Kadir TURAN
VAROLUŞU GEREĞİNCE DÜŞÜNMEMEK
“Sizi boş yere yarattığımızı mı zannediyorsunuz?” Mü’minûn Sûresi/115. âyet
Hayat, varoluş üzerine gereğince düşünmemek için çok kısa. Gündelik yaşamımızda insanların zihninde belli düşünceler ve tasavvurlar ve belirli emellere dâir hayaller yer alıyor. Nasıl daha iyi bir iş bulabilirim? Gelirimi nasıl artırabilirim? İşlerimi nasıl büyütebilirim? Ne yaparsam karşı cinsle daha fazla ilişki kurabilirim? Kısa sürede nasıl bir ev ve araba alabilirim? v.s.
Elbetteki söz konusu soruların insan zihninde dönüp dolaşmasını şaşırtıcı bulmuyorum. En nihâyetinde özgün doğası itibariyle güçlü ihtirasları olan, mal-mülk biriktirmeye ve meşrûluk gözetmeksizin karşı cinsle ilişki kurmaya zaafı olan bir varlık, insan. Holistik bir yaklaşımla insan doğasını ele alırsak, aslında bu saydıklarımızın çok makûl ve beklenen davranışlar olarak görülmesi gerektiği de çok açık. Fakat burada eleştirimizi yönelttiğimiz ve dikkat çekmek istediğimiz asıl nokta, bu türden düşüncelerin aslında varoluş gibi muazzam öneme sahip bir meseleye kıyasla çok daha basit, yavan ve geçici olmasıdır.
“Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, oysa Allah ahireti kazanmanızı istiyor.” Enfâl Sûresi/67. âyet
Varoluş olgusuna nazaran daha basit kaldığını düşündüğümüz mezkûr konuların bu denli insanların zihnini esir almasındaki sebeplere eğildiğimizde, aslında burada suçun tamamını münferit olarak insana yüklemenin de yanlış olduğu düşüncesindeyim. Bir toplum varlığı olarak insan, devlet mekanizmasının en mühim meselesi olmalıdır. Devlet aygıtı, tüm politikalarında önceliğini insanın öz’üne (*1) uygun davranabilmesi doğrultusunda gerçekleştirmelidir. Her ne kadar insanın eğitilmesi en başta aile kurumunda başlamalıysa da, toplumun bu en küçük kurumu devletin muhtelif kontrol mekanizmalarıyla desteklenmeli, beslenmeli ve de denetim altında tutulmalıdır. Bu konuda devlet aygıtının bir çok yönden elinin çok güçlü olduğunu belirtmemiz de yerinde olacaktır. Söz gelimi; eğitim, medya, içtimaî dernekler, yazılı ve görsel basın, bakanlıklar v.s. Saydığımız bu kontrol mekanizmalarının, devletin, insan eğitimine ve gelişimine nüfuz edebilmesi için çok güçlü alternatifler olduğunu ifâde etmek gerekiyor.
“İnsan, kendi varoluşuna hayret etmekten de acizdir.” - Carl Gustav Jung
İnsan varlığı, içsel uyaranlara olduğu kadar dışsal uyaranlara da açık bir varlık. Hattâ denebilir ki; kendi özüne, iç dünyasına, varoluşundaki anlam derinliğine vâkıf olamamış her kişi dışsal uyaranların tesirinde daha fazla kalır ve büyük oranda bu dışsal uyaranların etkisiyle eylem ve söylemlerine yön verir. Bugünün gûya modern dünyasında insan, küreselleşmenin de etkisiyle bitmek tükenmek bilmeyen bir hırsla koşuşturmaca içinde olup tamamiyle tüketime endekslenmiş durumda. Emperyalizmin kontrolünde tuttuğu dünya medyası da, sinema ve diziler aracılığıyla tüketimi câzip kılan ve bireyi ahlâki hassâsiyetlerden soyutlayan politikalarla insanları tektipleştirme peşinde. Bu durum ise ancak belli ahlâki normlara koşut olarak değer ve fikir üretmek ile elde edilebileceğine inandığımız medenileşmenin önünde büyük bir engel olarak duruyor. Böylelikle medeniyet kavramı yanlış telakki edilerek içi boşaltılırken, insanlık ise ilerlediğini zannedip nitelik olarak aşağıların aşağısına yol alan bir zeminde teşekkülünü sürdürüyor. Ne hazindir ki yeni nesiller bu konjonktürde sosyal yapıya çok çabuk uyum sağlıyor ve dolayısıyla toplumun menfi yönde homojenize olması kaçınılmaz oluyor. Medenileşmeyi; lüks yaşam, müstehcen giyim kuşam, kuralsız ve gayri ahlâkî kadın-erkek ilişkileri, teknolojik gelişmelere sadece tüketim ve gösteriş seviyesinde sıkı sıkıya bağlılık ve daha saymadığımız bir çok sıradan konulara indirgeyen dünya toplumları ve aslında neoliberalizmin hâmileri, medeniyet kavramını gerçek anlamından koparırken, aslî anlamı olan çalışıp değer, fikir, düşünce, ilim üreterek insanlığın ilerlemesine katkı sağlanmasına ve insanın öz’üyle bütünleşebilmesine engel oluyor.
“Tanrı benimle ne kastetmiş olabilir?” - Soren Kierkegaard
Medenileşme yolunda insanlığın atacağı en büyük adım herhalde varlığa geliş sebebi konusunda sağlıklı ve anlamlı bir sonuca götürecek düşünsel yol haritası belirlemek ve bu doğrultuda gayret sarfederek varoluşun hikmetini anlamak ve anlamlandırmak olacaktır. Bugünün dünyasında interaktif bir insanlık toplumunun oluşumu ve gelişimi için düzenlenen enternasyonal spor etkinlikleri, global ölçekte gerçekleştirilen teknoloji fuarları, geniş taban bulan ve doğru amaçlara hizmet ettiği sürece insanlığı bütünleştirici bir etkisi olduğuna inandığımız tüm dünyadaki sinema ve dizi sektörünü çok önemli buluyoruz. Asıl önemli olan varoluş konusunda geniş katılımlı toplantı ve sempozyumların düzenlenmiyor oluşu ise kanaatimce medeniyet ve medenileşme konusunda aşama kaydedildiği zannedilirken günbegün bu seviyeden uzaklaşıldığı gerçeğinin farkına varılamamasının en büyük sebebi.
“Sakın ola dünya hayatı sizi aldatmasın..!” Fâtır Sûresi/5. âyet
Hayat, trajik olarak kısa ve sonlu ve insan tarafından anlaşılmayı ve anlatılmayı bekleyen bir fenomen olarak karşımızda duruyor. Yaşamın vukû bulmasının bir mânâsı olduğu da âşikar. İnsan varlığının yaşamı boyunca kendisine yönelteceği en mühim soru herhalde; “Neden/nasıl varım?” sorusudur. Tüm ömrünü şekillendirmesi beklenen bu soruya yaklaşımı, onun, bu dünya ve öte dünyadaki değerini belirleyecek yegane unsur. Yine bilinmelidir ki, insan dünya sahnesinde her ne yapsa hânesine iyi veya kötü olarak kaydedilecek ve yaşamı boyunca attığı her adımı eskatoloji (öte dünya/âhiret) âleminde karşısında bulacaktır. Bu nedenle söz konusu gerçekliğin bilinciyle hareket edip dünyaya dâir arzu ve isteklerimizi aşırılığa kaçmamak adına kontrol altına almalıyız. Ancak böylesi bir duruş bizlere sebeb-i hikmeti anlaşılmış ve anlamlı kılınmış bir yaşamı kazandırabilir.
Bitirirken;
Hayat bir imtihan, varoluş insana yöneltilmiş bir sorudur. Ömür, varoluş üzerine gereğince düşünmemek için sizce de çok kısa değil mi?
Dipnot: (*1) İnsanın özü ile kastettiğim anlam için Kur’an’ı Kerim’in Rûm Sûresi/30. âyet meâl ve tefsirine bakınız.