81 yıl önce İslam Birliği için toplandılar
Osmanlı dağıldıktan sonra, çoğu manda ve sömürge yönetimi altındaki 22 ülkeden 153 delege, Kudüs`ta ‘İslam birliğini nasıl tesis ederiz’i konuşmuştu..
81 yıl önce, Ziyaüddün Tabatabaî İran’dan yola çıktı. Doğu Ürdün’den Hasan Halid Paşa, Mısır’dan ise Reşid Rıza… Bu kutlu amaç için Hint kıtasını temsilen Muhammed İkbal yollara düştü. Cezayir’den Emir Said Cezair, Suriye’den Şükrü el Kuvvetli, Rusya’dan Musa Carullah, Bosna’dan Salim Efendi, Kafkasya’dan ise Said Şamil…
22 ülke, 153 delege… Ama bu delegelerin tamamı Sünni değil, tamamı Şii de değil… ”O” veya “bu” mezhepten de değil tamamı… Ama tamamı Müslüman… Ve tek bir amaçları var: Sömürgeye karşı birlik ve kardeşlik… Çünkü İslam âleminin bu buhranlı dönemi atlatması sadece bununla mümkün…
İşte sağduyu sahibi bu 153 delege ve arkalarında bunun ümidini taşıyan milyonlarca Müslümanın kalbi 10 Aralık 1931 günü Kudüs’te toplandı.
Ümmet coğrafyasının büyük bir kısmı işgal altındayken gerçekleşmişti
İslam Birliği Genel Kongresi, Kudüs müftüsü Hacı Emin el-Hüseyin (1. Dünya savaşında gönüllü olarak Osmanlı saflarında savaşmıştır) ve Tunuslu Şeyh Abdulaziz es-Sea’libi’nin ev sahipliğinde gerçekleşiyor. Kongre, Osmanlı sonrası yetim kalan dünya Müslümanlarının bu oluşan boşluğu ikame etme çabası ve yaralarını birbirleriyle sarma gayreti bir bakıma…
O Bir (c.c)’in mesajından aldıkları ilhamla verdikleri birlik mesajı… ”Müminler bir binanın taşları gibidir” hadisinin tecessüm ettiği bir tablo… Müminlerin ihtilafını, mezhep farklılıklarını ekmeklerine katık yapan sömürgeci güçlere karşı dik duruşun en sağlam ifadesi…
O dönemde ümmet coğrafyasının büyük bir kısmı işgal altında… İngiliz mandasında Irak, Filistin, Hindistan… Fransız mandasında Suriye, Lübnan… Kuzey Afrika ülkeleri ise İngiliz, Fransız ve İtalyanların ortak sömürü alanı… Sovyetler idaresindeki Kafkas, Kazan, Türkistan Müslümanları… Ve yine İngiliz vesayetindeki Körfez ülkeleri…
Buna rağmen birer siyasi varlık göstererek orada bulunan, çözüm arayışındaki 22 ülke şunlar: Suriye, Lübnan, Ürdün, Filistin, İran, Yemen (tek resmi kişilikli ülke), Irak, Mısır, Libya, Cezayir, Fas, Hindistan, Yugoslavya…
İslam Birliği Genel Kongresi hangi kararları almıştı?
Kongre, sömürü ve işgalleri kınamak amacıyla toplanıyor. Ama münferit ve cılız seslerin boşlukta kalacağı, kimse tarafından duyulmayacağı biliniyor. Bu sebeple, seslerini tüm dünyaya duyurmak için Müslümanların kendi içlerinde kimseyi ötekileştirmemeleri, mezhep kimliğinden ziyade tek bir Müslüman kimliğinden oluşan “Dünya Müslümanlığının” amaçlanması gerekiyor. Ve bu doğrultuda da şu kararlar alınıyor:
-İslam inancını ve değerlerini yaymak için etnik köken ve mezhep ayrımı yapılmaksızın Müslümanlar arasındaki işbirliğini ve genel İslam kardeşliğini geliştirmek.
-Müslümanların menfaatlerini savunmak ve kutsal mekânlar ile toprakları herhangi bir müdahaleye karşı korumak.
-İslam inancı birliği için üniversiteler ve akademik kuruluşlar açmak; Müslüman gençlere Arapça dilinin öğretilmesi için Kudüs'te Mescid-i Aksa Üniversitesi isimli bir üniversite açmak.
-Müslümanlar ile ilgili önem taşıyan diğer İslami konuları incelemek.
-İslam ansiklopedisinin hazırlanması için bir heyetin kurulması.
-Müslüman gençlik örgütlerinin tesis edilmesi.
-Yahudilerin Filistin topraklarından geçişini engellemek maksadıyla bir İslami şirketin kurulması ve Hicaz demiryolunun İslami idareye teslim edilmesi.
Bu bildiriye bağlığın bir nişanesi olarak o gün Mescid-i Aksa’da Cuma namazını Şii âlim Muhammed el –Hüseyin al-i Kaşif kıldırıyor. Her mezhebe mensup insanlardan oluşan on bin kişilik bir cemaat… Kimi ellerini bağlayarak kılıyor, kimi iki yanına bırakarak, kimi de her tekbirde kaldırıyor ellerini… Kıble aynı, Mabud aynı, çıkılan miraç aynı…
Al-i İmran 103’ü şiar edinmeliyiz
Hâlâ çözemediğimiz aynı sorunlardan mütevellit; 81 yıl sonra dahi bu bildiri güncelliğini koruyor. Dış güçlerin tesiriyle yaşanan mezhep çatışmalarını bir kutuplaşmaya dönüştürmemek gerekiyor. Müslümanların, feraseti, sağduyuyu, adaleti ve vicdanı bir kenara bırakarak meselelere yaklaşması, fitne kapısını aralaması anlamına geliyor. Allah indinde de ”fitne, adam öldürmekten daha kötü” kabul edilmişken, o kan dökenlerin günahına ortak olmamak, hatta ondan da kötü olan fitne şayiasına kapılmamak, “mümin vicdanına” en yakışan davranış olacaktır.
Bir elimizle mümin kardeşlerimizin ellerini tutar halde “Allah’ın ipine sımsıkı tutunmalı”, “bölünüp parçalanmamalıyız.” “O’nun nimetiyle kardeş olduğumuzu” hatırlamalıyız. “Kalplerimizi O’nun ısındırdığını” bilip hâlâ aynı sıcaklık ile çarpıyor mu diyerek yoklamalıyız. Zira, O, “bir ateş çukurunun tam kenarından kurtarmışken” bizleri, kendimiz ile çatışmaktan farkına bile varmadan yine o ateş çukurunun kenarında bulabiliriz kendimizi…
(Asuman Yüksel / Dünya Bizim)