Muhtemelen herkes aynı tepkileri veriyordur zira İngilizce ve Arapça harem bölgesini gösteren tabelalar Kâbe’ye dair hiçbir hissin başlangıcı olmuyordu.

Nasıl yani, Kâbe tüm bu taş yığınının, yıldız yarışına girmiş yüksek otellerin arasında mı? Öyleydi. Hz. Hatice’nin Hz. Muhammed ile kurdukları ve beraberce çocuklarını yetiştirdikleri eve dair izler neredeyse tamamen silinmek üzereydi. Devamlı yenilenen gökdelenlerle kuşatılmıştı şehir ve tüketim kültürünün arasında tüketilmişti sanki muhteva. Evet, kimin kimden hayırlı olduğu bilinmezdi. Ancak yine de şaşırıyordu insan. Telefonla muhabbet ederek tavaf ve say edenler vardı. El Beyt’in önünde fotoğraf çekilme haslet ve geleneği bazıları için yerini karşısına konuşlanan otelin haşmetli görselliğine bırakmıştı bile. El Haram, Hz İbrahim’in putları kırdığı yerdi. Şimdiyse marka kıskacındaki Müslümanların taş duvardan putları Kâbe’yle yarışır gibi yükseliyor.

Kâbe, kendisini çember içine alıp gökyüzünü dahi çalan sömürgeci mantığın yeni ve değişik formlardaki putlarının İbrahimi bir bilinçle kırılmasını bekliyor. Mescid-il Haram duvarlarının hemen arkasına konuşlanmış ultra delux Zam Zam Tower ve Hilton otelleriyle elit Müslümanlar tavaf ve namaz vakitlerinde namaza klimalı odalarından eşlik edebiliyorlar. Bu Kabe ve ziyaretçileri için bir kaos içeriyor. Özellikle Kâbe’yi tavaf edenler için bu oteller ışık ve gösterişleriyle ibadete fitne karıştırıyor ve ilgi dağıtıyor. Kâbe’nin kübik yapısı üzerinde perspektif açıdan bir yığılma oluşturan bu elitist yapılar şehrin hemen her yerinde mevcut. Otel girişlerinde, shoplarda ve marka tasarımlarının çoğunda for elits kıstası bir vazgeçilmez haline gelmiş. Sosyal statünün, ırkın, rengin eşitlendiği kıyamet günü provasındaki kefen giymiş ihramlı Müslümanlar for elits ayrımının içinde paradoks oluşturmakla meşguller. Hemen hemen sosyal hiçbir meseleyi gündemine almayan, Ebu Garip, Guantanamo, Irak, Filistin vb. Amerikan zulmüne karşı toplumsal planda hiçbir örgütlenme teşebbüsünde bulunmayan birçok Arap zengininin bugün tek gündemi ticaret. İçinde sayısız emperyal markanın ev sahipliğini yapan otellerde trend olarak pahalı parfüm ve iç çamaşırı çılgınlığı dikkatleri çekiyor. Sosyal sorumluluğun esamesinin olmadığı kentte, sosyal sorumsuzluğun bütünü içselleştirilen bir markalaşmayla boy gösteriyor.

İhram, prova kostümüdür. İki parça kumaştır; yani bölük bölük mahşer gününe yönelen âdemoğlunun kıyafetidir… Ruhani-cismani, saygın-hakir hiçbir hiyerarşinin olmadığı ihramlı olma hali mahşer gününün teatral halidir ve insanı diriltir, hatırlatır, ölmeden önce öldürür. Ne var ki ihrama girmenin muhtevası bugün çok daha farklı. Bugün modern hayatın insana giydirdiği, içine soktuğu modeller ve düşünce kalıpları ihramlıyken yapılmaması gereken yasaklardan daha fazla dikkat çekicidir. İhramlı insan çıplaktır, kefen giyer, ölüdür zira. Fakat bugün teatral bir dirilme menasıkının öncesinde Starbucks daha iyidir. Sömürgeci emperyal mantığın sosyo-kültürel dayatmalarından biri olan Starbucks kültürü, içine giren insanı kendine benzetir ve kendini elit, cool, zevkli ve üstün olma halleriyle karakterize eder. Sosyal statüsünü bir kenara bırakacak olan ihramlı kişi hatırladıklarından çok unuttukları ve görmezden geldikleriyle teatral bir trajediye dönüşmüştür. Mekke de sosyal statü ve zevklerinden ihramlıyken dahi ödün veremeyen insan bugün Hacer’in cihadını Habeşli kardeşlerinin iş gücünü sömürerek üstlenir, İbrahim’in eliniyse kardeşkanıyla mikserlenmiş tropik meyve kalıntılarıyla öper. Oysa benim bildiğim haremde dolaşan ihramlı kişi haremin mütemmim cüzüdür, kendisini haremle bütünleştirir ve tevhid dininin kendisine vermek istediği birlik şuurunu kavrar.

Pepsi, Next, Topshop, Starbucks, KFC ve Mc Donald’s gibi markaların isim hakkını alan yahut direk işletimine yer açan ve alkış tutan Arap halkına ve bu şehirde Müslümanın Müslümanı sömürmesine kıs kıs gülerek izleyen CEO, sermayedar ve patronların başlattığı bu kültür emperyalizmine karşı İslam dünyasından ciddi ve yaygın bir itirazın yükselmemesi ibret verici doğrusu. İçselleştirilmiş bir kültürün kayıtsızca tüketimi çok ucuza satılan Pepsi ve KFC (fast-food) kuyrukları, tavaftan fazla dolaşılan çarşı kalabalığı ve uzak doğu mallarına rağbetle sabit hale gelmiş durumda. Öyle bir içselleştirme ki Starbucks Cofee’ye giren Müslüman bayanlar kimliklerini kenara bırakıp sınıf atlar ve başörtülerini hemen çıkarıp içtikleri kahvedeki alaverenin muhtevasıyla uyumlu hale gelirler. Alavere çünkü: Starbucks kahvenin kilosunu Etiyopya’dan 1,5 dolara alır ve işleyerek 50 dolara satar. Böylece iki kilo kahve sattığında bir Habeşlinin bir yılda kazandığı parayı kazanır. Habeşliler Starbucks kanalıyla dünyanın her yerine satılan Etiyopya kahvesinin isim hakkı olduğunu savunmaktadır. Dava açılıp müspet bir sonuç alınması zor görünüyor zira Starbucks’ın sahibi Howard Schultz, Bowl of Israel kampanyasıyla İsrail’e finansman sağlayan en inançlı Siyonist firma unvanının sahibidir. Musluklarda bakteri oluşumunu engellemek için çok zekice (!) bir önlem alan Starbucks açık musluk politikası geliştirmiş böylece her gün yüzlerce ton suyu israf eder hale gelmiştir.  Mekke’de Kâbe karşısına Medine'de Muhammed Nebi’nin karşısına dalga geçer gibi konuşlanan Sratbucks’ları görünce Mustafa İslamoğlu satırları yankılanıp durdu zihnimde: Harem her türlü kötülüğe ve hak ihlaline karşı yasak bölgedir. Orası ilahi güvenlik bölgesidir.

İbadetin değil adeta sömürücü bir ticaretin şehri olmaya doğru sürüklenen Mekke’de, kapitalizm merkeze oturmanın savaşımını veriyor. Ve bunun neticesi olarak; israf, sınıf bilinci, müstağniyet ve sosyal sorumsuzluk zihinleri epey zorluyordu. Aynı şekilde Medine’de Muhammed Nebi’nin bulunduğu Mescidi Nebevi’nin tam karşısında namaz çıkışları kapıları açılan pahalı iç çamaşırı mağazaları zengin bazı Müslüman bayanların ilgisini epey celbediyor. Medine’nin muhtevasının ve vahyin tam karşısında duran başta iç çamaşırı mağazaları olmak üzere parfüm ve kozmetik shoplar pornografik görünümleriyle Medine’de çelişik ve üzüntü verici bir tablo oluşturmaktadırlar.

Simetri hastalığına tutulmuş gibi namaz başlangıcında asimetrik her bir zerreyi hizaya sokan obsesif Arap kardeşlerimiz bu duyarlılıklarını daha hayati meselelerde de gösterseler keşke. Ümmet bilincinin en yüksek olması gereken yerde içi boş bir saf düzeni çabasından başkaca gördüğüm tek çaba temizlik görevlilerinin non-stop çalışmalarıydı. Mamafih temizlik konusunda da vahye dair duyarlı bir duruş yoktu. Bu konuda hacc ya da umre ziyareti yapan herkesten örnek rica edilebilir. Ve hatta bu örneklerin çeşitliliği muhayyilenizi zorlayabilir.

Hicaz günlüğünün sonunda hayretimi ve kırgınlığımı şöyle açıklayabilirim; ilk olarak, İslamoğlu’nun da dile getirdiği “uzak doğu malları Kâbesi” haline getirilmek istenen Mekke ve Medine çarşılarının mimarlarına değecek çok sözümüz olmalı. Bu çarşılar konumları itibariyle ziyaret yapan hacıları kapıdan çıkar çıkmaz ve hatta öz mekânın içinde dahi rahat bırakmamaktadır. Bu noktada çarşılarda mal sahibi olan tüccarlar da bu sözlerden payını fazlasıyla almalıdır. Kısa bir zaman öncesine kadar Mekke ve Medine çevresi çarşılarda yapılan alışveriş ve alınan hediyeler çoğunlukla ziyaretin ve ibadetin muhtevasına uygun, birçok kimseye yeten küçük ve bereketli hediyelerdi. Mekke ve Medine fotoğraflarından oluşan klasik kırmızı dürbünler, tesbihler, seccadeler, başörtüler, misvak ve en fazla hacı kokularıydı. Bugünse hediyeler tüccarların “modern” ticaret anlayışıyla yerini çok daha pahalı, daha az kişiye verilebilir ve hatta mal yığınına zemin oluşturacak eşyalarla yer değiştirdi. Daha da kötüsü bu eşyaları satan firmalar mübarek belde sınırları içinde bulunmaması gereken stratejik firmalardır; Topshop, Next, Debenhams vb.

Adı geçen bu stratejik firmalara olan yüksek rağbet ise bir o kadar tedirgin edici. 180 derecelik bir açıyla arkasına döndüğünde Kâbe’sini önüne döndüğünde ise MAC kozmetik firmasını gören bir müşteri tahayyül etsek ve bu tabloyu buna benzer firmalarla çoğaltsak ne hissederiz? Buradaki “ne”yi ben en acı bir biçimde hissettim.

Allah’la sözleşmesini tazelemek, yenilemek için yollara düşen hacıların Allah’ın bir kıyam yeri kıldığı bu beldeye dirilmek için şahit olması gerekir. Mü’minlerle birlikte aynı safta, aynı hizada durmanın yeridir bu belde. Namazda, yani hayatta aynı yerde durmaya sözleşmenin yeri. Fakat sözleşirken dahi aynı hizada durmaya fitne karıştıran, bütün imkânları kullanarak bu şeytani dürtüyü kışkırtan bir tüketim algısı söz konusu. İbrahim’in Hacer’i bıraktığı ıssız çorak vadide bugün bazı Müslümanların karamelli Frappuccino içme tutkusuna kapılması ve bunu hizadan çıkmak pahasına yapması hayretler uyandırıyor. Müslümanların gerçekte ihtiyacı olan şeyleri iyi belirlemesi gerekmektedir. “Modern” yaşam biçimlerinin yön verdiği bu hayat tarzlarının; insanların arınmak, dirilmek, sözleşmek için akın ettiği bu Mübarek Belde’den acilen ve kökünden arındırılması gerekiyor.

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !