İSLAMCILIK TERİMİNİN İMKÂNLARINA DAİR
Dil, onu oluşturan tüm unsurlar, kavram ve kelimeler örgüsü itibariyle düşünme yöntemlerimize etki eder. Bu etkinin izlerini takip ve derecesinin ne olduğunu tespit hususu şüphesiz ihtilaflıdır. Bu ihtilaf dilin geçirip sürdürdüğü gelişim rotası hakkında ve dile dair tasavvurların farklılıklarıyla çeşitlenir. Bu yazı son dönem Müslüman dilinin düşünme yöntemleriyle etkileşimi; kabul ve retlerimizden hareketle yani inançlarımızdan hareketle dilimizde oluşan etkileşim ayrıca diğer bir etki anlamında dilimizden düşünme yöntemlerimize oradan da inançlarımıza varan sirayete dikkat çekme amacındadır. Böylelikle son dönemde Müslümanın dilinin yeni kavramlar ve bu yeni kavramların anlam alanlarının değişim ve kendilerine yeni alanlar açışının Müslümanın dilinde bulduğu karşılıklara işaret fırsatı gözlenecektir.
Müslümanın yeni dönemde inancına ve akledişine müdahale eder ve onu deforme eder nitelikteki kavramları bir nebze de olsa tartışmaya açmak ayrıca son dönemdeki fiili durumları ve isimlendirilmesi gereken yeni algı ve olguları isimlendirmede hassas olunması gereken hususları tartışmak uyanışa vesile olacaktır. Bu dolayımdan “İslamcılık” teriminin imkânlarını ve kullanışlılığını sorgulama; kullanımının uygun olup olmadığı tartışmalarına içerik kazandırma anlamında katkı yapmak önemsenmelidir.
İnsanın nasıl düşündüğü konusu çeşitli yönleriyle tartışılıyor olsa da düşünürken kelime ve kavramları kullanmakta olduğu açıktır. İnsan olgu algı veya eylem herhangi bir şeyi isimlendirmede ses dizinlerini isimlendirdiği şeyin sembolü olarak kullanır. Bu sembolün yani ses dizininin -yani kelimenin veya kavramın- anlamı kullananın inançları, düşünme biçimi bu sembolleri kullanmadaki genel tarz birbiriyle etkileşim içindedir. Düşünme yani tefekkür bu harmoni içinde oluşan sembollerle yapılır. Bütün bu anlatılanların üzerinde de dili kullanan iradenin varlık, hayat, kendi ve Allah’la alakalı tasavvurlarının bu sözünü ettiğimiz semboller dizinine yani dile etkisi onu biçimlendirmesi söz konusudur.Dil, inanışlar ve düşünme yöntemi etkileşimi, bunların birbirine sirayet etmesi, Muhammed a.s.’a inen vahiy vasatında Arap dilinde olan biten buna örnek verilebilir. Mekke döneminde inzali başlayan vahiy aynı dili konuşan aynı coğrafyada yaşayan insanlar olmalarına karşılık birbirinden farklı söylem ve aklediş biçimleri inşa etmiştir. Allah-ü Taala’nın doğrudan Kelamullah ile Arap diline müdahalesi ve Arap dilinin kelimelerini kavramlarını söyleyiş şekillerini ifade etme tekniklerini hatta gramerini biçimlendirişi söz konusudur ve bu çok önemlidir. Konumuzu ilgilendiren yönüyle Kuran vahyi Arapça kelime ve kavramları yeni bir tadilata uğratmıştır. Aktarmayı hedeflediği her neyse onu aktarmada kullanılabilecek formda yeniden düzenlemiştir. Bu düzenlemeler genel olarak isimlendirmeler veya var olan isimlendirmelerin anlam alanlarını geliştirme, daraltma, farklılaştırmalar ve diğer katkı yapan unsurlar Ümmet-i Muhammed’in dilini inşa etmiştir.Ümmet-i Muhammed’in Allah-ü Taala hakkında, varlık anlayışı ile alakalı, insana dair, hayata dair tasavvurlarının tamamı bu yeni dil ile tefekkür edilmiş anlatılmış aktarılmıştır. Bu tefekkür ve aktarma süreci devam ederken bir taraftan da Arap dili bu yeni duruma uygun hale gelme-getirilme anlamında tadil edilmiş eğilmiş bükülmüş evrilmiştir. Kelimelerin cahiliye devrinde kullanılıp duran anlamlarına bazen yeni nüanslar eklenerek bazen de tamamen başkalaştırılarak bazen de başka dillerde de Arap dilinde de olduğu gibi yeni kelimeler türetilerek az da olsa bazen de başka dilden kelime ithal edilerek süreç sürmüştür. İşte saadet asrının dili böyle bir tekâmül sürecinin sonucudur.Teorik olarak Müslüman olma vahyin kılavuzluğu ve peygamberin örnekliğinden hareketle mensup olunan inancın dilini yani kavramsal yapısını da kullanmaya onu kullanarak düşünmeye dahil olma anlamına gelir. Tarihimizde bunun örneklerini bulabiliriz. Buna aykırı olarak Esasla alakalanmayan bazı örnekler verile bilse de genel anlamda Müslümanlar Kur’an’ın kavramsal yapısını kullanmada hassas olmuşlardır.Fakat yaklaşık bir buçuk iki asırlık geçmiş dönemde farklı paradigmalara mensup kavramlar temel kodlarını kaybetmeden Müslüman coğrafyada kullanılmaya başlanmıştır. Bu durumu sağlıklı bir şekilde izlemek ve analiz etmek gerekmektedir. Müslümanın dili neden meramını hatta tebliğini anlatmada ve tefekkürde yabancı değerler dizinine - paradigmasına- ait kavramları hatta şeklen değil çoğu kez felsefeleriyle birlikte kullanma durumunda kalmaktadır?İslam dünyası uzun zamandır fiili anlamda insanlığın önderliğini kaybetmiştir. Fakat asıl kayıp uzun zamandır tefekküri anlamda da önderlik ve örneklik yapacak durumunu da kaybetmişti. Hayatı kendi mensubiyetinin değerlerinden hareketle kuşatamamıştır. Ve maalesef bu durum hala devam etmektedir. Hristiyan dünyasında içten içe devam eden düşünsel evirilişin Fransız ihtilaliyle belirginleşmesi tüm dünyayı etkileyen bir değişim süreci başlatmıştır. Bunun sonucu batıl din olan Hristiyanlık sosyal hayatın düzenlenmesi ve karar mekanizmalarından kovulmuştur. Fransız İhtilâli (1789-1799), Fransa'daki mutlak monarşinin devrilip, yerine cumhuriyetin kurulması ve Roma Katolik Kilisesi'nin ciddi reformlara gitmeye kendini yeniden tanımlamaya zorlanması. Avrupa ve Batı dünyası tarihinde bir dönüm noktasıdır. Bu ihtilalin doğru anlaşılması, değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu gün hemen hemen tüm dünyanın düşünürken, hayata dair çözüm önerilerini değerlendirip sunarken kullandığı kavramsal yapıyı inşa eden temel; siyasal anlamda kendini Fransız ihtilaliyle belirginleştiren moderniteye ait paradigmadır.İhtilalin sebepleri olarak: Aydınlanma felsefesi, mantığın, köklü gelenekleri ve siyasal rejimin mutlakiyetçi eğilimlerini ortadan kaldırmayı emrettiğine kanaat getirmiştir. Aydınlanmacılar özgürlüğün tüm alanda olması gerektiği fikrini savunmakta. Descartes, daha XVII yy, aklın ve eleştirel zihniyetin üstünlüğüne vurgu yapmış, Montesquieu ise, yasama erkinin halkı temsil eden vekiller aracılığı ile kullanılmasını ve güçler ayrılığı ilkesinin hayata geçirilmesini önermiştir. Voltaire ' e göre kral, filozoflardan kurulu danışmanların örgütüne uyarak toplumu aydınlatmayı hedeflemeli, İngiliz modelini benimseyerek, parlamenter bir sistemin kapılarını açmalıydı. Rousseau, insanların doğuştan eşit olduğuna inanmakta, çoğunluğun iradesinin (halk egemenliği) siyasal rejim hâkim olması gerektiğini vurgulamaktaydı. Diderot ile d’Alambert ise yasa önünde eşitlik, düşünce ve ifade özgürlüğü gibi talepleri dillendirmekteydi. Aydınlanma filozoflarını etkilerini yanında İngiliz Halklar bildirgesi gibi metinler ve bunların temelini oluşturan John Locke’nin fikirleri ve Amerikan Bağımsızlık Bildirgesindeki dile getirilen demokratik ilkeler ve liberal ekonomi fikirleri burjuvaları hareketlendirmiştir. Fransızlar dışarıdan gelen fikir ve hareketleri içselleştirerek ihtilale zemin hazırlamışlardır.Aslında konumuzu ilgilendiren yönüyle bu yeni varlık ve insan tasavvuru kendini ifade ve paradigmasını inşada vahiyden ve İlahi olandan yolu geçmeyen bir hayatı ikame etmiştir. Liberte çığlığı Allaha dayandığı iddiasıyla dünyayı zindan eden kendini putlaştıran Katolik kilisesinin şahsında tüm dini olandan kurtuluşun çığlığıdır da. Önce hürriyet sonra özgürlük olarak dilimize çevrilen bu kavram gibi eşitlik, kardeşlik, medeniyet, kültür, sivil, demokrasi, cumhuriyet, laik, seküler vs. vs. kavramlar Müslümanın diline bu inanışların, paradigmaların dünyasından transfer edilmiş kavramlardır. Bu kavramlar gelirken mensup oldukları inanışların ilkelerini de bizim zihnimize ilka etme tehlikesi taşımaktadırlar. Aslında kısmen bu gerçekleşmiştir. Müslüman toprakların ahalisi gavurlara ait kavramlar ve gavurlara ait varlık, hayat tasavvuruyla Müslümanlık icadına çabalamaktadırlar.Avrupa’da egemenlik hakkını tanrıdan aldığını iddia eden krallıklar bu ihtilalle yıkıldılar İlkel şekli Yunan şehir devletlerine dayandırılan demokrasi, Kıta Avrupası'nda gelişmeye başladı ve Batı medeniyetinin vazgeçilmez unsurlarından biri haline geldi. Egemenliğin halka ait olduğu kabul edildi. Yönetim algısının ve yönetici erkinin değişimiyle toplumu algılama değişti artık sosyal sınıflama başka başka saiklerden hareketle kurgulanmaya başlamıştı. Din artık sosyal tasnifte eksen unsur olmaktan çıkmıştı. Onun yerine sınıf mensubiyeti (işçi sınıfı)ulusal mensubiyet (milliyetçilik bizde türkçülük ve kürtçülük)veya zenginliğin oluşturduğu birliktelikler (kapitalizm) toplumu ikame etmede öne çıktı. Tabi bunlar çok geçmeden ideoloji formunda işlendi ve devletlerini de kurdular; güç sahipleri devletlerini bu anlayışlara dayandırarak güçlü kalmanın yollarını aradılar.İşte İslamcılık bu resim içinde çare arayan; dine dayanmayı çare görmeyen yönetimin dayanak arama tartışmalarında öne sürülen bir adres halinde değerlendirildi. Hatta Türkçülük, Osmanlıcılık, İslamcılık gibi bir çözüm ideolojisi formunda gündeme getirildi. Ve sonra memleketimizde Türkçülük üzerinden devam edildi. Dindar kesimin bir kısım hoca takımı bu Avrupai kavram ile alakalı da sağlıklı bir sınav verebilmiş değildir. Türklükle İslamiyet’in imtizaç ettiği numaralarıyla aslında gavurlara ait bu kavramsallaştırma ve inanışa meşruiyet verme yoluna sapıldı. Artık “Müslümanın dili”, cumhuriyet demokrasi medeniyet özgürlük eşitlik adalet vs. vs. diye şakımaktadır. Kendisinin kurgulamadığı bir dünyada can suyunu mensubiyetinden almayan kavramlarla konuşmaya kendini mecbur zannetmektedir.Bu etkiyle savrulan dönüşüp değişen sosyal siyasal ve ekonomik sistem arayışları için İslam; dünyamızda çözüm arayışlarının bir nesnesi bir seçeneği formunda düşünülebilmektedir. Nasıl mensupları tarafından Türkçülük sosyalizm liberalizm vb. ideolojiler toplumsal eksenin ve çözüm adresinin kendi ideolojileri olması gerektiğini söylerken; bir şekilde İslam da bu sıralamada yerini almıştır. Modernitenin biçimlendirdiği bu yapıya İslam’ı çözüm olarak iddia etme hali İslamcı teriminin tanımladığı karşılıktır. Bu kavramın kazandırdığı ve kaybettirdiği kuşkusuz değerlendirilebilir; bu gereklidir de.İslamcı kavramının Müslüman kavramı varken ortaya çıkmış olması; Müslüman kavramı üzerinde bir farklılaşmanın göstergesi kabul edilmelidir. “Müslüman” dillerde artık bir tip şahsı ifade eden bir kavram değildir. Artık bu sembol ortak mutabakatları temsil etmemektedir. Mesele “Bize bu ismi Allah verdi başkasıyla değiştirmezük” gibi slogan çığırışlarla aşılabilecek gibi değildir. Dolayısıyla “tevhidi Müslüman” gibi zaman zaman bu kavram yanına sıfatlar eklenerek özelleştirilmeye anlam alanı belirginleştirilmeye ihtiyaç duyulduğu görülmektedir. Günümüzde Müslüman kavramının neyi ifade ettiği üzerinde bir nebze detaya girildiğinde ortak bir mutabakatın neredeyse yok olmaya yüz tuttuğu gözlemlenebilir.Müslüman isminden şu ya da bu sebepten vazgeçmek istemeyen kesimler de söz konusudur. Bunlar İslam dinini, sapık modern din algısından hareketle vicdani bir mesele saymaktadırlar. Batıl zanlarınca “dünyevi” saydıkları meseleleri İslam’dan başka adresleri dayanak kabul ederek çözmeyi doğru bulmaktadırlar. Bu durumun isimlendirilmesi gerekirse “tekfirciliğe” sapmadan bu nasıl aşılacaktır.Başka bir yönden de İslamcı kavramı çözüm önerilerinde İslam adresini kullanmayı doğru bulan demokratik modern toplumun bir kesimini ifade etmeye matuf olarak da kullanılır. Bu tip kişinin müslüman olması da gerekmez o sadece “çözüm adresi İslam olsun” demenin ismi faili olarak İslamcı kavramıyla tesmiye edilir. Müslümanlık iddiasında da bulunmaya bilir.Bu müslüman topraklarında “Kur’an İslam’ı” “Anadolu İslam’ı” “tevhidi müslüman” “İslamcı müslüman” “radikal müslüman” gibi isimlendirmelerin kullanılması gösteriyor ki müslüman kavramı üzerinde anlam karmaşası söz konusudur. Bu karmaşadan kısa sürede genel anlamda kurtulunamayacağı da açıktır. Dolayısıyla bu özürlülük hali sürecinde “İslamcılık” kavramının Müslümanın dilinde onun değer dizinini deforme etmeyecek şekilde özen gösterilerek kullanılıyor olması mazur görülmelidir.