`Arap Baharı` ve adil şahitlik sorumluluğu
Buradan, adil şahitlik çağrısı yapıyoruz bu kardeşlerimize. Lütfen şahitliğimizi gizlemeyelim, ne yaşanıyorsa yaşandığı gibi yansıtalım. Müslümanları bir de siz kandırmaya çalışmayın.
İslam ve Hayat
İslam ve Hayat sitesi olarak başından beri bölgemizdeki ayaklanmaların yanında yer aldık, zalim rejimlere karşı halkların direnişini destekledik. Ancak zalim rejimlerin ardından bu zalim rejimlerin de efendisi olan küresel zalimlere kucak açılmasını eleştirdik ve eleştirmeye devam ediyoruz. Bu tutumumuz sebebiyle de, bölgedeki olayları olduğu gibi aktarmaya çalışıyoruz, olumlu ve olumsuz ne oluyorsa...
Ancak bize yakın bir çevrenin yönettiği bir internet sitesi var ki, bölgede yaşananlar konusunda anlaşılmaz bir "filtre haberciliği" yaparak, yaşanan gelişmelerle ilgili hep olumlu haberleri okuyucularıyla paylaşıyor ve adeta pembe vir tablo çizmeye çalışıyor. Süreçle ilgili olumsuz gelişmeleri (Yeni Libya yönetiminin NATO'nun kalması yönündeki açıklamaları, Sarkozy ve Cameron'la sarmaş dolaş pozları, En Nahda Lideri Gannuşi'nin Washington'dan yaptığı "Demokrasiye ve NATO'yla işbirliğine önem veriyoruz" açıklaması gibi...) görmezden gelerek, okuyucusuna pembe tablolar çizmeyi sürdürüyor.
Söz konusu sitenin "Libya'ya siyonist elçilik" haberini yalanlarken ortaya koyduğu tutum da böyle. Yeni Libya yönetiminin NATO'culuğunu, Amerikancılığını, Sarkozy ve Cameron'la sarmaş dolaş pozlarını hiç söz konusu etmeyen, gidenin yerine neyin geldiğini adil biçimde analiz etmek yerine, okuyucusuna pembe tablolar sunan site, siyonist elçilik haberinin yalanlanmasını ikide bir sürmanşete taşıyarak "Libya devrimi"nin lekesizliğini (!) ispatlamaya çalışıyor.
Buradan, adil şahitlik çağrısı yapıyoruz bu kardeşlerimize. Lütfen şahitliğimizi gizlemeyelim, ne yaşanıyorsa yaşandığı gibi yansıtalım. Müslümanları bir de siz kandırmaya çalışmayın.
-
mehmet maksut 21-12-2011 16:11
Atasoy Ağabeyi Anlamak Uzun yıllardan beri toplumları sömüren liderlerin tasallutundan kurtulmak için Ortadoğu’nun bazı bölgelerinde başlatılan hareketler çeşitli bedeller ödenerek devam ediyor. Bu ülkelerde başlatılan hareketler ve ödenen bedeller hiçbir zaman küçümsenemez, hafife alınamaz. Lakin ödenen bedellerin kalıcı çözümlere dönüştürülmesi için nelerin inşa edileceği oldukça önemlidir. Yıllardan beridir bedel ödeyen Müslümanlar; fakat idare edenler başkalarıdır. Çanakkale’de bedel ödeyenler Müslümanlar sonrasında idare eden başkaları. Bosna savaşında cepheden cepheye koşanlar Müslümanlar, yönetenler başkaları. Vesaire daha birçok yerdeki durum bu eksende sürmüştür. Tüm bu tecrübeleri okumak ve ödenen bedellerin kalıcılaştırılması için doğru inşaların yapılması gerektiğini vurgulamak ve ortaya konan modellerin süreç içerisinde tekrardan zulme dönüşeceğini öngörmenin ve bu öngörüleri paylaşmanın yararlı olduğunu düşünüyorum. Süreç içerisinde bu öngörülerin haklılık ve yanılsamaları zaten kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Konuya girmeden önce elbette herkes eleştirilebilir hakikatini ortaya koymalıyız. Fakat eleştiride anlamak ve muhatabını tanımak oldukça önemlidir. Eleştirirken sevgimizi alkışlarken dikkatlerimizi kaybetmemeliyiz. Aslında Atasoy abinin söylemlerinin doğru bir şekilde anlaşılması için ona yönelik bu açıklamalar yazılmadan önce bir şekilde kendisine ulaşılıp söylediği “ajanlar tarafından eğitilme” iddiası sorulabilirdi. Böyle davranılmış olsaydı daha hikmetli olunurdu. Ben açıkçası bu iddianın dışında, Atasoy abinin yazı ve programının çok önemli olduğuna ve itidalli geçtiğine inanıyorum. Ajanlık bilgisinin bir öngörü mü yoksa bir haber dayanağı mı olduğu konusunda aslında Atasoy abi bilgi verirse meseleler insafsız yorumlara kurban gitmez. Burada şunu da ifade edelim ki her iddianın ispatı pat diye ortaya konulmaz. Lakin olaylar taze ve zaman zaten bu tartışma ve iddiaların ispatını önümüzdeki süreçler ortaya koyacaktır. Ben Atasoy abi üzerinden aslında referandum sürecinde sisteme bulaşmayan insanların bu yazıda genel anlamıyla itham edildiğini düşünüyorum.... Bu Müslümanların çoğu bu yapı (haksöz) içerisindeki abiler tarafından dolaylı veya direk bazı zaman ve zeminlerde itham altında bırakılmış. Fakat yazıda geçen itham unsurların çoğunun bu insanları tanımlamadığını ifade edeyim. Yukarıda ismi sayılan kesimdeki Müslümanlar, Ortadoğu’da ortaya çıkan bu hareketlerin eksikliğine ve noksanlıklarına odaklanmıyor. Ve salt anlamda bu hareketlerin yanlışlıklarını da ortaya koymuyorlar. Hele bu hareketler “hiç takdir edilmiyor” söylemi bu Müslümanlara yöneltilemez. Çünkü bizzat bu programlarda her söze başlarken bu hareketlerin zalimleri devirme girişimleri, baskı düzenlerinin yıkmaları ve zulümlerin geriletilmesi noktasında faaliyetlerinin saygınlığı sürekli vurgulanmıştır. Fakat burada dikkat çekilen, bunların birikmiş bir tepki olmanın ötesinde; kalıcı çözümlere dönüşmesi için bu hareketlerin İslam’ın ilkelerinden yola çıkarak toplumsal bir inşa süreci başlatmaları gerektiğidir. Bir yıllık süreçte, meydanlarda Müslümanların olmasının önemli olduğunu; fakat bu meydanların çözümü İslam’i siyasetten yana aramaları noktasındaki eksikleri vurgulanmıştır ve vurgulanmaktadır. Bu vurgulamalar birer nasihate dayalı tahlillerdir. Yoksa oradaki insanları küçümseme anlamında değildir. Ayrıca bu hareketlere Müslümanların sevinmesi gerektiği; fakat bu sevinçlerinin sanki İslam’ı Inkılaplar gerçekleşiyor havasıyla yaşanılmasının yanlışlığı vurgulanıyor. Bu kardeşlerimiz bireysel anlamda toplum üzerinde tağutluk taslayan zalimlerin yıkılmasına seviniyor. Fakat despot tağutların yerine başka demokratik, liberal, özgürlükçü tağutlar getirilmemesi gerektiğini vurguluyor. Putları yıkarken yerine neyi inşa ettiğiniz çok önemlidir. Yıkılan putların yerine modern görünümlü putlar inşa edilmesine müsaade edilmemesini bu insanlar söylüyor. Madem canlar, kanlar ortaya konuluyor bir daha canlar yanmasın kanlar akmasın diye oldukça hassas olunması ve çözümün İslam’ı ilkelerden aranması gerektiğini vurguluyorlar. Bu hareketlerden Şuana kadar ciddi olarak İslam’i çözümleri deklare eden ve bunun için organizeli bir çalışma süreci başlatan kimsenin çıkmamasına endişe ile bakıyorlar. Aranan islam’i çözümlerin batıya uyumlu, ideolojilere endeksli, küresel sistemlere eklemlenmiş tarzda olmaması gerektiğini; köklü ve kalıcı islami çözümlerin olması gerektiğini vurguluyorlar. Her şeye rağmen insani olarak bu Müslümanlar hiçbir zaman bu gelişmeleri önemsiz görmemişlerdir. Önemsiz görmüş olsalardı gündemlerine ve dualarına almazlardı. Bu kardeşlerimizin “yaptıklarını küçümseyen, görmeyen ve her seferinde onları komploculukla, yerinde oturup hiçbir şey yapmadan konuşmakla değerlendiren” yazı ve yorumların yapılması bu Müslümanlara yakıştırılamaz. Daha düne karşı birlikte oldukları ve beraber yol aldıkları bu insanların özellikle referandum sürecinden sonra takındıkları tavırların doğru olmadığını vurgulayalım. Bu tavırlar bazen ahlaki sınırları da aşmaktadır. Bu duruma tüm Müslümanlar olarak dikkat etmeliyiz. İlişkilerimizi kardeşlik hukukunun dışına taşırmamalıyız. Ortadoğu’da ortaya konulan hareketlerin değerlendirilmesi sürecinde çok olumlu tablolar çizmek, her şey olumlu ve islami süreçte işliyor ve Müslümanların asli uyanışı tarzında yaklaşmak ne kadar yanlış ise tüm yapılanlara komplocu bir gözle bakmak; sürecin içerisinde Müslümanların etkinliğini görmemekte yanlıştır. Adil olmak ve olaylara feraset nazarıyla bütüncül bakmak bizi sağlıklı sonuçlara götürecektir. Atasoy abinin olaylar karşısında söylemleri umutsuzluk dağıtma anlamında değil vakıayı doğru okuma anlamında söylenmiş sözlerdir. Meydanlarda bedenleri ve söylemleri etkin olanların siyasi, kültür ve bilgi olarak etkin olması gerektiğini vurgulama babındaki derinlikli söylemlerinin Müslümanların pasifize edilmesi olarak anlaşılması ve bu anlayışın Atasoy abiye yüklenilmesi doğru değildir. Atasoy abi yeni bir düzenin dünyada kurulduğunu; bu düzende Müslüman şahısların çeşitli noktalarda etkin olduklarını fakat bu etkinlikteki Müslümanların aranan ve özlenen Müslümanların vasıflarını taşımadığını -anlayabildiğim kadarıyla- vurguluyor. Ve küresel sürece eklemlenmek istenen bu Müslümanların hareketlerinden özlenen şafakların böyle giderse doğmayacağı; böyle büyük bir beklenti içerisine girilmemesini söylüyor. Her ne kadar Mustafa Abdülcelil başta olmak üzere Libya’da bazı kişilerin “şeriatla yöneteceğiz” söylemlerini olayın islam’i olduğu noktasında kullanılması doğru bir argüman değildir. Zira ülkeyi şeriatla yönetecek birisi yıllardan beri şeriatla uğraşan batıya bunca işgale rağmen destek ve açıklık mesajları vermez. Burada Mustafa Abdülcelil’in zihninde olan şeriat –okuyabildiğim kadarıyla- Suudi tarzı bir şeriattır. Bu tarz sistemlerin kısmi şeriat söylemleri olayların rengini İslamileştirmez. Eklektik ve bölge üzerinde etkin olmak isteyen tüm hareketler buralarda kısmi İslami renge bürünmek zorundadır. Çünkü tabanındaki halklar eksik bilinçte de olsa İslamidir. Eğer bölgeye ABD girse o bile kendi konforunda küresel küfür sistemiyle çalışabilecek bir İslami görünümü ortaya koyar. “Kimse İslami bir yönetim istemiyor, çünkü insanların zihinleri İslam’ın yönetemeyeceğine insanların sorunlarını çözmede yetersiz kalacağına ikna edilmiş. Arap Baharı denen bu hareketlerde tek bir Anti Emperyalist ses yükselmedi.” derken kalkıp bazı bireysel pankartları göstermekle iddialar ispat edilmez ve delil gösterilemez. Bu durum aksi karşıt iddialar içinde geçerlidir. “Libya’yı kurtulmuş olarak görmüyorum” derken Libya’nın Batı eliyle yerli kişiler tarafından sömürgeleştirileceğini bölgenin özellikle aşiretsel yapısı göz önünde bulundurulduğunda bu söylemin pekte zor bir şey olmayacağı ortadadır. “Libya’da yönetime gelen insanların CIA ajanları iddiası ve bunların Sırbistan’da özellikle eğitildikleri” bilgisinin kaynağını hakkında Atasoy abinin görüşleri alınabilir. Öngörüsel bir iddia ise süreç ya bunu haklı çıkaracak ya da yanılgılar ortaya çıkacak. Yok eğer bu bir haber bilgisi dahilinde söylenmiş ise bu haberin ilanı bence olayları değerlendirmenin seyrini oldukça etkileyecektir. Aslında Atasoy abinin bu iddiası sadece Libya içindir. Yoksa diğer bölgelerdeki halk hareketlerine yönelik böyle bir söylemini duymadım. Burada aslında bu iddia üzerinden Atasoy abiye yüklenen insanlar bir arayıp bu durumu sora bilinirken bunun bir kampanya dönüştürülmesi, yıllarını bu mücadeleye vermiş insana haksızlıktır. Bunları söylerken Atasoy kutsallığına düştüğümüz sanılmasın. “İslami bir yönetimden vazgeçen kim?” sorusu soruluyor. Aslında bu sorunun cevabı bunca yaşanılan süreçlerde ve deklare edilen metinlerde varken kalkıp bunu yeniden sormak yanlıştır. Bu insanlar İslami bir yönetimden vazgeçmişlere dair bir çok tavır ve süreç ortadayken “Yeni Libya’da İslam şeriatına aykırı hiçbir kanuna geçit verilmeyecek.” söylemini temel argüman olarak almak bence beklentiye göre cümle bulmanın başka adı değildir. Acaba Abdulcelil’in zihninde olan ve onun anladığı şeriat hangi şeriattır. Sınırlı alanlara münhasır kılınan şeriat mı yoksa bütüncül İslami ilkelere bağlı şeriat mı? Demokrasi konusundaki söylemlere dikkatli bakmak gerekir. Buralardaki demokrasi talebini de salt oyu sandığa atmak olarak anlamak yanlıştır. Ortadoğu’daki demokrasi talepleri felsefi sistemden, bir yaşam biçiminden soyut değerlendirmek doğru değildir. Tabii buradaki demokrasiyi talep algısının batıdakinin aynısı olduğunu da söyleyemeyiz. Bu demokrasi talebinin içerisinde İslami bazı görünümler geçiş sürecinde olsa bile daha sonraki süreçlerde bu görünümlerinde gideceği kanısındayım. ( TC nin tarihsel sürecindekine benzer bir durum süreç içerisinde yaşanacak gibi geliyor bana) Bunları söylerken diktatörleri ve yaptıklarını meşru gördüğümüz, bunlardan hoşlandığımız sanılmamalıdır. Ortadoğu’da diktatörlerin zulmüne karşı başkaldıran insanların ekserisi Müslümanlardır. Ve Müslümanlar meydanlarda etkindir. Hiç kimse bunu inkar edemez ve etmiyor. Meselenin tümüne bir komplo olarak bakmak da sürecin içerisinde Müslümanların yararına hiçbir şey yok mantığıyla bakmakta yanıştır. Ortada hem bedeller vardır hem de planlar vardır. Derdimiz bedellerin planlara yenilmemesidir. Eksiği, kusuru, fazlası tartışılabilir. Bu sürecin daha netleşmesi için erken kanaatler ortaya koymak yerine zamana bırakmanın daha makul olacağını düşünüyorum. “Ajan, işbirlikçiler de çok samimi insanlarda bu süreçte olacaktır. Çünkü kaos ortamında kimin ne olduğu, hangi haberlerin sağlıklı olduğu net bilemiyoruz. Son olarak umarım Atasoy abi bu yazılan yazılara ve yapılan yorumlara yönelik olarak bir değerlendirme yazısı yazar. Ve inşallah bu yazacağı yazıda Libya hakkındaki ajanlık iddiasına değinir. “Kendisine yöneltilen aceleci, duygusal, sitemkâr, derinliksizlik, umutsuzluk aşılayan, komplo üreten, olaylara komplo ekseninde sığ bakan, sürekli eleştiren” ithamlarına cevap verir. “Eleştirilmeyecek kimse yoktur ve herkes eleştirebilir” hakikatinden yola çıkarak eleştirilerin dozunu kaçırmak, evvela muhataba sormadan yanlış anlamaları bilgiye dönüştürüp eleştiri malzemesi yapmanın Müslümanlara zarar vereceğini ve verdiğini düşünüyorum. Selametle
-
hikmet erturk 21-12-2011 12:56
Gelecek için eğer bir tahminde bulunmak gerekirse bu düşüncelerin sahipleri yer almayacaktır.Çünkü savunageldikleri fikirler batıl düşüncelerin içinde eriyip gidecektir.Zaman her şeyi gösterecek.Biz yolumuza bakalım.
-
halil yavuzer 20-12-2011 22:59
haberi haksöz siteside yalanlıyor, lokman doğmuş imzası ile verilen "“Libya’da Siyonist Elçilik” Haberi Yalanlandı" haberde bunun yalanlandığını yazıyorlar, elbetteki bunu gerçeğini rabbimiz bilir, gelişen olaylara şahidliğimiz elbetteki olmalıdır bunu her yerde söylemeliyiz,
-
Adatepeli 20-12-2011 00:06
Allah razi olsun cok önemli gercekleri dile getirmissiniz... yukardaki yaziyi ve resimleri (görüntüleri) daha iyi anlaya bilmek icin sayin Gültekin Cetiner in asagidaki iki yazisinin okunmasini tavsiye edebilirim... http://www.haber7.com/haber/20111027/Libyada-Dunya-nasil-aldatildi.php http://www.haber7.com/haber/20110915/Araplarin-Yalanci-Bahari.php