20-10-2021 16:46

Erdoğan ve Erbaş’ın, İslam’ı Laik Devlet İçin Araçsallaştırmaları Karşısında Müslümanların Edilgen Tutumu

Bugün, yaklaşık bir asırdır seküler modern sapkınlığın küresel hâkimiyeti ele geçirip, insanî-fıtrî olanın tüketildiği ve fesadın küreselleştiği bir süreçte bulunuyoruz. Bu süreç, kendisini “Müslüman” ve “dindar” olarak tanımlayanların bile çok büyük ekseriyetinin söz konusu seküler sapmanın kuşatması altında zihinlerinin işgal edilip dönüştürüldüğü bir süreçtir. Hatta İslami duyarlılıkları ortalamanın üzerinde olup, bir şekilde Kur’an okumaları yapan kesimlerin ve hatta kendilerine “alim”, “ilahiyatçı akademisyen”, “hoca” ve “cemaat önderi” payesi verilenlerin bile çoğunluğu, İslam’ın, “halk çoğunluğunun seçtiği temsilcilerin laik parlamentolarda hevanın mutlak hakimiyetiyle yaptıkları yasalarla yönetim” olarak tanımlanan “demokrasi”yle uzlaştığını iddia edip savunabilmektedirler. Hatta giderek laikliğin, liberalizmin, kapitalizmin, bazıları da sosyalizmin İslam ile uzlaştığını iddia edebilmekte ve Hak ile bâtıl sentezine savrulmaktadırlar. Müslüman’ım diyenlerin çoğunluğunun, bireysel ve toplumsal hayatlarının büyük kısmı Allah’ın emir ve hükümlerinden soyutlanarak sekülerleşmekte, sonuçta kapitalist üretim ve tüketim çılgınlığı geniş Müslüman kesimleri kuşatmış bulunmaktadır.

Bu hâle gelinmesinin en önemli sebebi; Kur’an’ın terk edilmesi sonucunda “yaratmanın da emretmenin de Allah’ın yetkisinde olduğu” hakikatinin unutulması ya da Kur’an’ın hakkıyla okunup anlaşılamamış olmasıdır. Ayrıca Kur’an’ı doğru anlamak ve yaşamak için olmazsa olmaz bir gereklilik olan Rasûlün (s) ve onun önderliğindeki ilk Kur’an neslinin güzel örnekliğinden uzaklaşılmış olmasıdır. Tabii ki bunun sonucunda doğan boşluk, sapkın seküler paradigmanın ürettiği materyalist ideoloji, model ve kavramlarla doldurulmuştur. Çünkü kendi köklerinden kopan, Kur’an ve sünnetten uzaklaşan Müslüman toplumların öncüleri, okumuşları, içine düşülen zillet ve mağlubiyet psikolojisiyle, galip ve üstün olarak gördükleri modern seküler sapkınlığın küresel güç ve hâkimiyetinden etkilenmişlerdir. Sonuçta da İbn-i Haldun’un özellikle altını çizdiği “mağlubun galibe meyletmesi sosyolojik kaidesi” işleyerek yaşanan bu zelil dönüşüm gerçekleşmiştir. Tevhidî uyanış sürecinin bilinçli Müslümanlarının çoğunluğu ise, ya bir an önce bazı imkânlara kavuşmak istemeleri ve ulaşamamaları sebebiyle içine sürüklendikleri çaresizlik psikolojisiyle “ne yapalım demokrasiden başka çaremiz yok” diyerek ya da nebevî yöntemi dikkate almadan ürettikleri “merhale fıkhı” adına bu merhalede “demokratik yöntemden faydalanmak zorunluluğu”nu vurgulayıp sistem içi demokratik değişim çabalarına “aktif destek”çi konumuna gelmişlerdir. Sonuçta, kendi uydurdukları “maslahat”lar adına sürüklendikleri pragmatizmin çürütücü etkisiyle, yaşanan büyük kirlenme ve yozlaşma meydana gelmiştir.

Bütün bu menfî değişim ve dönüşümler sonucu, Erdoğan’ın özellikle son on yıllık döneminde zirveye çıkan ve Diyanet’in de daha etkin biçimde rol aldığı laik devlet için İslam’ın araçsallaştırılması karşısında “Müslüman camia” olarak adlandırılan geniş kesimlerde ve tevhidî uyanış süreci öbeklerinin çoğunda büyük çapta bir memnuniyet ve sahiplenme yaşanmaktadır.

 

Diyanet’in Tutumu, Kuruluş Amacına Uygundur da, Tevhidî Uyanış Bakıyesi Öbeklerin Ona Desteği Nasıl İzah Edilecektir?

Bütün gayr-i İslamî açıklama ve uygulamalarına ve hatta “laiklik İslam ile bağdaşır”, “din bireyseldir”, “paranın/ekonominin dini imanı olmaz” misali sözlerle toplumun İslam anlayışını tahrif etmeye çalışmasına rağmen “biz sırat-ı müstakimdeyiz, bizden ayrılan sapmıştır” diyecek kadar kendini Hak olarak tanımlayıp bâtıla karşı mücadele ettiğini söyleyerek her bakımdan ve en ileri derecece Hak ile bâtılı karıştırıp hak diye sunan AKP ve Erdoğan’a karşı susarak ya da dualarıyla destek veren Diyanet, sonuçta laik devletin laik bir kurumu olarak kuruluş amacına uygun davranmış olmaktadır. İşte Diyanet’in bu kuruluş amacına uygun olarak Erbaş da son dönemde daha ileri bir adım atmış ve adeta Erdoğan’ın bir dua ve meşruiyet elamanı gibi yanında taşıdığı bir araç konumuna gelmiş bulunmaktadır. Bu yeni merhaleyle laik devletin bütün kurumlarının törenlerine katılıp dualarıyla İktidarı ve laik devlet kurumlarını desteklemekte ve İslam’ı bu laik kurumların ve AKP iktidarının lehine araçsallaştırmaktan çekinmemektedir. Peki ya tevhidî uyanış süreci öbekleri ve önderlerine ne diyeceğiz? Erdoğan ve Erbaş bütün bunları yaparken itiraz edip hesap sormak ve İslam’ın araçsallaştırılmasına ve tahrif edilmesi çabasına karşı tavır koyup mücadele etmek yerine destek vermeye devam ettiler. Üstelik bazıları, Erdoğan’ı “mü’min, muvahhid ve İslam ümmetinin umudu[1] olarak ilan etmekten bile çekinmediler.

Mehmet Pamak'ın makalesinin devamını okumak için tıklayın...

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !