`Sosyal medya` nasıl sosyal sermayeye dönüşür?
Mehmet Emin Babacan’ın 2012 yılında yazdığı “Toplumsal Paylaşım Ağlarında Sosyal Sermaye Pratikleri” başlıklı doktora tezi, Açılım Kitap tarafından “Sosyal Medya ve Gençlik” ismiyle yayınlandı.
Kitap, günümüzün en popüler konularından biri olan sosyal medyaya değindiği için dikkat çekiyor; fakat bunun da ötesinde içerdiği bulgular, gençliğin sosyal medya kullanımından ne umduklarını, sonuç olarak ne elde ettiklerini yansıtması açısından çok daha önemli ve dikkate değer.
“Feys kullanmıyorum ama İnsta’da aktifim”
Konumuz sosyal medya, ama şimdi burada sosyal medyanın tarihçesi üzerine bir söylev vermek, kelime israfı olacaktır. İnternet evlerimize girmeye başladığından ve biz kullanıcılar da internet üzerinde içerik üretmeye başladıktan sonraki tüm süreci, sosyal medyanın gelişim süreci olarak ele alırsak hataya düşmeyiz.
Mehmet Emin Babacan’ın çalışması, Türkiye’de bir boşluğu dolduruyor. Bugün artık konuşmaya başlamadan önce mobil cihazları ve bilgisayarı kurcalayan, okuma yazma öğrenmeden sosyal medyada oyunlar oynayan çocukların varlığını düşünürsek, bu çalışma için geç bile kalınmış diyebiliriz.
“Sosyal sermaye” kavramı
Babacan’ın çalışması iki temel kavram üzerine şekilleniyor: “Sosyal medya” ve “sosyal sermaye”. Sosyal medyayı, neredeyse hepimiz içerisinde yaşadığımız için aşağı yukarı biliyoruz fakat sosyal sermaye kavramından basitçe bahsetmek gerek. İlk defa 1916’da Lyda Judsen Hanifan tarafından kullanılan kavramın sosyal bilimler literatürüne girmesi 20. yüzyılın ortalarına doğru olmuş, popüler bir şekilde kullanımı ise 20. yüzyılın sonlarında gerçekleşmiştir. En kısa tanımıyla sosyal sermaye, toplumda maddi varlıklar dışında kalan her şeydir. Buna çalışma hayatı, örgütlenme becerileri, ahlaki ve manevi değerler gibi birbirinden çok farklı konular dâhil edilebilir.
Yazar, sosyal sermaye kavramına önem atfetmesinin sebebini açıklarken, çağımızda insanların gittikçe bireyselleştiğinden bahsediyor; liberal sistemin sebep olduğu bu bireyselleşmenin ve yol açtığı toplumsal sorunların çözümünün toplumsallığın yeniden keşfedilmesinde olduğunu söylüyor. Bunun ise ancak sosyal sermayenin geliştirilmesi ile mümkün olacağını savunuyor.
Araştırma sonucu:
Gençlerin kafası karışık Babacan, çalışması kapsamında 1254 kişiyle görüşmüş. Bu kişiler, yarısı 2022 yaş aralığında olan, tümü üniversite öğrencilerinden oluşan bir gençlik grubu. Tamamen sosyal medya üzerinde yayılan bir anket yoluyla veriler toplanıyor ve çalışma sonunda ilginç bulgular elde ediliyor. Örneğin araştırmaya katılan gençlerin %57’si “her an” sosyal ağlarda etkileşim halinde bulunduğunu söylüyor. Kalan kısmın büyük çoğunluğunu da %31,9 oranıyla “günde bir kez” cevabı alıyor. Sanıyorum ki kullanım sıklığı konusunda daha fazla söyleyecek bir şey kalmıyor.
Hepimiz çocukluğumuzda ailemizden ilk bilgisayarımızı isterken “ödev yapacağım” bahanesine sığınmıştık. Sosyal medya kullanımında da benzer istatistikler ortaya çıkıyor. Sosyal ağların neden kullanıldığı sorusuna %89 oranında “iletişim kurmak” cevabı alınırken, %86 oranında da “araştırma yapmak” cevabının alınması, yine benzer bahaneleri düşündürdü bana. Diğer yandan gençlerin birçoğu, derinlemesine görüşme sırasında sosyal medyayı sadece kendi arkadaşlarıyla iletişim halinde kalmak için kullandığını söylerken, anket sonuçlarında sosyal medya kullanım amaçlarından birisi %87 oranıyla “arkadaş edinmek”. Anlayacağımız, sosyal medya konusunda gençlerin kafası çok karışık!
Medya okuryazarlığı şart
Ülkemizde maalesef henüz “yeni medya okuryazarlığı” gibi bir ders verilmediği, hatta okullarda zorunlu medya okuryazarlığı dersi işlemek gibi bir gündemin de olmadığı düşünülünce, gençleri sosyal ağlarda bir nevi kocaman bir çöplüğün içerisinde yalnız bıraktığımız söylenebilir.
Geleneksel medya araçlarının daha yoğun kullanıldığı dönemde birçok Müslüman, bu araçları evlerine sokmamayı bir şekilde başarabiliyordu. Fakat bugün artık her yanımız bu iletişim araçlarıyla sarılmış durumda. Yapmamız gereken en önemli şey, bu nimetin nasıl daha hayırlı şekilde kullanılabileceğini, zararlı etkilerinden nasıl kaçınılacağını öğrenmek. Bu sebeple, Babacan’ın çalışması ve daha da ötesi, hem akademik çevrelerde, hem de diğer ortamlarda tartışılmak ve uygulanmak zorunda. Çünkü dipsiz bir kuyu olan sosyal medyadan faydalanmayı bilmezsek, kendimiz bu ortamların faydalandığı bir nesne durumuna düşeceğiz.
Dünya Bizim