SON DÖNEMDE MÜSLÜMANIN DİLİ: KÜLTÜR
Son dönemde Müslümanın dili cahiliye karşısında ve onunla mücadelesinin birçok alanında başarısız olmasıyla olumsuz anlamda etkilenmiştir. Bu etkilenme kendi hayat görüşünden beslenerek kavramların anlamlarını belirleyip koruyamama; kavramların anlam alanlarının başka başka mecralara sürüklenmeleri gibi sonuçlar doğurmuştur. Ayrıca hayatın akışı içinde ortaya çıkan yeni kelime ihtiyacında Müslümanın dünya görüşüne uygun ve ondan mülhem kelimeler üretememesine sebep olmuştur. Yeni kelime ihtiyacı bazen bire bir başka zihniyetlerin -paradigmaların- kelimelerini anlam alanlarıyla aynen ithal yoluyla giderilmiştir. Bu süreç onun zihniyetinin vahyin ekseninden uzaklaşmasına bir sebep olmuştur.
Müslümanların yenilgisiyle biten 1. Dünya Savaşının etkileri sosyal, siyasal, ekonomik vs. her alanda ağır olmuştur. Neredeyse Müslümanların savunma hatları tamamen çökmüş, saldırılar karşısında çaresiz kalmış, ülkesi işgal edilmiştir. Müslüman, zihnini de zihniyetini de savunamaz duruma düşmüştür ve halen bu birçok alanda devam etmektedir.
Özellikle Müslümanın zihninin zihniyetinin savunulması ile alakalı sıkıntı duymaya başlamasının tarihi askeri yenilgilerinin öncesinde başlar. “Din”i hayatın dışına ittiren ve oluşan boşluğu sözde “bilim”in, fen bilimlerinin marifetiyle doldurmaya çalışan modern dünyanın düşünsel anlamda da sair alanlarda da güçlü etkisi zamanla heryeri kapladı. Zihniyetlerde bu etkinin belirgin oluşunun yansıması olarak algı değişimleri ortaya çıktı. Bu müslüman coğrafyada olduğu kadar; hatta daha da çok diğer coğrafyalarda da bu gün net bir şekilde görülmektedir. Bu süreç içinde domino etkisiyle neredeyse her şey değişti, modernist yeni zihniyete-paradigmaya (değerler dizinine) uygun hale gelme sürecine girdi ve bu el an devam ediyor.
Bu etki “din”i hayatın dışına iter; “bireysel” algı biçimi düzeyine indirgerken dinden hareketle tanımladığı birçok olgunun sembolü olan kelimelerin anlam alanını değiştirdi. Başka tarzda yeni algılama şekilleri üretti ve bu yeni algıları yeni kelimelerle sembolize ederek kavramlaştırdı.Her bir yaşama tarzının, dinin, kendi mahallî alanı içinde kendi inancını, kabullerini eksene alarak yapa geldiği her şey artık tek bir eksenden yapılır oldu. Tüm dünyanın demokrasi, özgürlük, eşitlik vs.vs. demesi, Afrika’nın ücra köşelerinden Asya’nın diplerine kadar yönetici elitin ve dönüşen mele sınıfının takım elbise kravat dolaşıp durmasına, vb. tektipliğe temel sebep budur.
Bu durum “Müslüman”ın söylemini, kendi inancından hareket ederek algılaması gereken hususları, cahili söylem ve kendine ait olmayan kavramlarla algılamasına ve ifadesine sebep olmaktadır. Bazen fark etmeden,“müslüman” sıfatı içinden kendini ve kendi değerlerini inkâr eden; modern cahiliyenin öngördüğü gibi bir karakter ortaya çıkıyor. Dolayısıyla “cahiliye”nin vasıflarının “Müslüman”lık iddiasının vasıflarıyla örtüştüğü bir toplumdan bahsedebiliyoruz. Modern cahiliyenin temel karakteristiğini bünyesinde barındıran, temel özellikleri cahili karakterin temel özellikleriyle tıpatıp benzerlik gösteren, Müslümanlık iddia ve gayreti ortaya konmaktadır.
Bu özelliklere sahip kitle tabi ki sürülüyor güdülüyor provoke ediliyor. Bu kitleyi yönlendirilecek her şey özensiz ve kaba bir şekilde araçsallaştırılıyor. Kutsal da, mahrem de, özel de, din de, maşa haline dönüştürülerek kullanılıp tüketiliyor.
Modern cahiliyenin işletip sürdürdüğü algı tarzı ve yaşam şekli (Din) propagandası, statükoyu koruma kollama ve kendi değerleri doğrultusunda geliştirip yürütmeyi sağlamaktadır. Bu yoğun propagandalar, harcamalar, iktidar ve sair güçlerin katılmaları ve katkılarıyla sürüp gitmektedir. “Müslüman” karşı karşıya kaldığı, mücadele etmesi gereken hasmının “cahiliye” olduğunu sloganik olarak tekrar edip durması ve mücadelesini “tevhidi mücadele” “İslami hareket” gibi şık ve meşru tanımlamalarla ifade etmesi onu modern cahiliye gibi akletmekten ve hareket etmekten alıkoymamıştır. Karşı olduklarını iddia ettikleri gibi düşünen tefekkür eden; hayata, varlığa onlar gibi yaklaşıp tepki veren dili-söylemi onlarınkine nerdeyse tıpatıp benzeşen bir İslamcılık hareketi sahihliğini maalesef sadece adından ve iddiasından alma çabasında görünmektedir.
Müslüman dilini, söylemini, kendini ifade ederken zihniyetini inşa ve devam ettirirken kullandığı kelime ve kavramlara özen göstermelidir. Neyin evrensel olup neyin olmadığını belirlerken modern cahiliyenin kıstasını kullanmak, “değerli” ve “olumlu” (pozitif) tespitinde “çağdaş uygarlığı” veya modernitenin vasatında hayat bulmuş ideolojileri temel almak; sahih bir yöntem değildir. Modern cahiliyenin ve ideolojilerinin hedefleri ne kadar allanıp pullanırsa pullansın Müslümanın amaçlarıyla örtüşmez. Allaha kulluğu ifade etmez. Son dönemde Müslümanlık iddiasının dili modern cahiliyenin değer ifade ederken kullandığı kavramlarla ciddi anlamda kirlenmiştir.
Halimizin fotoğrafı eksiğiyle fazlasıyla budur. Bu durumu doğru tespit edip doğru yorumlamak, ne yapılacağı ve nasıl yapılacağıyla alakalı sağlıklı ve sahih yöntemlerden bahsetmeyi mümkün kılar. Ayrıca nefsi kusurlulukların amellere ve ilişkilere nüfuz edişi ve sair malayani özürlülük halleri işin cabasıdır. Vakıayı ve halini doğru değerlendiremeyenler İslam adına ortaya konacak enerjiyi çarçur eder vebal altına girerler. Performansları kâfirlerin kâr hanesini kabartır. Memleketimizin yakın İslamcılık tarihinde de bu gün de bunun örneklerini defaten görmek mümkündür.
Modern dönemde Avrupa’da insanların hayat tarzlarını ve bu hayat tarzlarından üreyip gelişen değerleri çok geniş bir ifade ile doğal olanın dışında insan elinin oluşumunda etkisi olan her şeyi kültür olarak tanımlamıştır. “İnsanın dahliyle olan her şey” son döneme kadar Avrupa’da farklı bir paradigmadan bakışla algılanıyordu. Fakat modern dönemde Avrupa’da yer tutan ve siyasal anlamda da önderliği ele geçiren yeni paradigma -zihniyet- bu vakıayı “dini” ilişkinin dışında anlamayı ve tanımlamayı kendine temel strateji olarak seçti. Avrupa’da var olan aristokrasi ve din adamları güç odaklarının dışında açılan ve bu iki güç odağının müdahalesinden bağımsız ve “korunmuş-özel” alanı “sivil” alan olarak isimlendirdi. Bu sivil alan “özgür” insanın yani aristokrasinin sınır ve kurallarını tanımayan; dini de hayata müdahaleden çok kişisel fantezi derecesinde kabuller dizini olarak sınırlandıran; hatta yok sayan “özgür birey” tiplemesinin bireysel ve toplumsal anlamda ortaya koyduğu her şey “sivilizasyon” terimiyle kavramsallaştırdı. Bu kavrama daha önce de değinmiştik. Bizde de bu terim “medeniyet”kavramıyla karşılığını bulmuştu. Türkiye’de dil devrimi sürecinde Uygur Türklerinin ilk yerleşik hayata geçmiş olmalarından mülhem medeniyet yerine uygarlık kelimesi yeni Türkiye Cumhuriyetinden sonra icat edilmiştir.
Medeniyet-uygarlık ve kültür kelimeleri Avrupa’daki orijinallerinden yola çıkılarak değerlendirildiklerinde varlığı ve hayatı farklı bir algı şekliyle görmenin anlamını-karşılığını ifade etmekteler. Hele hele bizde de batıdaki medeni-barbar ikilemine benzer kültürlü-kültürsüz tanımlamaları zihniyetimizin etki altında biçim değiştirdiğinin örnekleri sayılabilir. Son dönemde Müslümanın dili bu nüansları fark edememekte dolayısıyla gönlüyle ağzı birbirinden ayrı hareket etmektedir.
Sonuç olarak Müslümanlık tabi ki sadece iddiadan ibaret değildir. Hukuk alanında yalnız iddianın geçer kabul edilebilmesi mümkün olsa bile sahih anlamda “İslam nedir” in cevabı nassa dayalı olarak verilmelidir. Bu doğru tanımın pratik tezahürü de hayata, varlığa, kendine ve yaratıcıya dair geliştirdiği sahih telakkiler ve amellerle ortaya konacaktır. Bu temellerin üzerinde oluşan zihniyet kendini dinini ifadede kullandığı dili kendi dinini merkeze alarak geliştirip zenginleştirecektir.
Bugün hayatın fert ve toplum planında birçok yönünü karşılayan kavramlar anlam alanlarını Müslümanın dininden belirlemediği cahili paradigmaların -zihniyetlerin- karşılıklarını belirlediği kavramları kullanmaktadırlar. Kültürlü, medeni, birey, sosyal sınıflar, işçi sınıfı, burjuva, kapitalist, antikapitalist, vb. gibi Ayrıca sosyal sınıflamaya dair nerdeyse tüm kavramlar Müslümanın zihniyetinden çok başka zihniyetlerin nefesini taşımaktadır. Yönetim konusuyla alakalı durum daha da vahimdir. Başkanın adından tutun yönetiminin şekli başkanın meşruiyetinin kaynağı yönetimin amaçları gibi yönetimle ilgili konularda Müslümanın dili birkaç şablon kavramı görmezden gelirsek acınası haldedir. Neredeyse başkan seçimle gelsin demek için bile demokrasi vb. gibi batılı kavramları kullanmaktadır.
Başka bir konu da var ki müslüman mensup olduğu tarihi örnekliği anlamak için bile bugünkü kavramsal cahili algı şeklini kullanmakta ve bu durum onun örneklerini anlayamamasına veya yanlış anlamasına sebep olmaktadır. Bu sebeple “biat” oya, -emirülmü’minin- Müslümanların başkanı, cumhurbaşkanına; müslümanların devleti de “İslam devletine” dönmüştür ki bunun ne menem bir zihniyet sapması olduğu gündeme bile gelememektedir.
Müslümanlar son dönemde birçok alanda olduğu gibi hayata dair toplum ve yönetimle alakalı olguları da Avrupalıların zihniyet dünyasından kalkarak anlar ve yorumlar haldedirler. Bu durum kötü ama daha da kötüsü Avrupalıların zihniyetini insanlık tarihinin müsbet gelişmeleri olarak kabul edip o zihniyet dünyasıyla ondan hareket ederek nassı ve Hz. Peyamber’in a.s. ortaya koyduğu örnekliği algılama çabası yıkıcı etkiler üretme potansiyelindedir. Düşmanların ideolojik savaş ile bizleri sürüp götürmeye çalıştığı yokoluş bataklığı da belki budur.