04-05-2007 11:49

Ulusçuluk cephesinde değişen bir şey yok 

Mehdi Zana’nın ve diğer Kürt ulusçularının, bugün bir Kürt ulusu inşa etme adına yapıp ettikleri ne kadar da Cumhuriyet ideolojisinin ulus kurgusuyla ve bu yöndeki çalışmalarıyla örtüşüyor.

Ulusçuluk cephesinde değişen bir şey yok 

Mehdi Zana, Tevfik Rüştü, Mahmut Esad: Ulusçuluk cephesinde değişen bir şey yok  

 

Şükrü Hüseyinoğlu

 

Diyarbakır eski Belediye Başkanı ve temel hedefi, tıpkı 1920'lerde Kemalist kadronun yaptığı gibi, belli bir kavmi kimlik temeline dayanan bir ulus inşa etmek ve ona dayalı bir ulus-devlet kurmak olan Kürtçü siyasetin önde gelen isimlerinden Mehdi Zana, Mart ayı içerisinde Tempo Dergisi'ne verdiği röportajda, "Kürtler İslamiyet'i kabul ettiklerinde kaybettiler" şeklinde bir görüş beyan etmişti.

Ardından da Aksiyon Dergisi’nin, "Bir söyleşinizde ‘Kürtler İslamiyet’i kabul ettiklerinde kaybettiler’ dediniz. Bu söylediğinizi nasıl anlamak gerekir?" şeklindeki sorusunu şöyle yanıtlamıştı: "Aslında tam olarak öyle demek istemedim. Doğrudur, Kürtlerin İslamiyet’e geçmesiyle birlikte önemli kayıpları oldu. Ama bunun sebebi dinde değildi. Dini yozlaştıran kişilerin Kürtleri kullanmasındaydı. Müslüman bir aileden geliyorum, Silvan şeyhlerinin torunuyum. Ama öncesinde benim de dedelerim Müslüman değildi. Kürtler yanlışlıkla Müslüman oldu. Kılıçla, tüfekle üstümüze geldiler, ‘kelime-i şehadet getir’ dediler, dedelerimiz de şehadet getirerek Müslüman oldu. Kürtlerin Müslümanlığı böyledir... Yalnız şunu da söylemek gerekir; Kürtlerin asıl dinleri Zerdüşt’tür."

Mehdi Zana’nın bu iddia ve düşünceleri, bana Cumhuriyet ideolojisinin kuruluş aşamasında Meclis’te yapılan müzakerelerde bazı Kemalistler tarafından dile getirilen “İslamiyetin terakkiye mani olduğu” ve “resmi din olarak Hıristiyanlığı ya da Şamanizmi kabul edip, anayasaya yazmak gerektiği” yönündeki talepleri hatırlattı.

Abdurrahman Dilipak’ın “Bir Başka Açıdan Kemalizm” adlı kitabından okuyalım:

“(Cafer Tayyar (Eğilmez) Paşa'nın hatıratından Meclis Müzakereleri):

…M. Kemal Paşa’nın reisliğinde şu zatları bu işle (Teşkilat-ı Esasiye’de değişiklik tartışmalarını kastediyor. Ş. H.) meşgul gördüm: Fethi Bey, Dahiliye Vekili; Mahmud Esad (Bozkurt) Bey, İktisad Vekili; Tevfik Rüştü (Aras) Bey, Sıhhıye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekili;…

Ben geldiğim sırada, Tevfik Rüştü Bey söz söylüyordu: ‘Ben kanaatimi millet kürsüsünden dahi haykırırım... Kimseden korkmam! ... Teşkilat-ı Esasiyemizde (Anayasamızda) dinimiz apaçık yazılmalıdır…’ Ben söz aldım ve sordum: ‘Teşkilat-ı Esasiye’de dinimizin İslam olduğu yazılıdır. Tevfik Rüştü Bey! ... Hangi kanaati haykıracaksın? ...Teşkilat-ı Esasiye'ye apaçık hangi dini yazdıracaksın?... hıristiyanlığı mı?...’

Mahmut Esad (Bozkurt) Bey söz aldı ve sertçe cevap verdi;

‘Evet Hıristiyanlığı ... Çünkü İslamlık terakkiye manidir!... bu dinle yürünemez, mahvoluyoruz.... Ve bize, kimse de ehemmiyet vermez.” (Abdurrahman Dilipak, Bir Başka Açıdan Kemalizm, sh. 260, 261, Beyan Yayınları)

Şu cümleler de aynı Tevfik Rüştü Bey’e ait:
"İslamlığın terakkiye mani olduğu kanaati.. İslam kaldıkça yüzümüze kimsenin bakmayacağı kanaatindeyim."


Cumhuriyetin kuruluş yıllarında meclis başkanlığı ve başvekillik (başbakanlık) yapmış olan Fethi Bey (Okyar) de, aynı tartışmada şunları söylemekten geri durmamıştı:

"Evet, Karabekir… Türkler İslamlığı kabul ettiklerinden böyle geri kaldılar… Ve İslam kaldıkça da bu halde kalmaya mahkûmdurlar… Bunun için İslam kalamayacağız" (A. Dilipak. A.g.e., sh. 261)

Mehdi Zana’nın, “Yalnız şunu da söylemek gerekir; Kürtlerin asıl dinleri Zerdüşt’tür" sözleri de bana hiç yabancı gelmedi doğrusu. Ki, bu sözleri "Kürtler İslamiyet'i kabul ettiklerinde kaybettiler" cümlesiyle birlikte okuduğumuzda, adeta bir özlemi, yani “keşke Zerdüşt kalsaydık” özlemini ifade ettiği görülmektedir. İlginçtir, Cumhuriyetin ilk dönem Kemalistlerinden bazıları da aynı sözleri Türkler için Şamanizm özlemi şeklinde dile getirmişlerdi.

1933 yılında “Atatürk'ün en benzeyen heykeli” dalında ödüle layık görülen Münir Hayri Egeli’nin, 1932 Ramazanı öncesi bizzat M. Kemal’in nezaretinde yapılan “İslam’ın Türkleştirilmesi” çalışmaları kapsamındaki “İbadetlerin Türkçeleştirilmesi” projesinin müzakerelerinden aktardığı bir olayı okuyalım hep birlikte şimdi:

“…Herkes yeni ve büyük bir inkılabın başladığını anlamıştı. (Namazda surelerin Türkçe okunmaya başlanması kararını kastediyor. Ş. H.) Hazır bulunanlardan –adını şimdilik söylemeyi lüzumsuz bulduğum- birisi söze atıldı: ‘Efendim, Türklerin milli dini Şamanlıktır. Şaman dininin bütün duaları Türkçedir’ diyecek oldu. Atatürk hemen şu sözlerle onu tersledi: Ahmak! Müslümanlık da Türk’ün milli dinidir. Müslümanlığı Türkler yaymışlar ve Türkler kendilerine göre en geniş manasıyla anlamışlar ve benimsemişlerdir. Ancak softaların mütereddi kafası Müslümanlığı bir türlü Türk’ün milli dini olarak görmemiştir. Müslümanlığa Türk milleti önünde lazım olan manayı vermek lazımdır.” (Türkçe Kur’an ve Cumhuriyet İdeolojisi, Dücane Cündioğlu, sh. 191, Kitabevi)

Görüldüğü gibi bir tarafta Şamanizm özlemi, diğer tarafta cihanşümul bir din olan İslam’ı “Türkleştirme”, “Türk’ün milli dini” haline getirme çabaları…

Mehdi Zana’nın ve diğer Kürt ulusçularının, bugün bir Kürt ulusu inşa etme adına yapıp ettikleri ne kadar da Cumhuriyet ideolojisinin ulus kurgusuyla ve bu yöndeki çalışmalarıyla örtüşüyor.

Geçen sene Özgür-Der’in İstanbul Bayrampaşa Kültür Merkezi’nde düzenlediği “Kürt Sorunu ve Müslümanlar” konulu sempozyumda bazı Müslüman Kürt konuşmacılar hangi husustan yakınmışlardı biliyor musunuz? Kürt ulusçularının, Kürtçe’ye girmiş ve onunla bütünleşmiş İslami kavramları atıp yerlerine “özkürtçe” kelimeler üretip yerleştirme çabalarından… Aynı şeyi Cumhuriyet ideolojisi de İslami kavramlar yerine “öztürkçe” kelimeler üretmekle yapmıştı biliyorsunuz…

Bir tarafta Türk ulusu inşa etme çabaları,  diğer tarafta Kürt ulusu inşa etme çabaları… Her şey ne kadar da birbirine benziyor öyle değil mi?

Acaba, bıugün bir Kürt ulusu ve bu ulusa dayalı bir ulus-devlet oluşturma davası peşinde koşan Kürtçü ideolojinin önde gelen isimlerinden Mehdi Zana'nın söylediklerinin tıpkısının, 1920’lerde, Türk ulusu ve o ulusa dayalı bir ulus-devlet oluşturma davası güden Kemalistler tarafından da Türkler için söylenmiş olması bir tesadüften mi ibarettir?

Ulusçuluğun ne idüğünü, neyi amaçlayıp, nasıl vücuda geldiğini göz önünde bulundurduğumuz zaman, bunun bir tesadüf değil, üzerinde yürünen yolun aynı olmasından kaynaklanan kaçınılmaz bir benzerlik, hatta yer yer aynılık olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Öncelikle “ulus” kimliğinin, kavmi kimlikten farklı olarak, yapay/üretilen ve dayatılan bir kimlik olduğunu belirtmemiz gerekir. Hucurat Suresi 13. ayette Rabbimizin bildirdiği üzere, kavimler meşru, ancak kavmiyetçilik gayri meşrudur.

Buna mukabil, ulusçuluğun ötesinde, bizatihi ulus mefhumunun kendisinin de meşruiyeti yoktur. Ulus, siyasi bir proje olarak toplum mühendislerinin üretip toplumlara dayattığı yapay ve seküler bir kimliğin ifadesidir.

Seküler bir temelde üretilen ve toplumlara dayatılan ulus kimlik ve ulusçu ideoloji, siyasi bir proje olarak 1789 Fransız devrimiyle birlikte ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte, belli bir kavmi kimlik üzerine ulus inşa etme ameliyesi daha da geriye gidip 1750’lerde Alman dili ve kültürü ekseninde bir Alman ulusu oluşturma çabalarına dayanmaktadır.

1789 Fransız devrimiyle birlikte ulus kimlik ve ulusçuluk (nationalism) ideolojisi, dalga dalga yayılmış ve diğer ulusçu ideolojilerin de ortaya çıkışına ilham kaynağı oluşturmuştur.

Şunu da söylemeliyiz ki, ulusçuluk ideolojisi kavmiyetçilik ideolojisiyle önemli ölçüde benzeşen, zaman zaman aynılaşan özellikler taşımaktadır. Her şeyden once, genellikle her ulus kimlik belli bir kavmi kimlik üzerine bina edilmektedir ve “ortak dil” şartı içermektedir. Bu da ulus kimliği ve ulusçu ideolojileri kavmiyetçilikle özdeşleştiren bir yaklaşım doğurmaktadır.

İşte bugün Mehdi Zana’nın açıklamaları ve Kürtçü siyasetin “Kürt ulusu” inşa etme yönündeki çalışmalarında, adeta Cumhuriyetin kuruluş aşamasında ve sonrasında Türk ulusu inşa etmeye yönelik uygulamaları taklit ediyor olması şaşılacak bir şey değil. Çünkü ulusçuluğun mantığı hiçbir zaman ve hiçbir yerde değişmez. Değişen tek şey, üzerinden ulus inşa edilmek istenen kavmi kimlik olur.

Oysa Rabbimizin bizim için seçip kemale erdirdiği biricik yol haritamız olan İslam, tüm bu kurguları ve dayatmaları reddetmekte ve kavmi kimliklerin ancak insanların tanışmaları için var edildiğini ve asla üstünlük ve dava kaynağı olamayacağını bildirmektedir. Bizler Müslümanlar olarak, şu ya da bu ulusun değil, İslam milletinin fertleri olarak, İslam kardeşliği ve adalet temelinde sağlıklı bir toplumsal yapılanmanın zeminini oluşturmaya gayret etmeliyiz.

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !