Arakan`da yardım çalışmasına katılan İLKAV yöneticisinin izlenimleri (HABER-VİDEO)
İLKAV Yönetiminden Erdal Ardıç, Yardımeli Derneği yetkilisi Şükrü Can`la zulüm altındaki Myanmar topraklarındaki Müslümanların durumlarını yerlerinde görerek, Türkiye’de toplanan yardımları mazlumlara ulaştırdılar. Bu haftaki İLKAV Cuma konferansında Erdal Ardıç, Arakan seyahatindeki izlenimlerini paylaştı. Yapmış oldukları yolculukla ilgili kardeşimizin izlenimlerini ilginize sunuyoruz…
Arakan’da zulüm süreci nasıl başladı ve nasıl devam etmektedir
Hindistan yarımadası Müslüman arap tacirler aracılığıyla erken dönemlerde İslam’la tanışmış ve Bengal Körfezi kıyısında yer alan Arakan, Kral Narameyka’nın (Narameikla) İslam’ı kabul etmesiyle 15.yüzyılda İslam dinine girmiştir. Başkenti Akyap olan Arakan İslam devleti bölgede 300 yıl a yakın hüküm sürmüş ve bir çok islami eserler inşa edilmiştir. Bu dönemde yapılan Santigan Camii Arakan’ın simgelerinden olmuştur. Etnik kökenleri rohingya ve rakhine olan bölgenin yerli halkları İslam devletinin çatısı altında mal ve can güvenliği endişesi taşımadan barış içerisinde yaşamışlardır. Rohingya’lar tamamen müslüman olurken, rakhine’ler Budist olarak kalmışlardır.
1784 yılında etnik yapı çoğunluğunu Myanma, Shan ve Karen’lerin oluşturduğu Burma Sultanlığı, Arakan’ı işgal etmiş ve bu tarihten itibaren Arakan’da zulüm tarihi başlamıştır. işgalci Burma yönetimi , müslümanları dışlayıcı bir strateji izlemiş ve uzun yıllar birlikte barış içerisinde ve sorunsuz bir şekilde yaşayan iki halk arasında ayrımcılık yaparak fitne sokmuştur. Kendileriyle aynı din anlayışını paylaşan Rakhin budistleri ,Rohingya Müslümanlara karşı mücadele etmeleri için kışkırtmışlar ve desteklemişlerdir. Daha bu dönemde Müslümanlara baskılar başlamış ve rohingya Müslüman halkı kendilerine yapılan zulümlerden kurtulmak için kitlesel olarak Hindistan’a göç etmek zorunda kalmışlardır.
1826 yılından itibaren Hindistan’ la birlikte Arakan’ı da içine alan bölgede 120 yıl sürecek bir İngiliz işgali başlamıştır. Bu yeni işgal sürecinde İngilizlerin kolonileştirdikleri ve Birmanya adını verdikleri bu topraklarda, İngilizler’de tıpkı Burma krallığı gibi iki yerli halk arasında ayrımcılık yapmış ve Rakhin (Mag’lar) Budistler, Rohingya Müslümanlar arasında kutuplaştırıcı bir rol oynamıştır.
1937 yılına gelindiğinde İngiliz İşgaline karşı mücadele eden Burma ‘nın Takhin Partisi ya da gurubu yönetimi ele geçirmiştir. Bu Arakan Müslümanları açısından Burma’nın Arakan’ı işgal ve zulmüne kaldığı yerden devamı anlamına gelmektedir. Yani Müslümanlar açısından zulüm bir kez daha el değiştirmiştir. Arakan’da yaşayan Budist Mag’lar da bu yeni süreçte Müslümanlarla yaşamaktansa, Burma idaresinde bir bütünlük ve birliktelik içerisinde yaşamayı tercih ettiklerini ,rohingya Müslümanlarının kendileri için tehlike olduklarına inandıklarını Burma yönetimine bildirmişlerdir. Bu tercih Arakan üzerindeki baskının devamı anlamına gelmektedir. Bu dönemlerde Müslümanların zulümden uzak barış içerisinde yaşama düşüncesiyle Arakan’ın, günümüzde Bangladeş olan, doğu Pakistan’a bağlanması yönündeki istekleri ve girişimleri ise sonuçsuz kalmıştır.
Özetle Burma idaresi arakan politikasını iki propaganda üzerinde yoğunlaştırarak formulize etmiştir. Birincisi Müslümanların Rakhin Budistler için tehlike olduğu, ikincisi ise Müslümanların bu bölgenin yerlisi olmadığı propagandasıdır.
Hem İngilizler hem de burma devleti kendi dönemlerinde kutuplaşmayı desteklemişlerdir. İngilizlerin uzun yıllar uyguladıkları düşman guruplar oluşturmaya yönelik çatışmacı politikaları ve artık yönetimde söz sahibi olan Takhin grubunun propagandaları, 1942 Martında yaşanan büyük katliama zemin hazırlamıştır. 2. dünya savaşı sürerken 1942 yılında Burma’da kısa bir dönem japon işgali yaşanmış ve Japonlar İngilizlerin rohingya Müslümanlarına silah verdiklerini iddia ederek rakhin Budistleri silahlandırarak katliamı destekledikleri de ayrıca ifade edilmektedir.
Rakhin (Mag’lar)Budistler, Minbiya kasabasına bağlı Çanbilli köyüne saldırmış ve tüm köy halkı vahşice öldürülmüştür.Burma’nında silah desteğiyle 40 gün süren katliamlarda 150.000 müslüman şehit edilmiştir.Olaylar çığrından çıkmış budist müslüman savaşına dönüşmüştür. Müslümanların evleri yakılmış, malları yağmalanmış ve gasbedilmiştir. Zulüm Müslümanlar için bir kez daha dayanılmaz boyutlara ulaşmış, bir kısmı açlıktan ölmüş ve bu elim olayın yaşandığı süreçte 22 bin mazlum müslüman halkta yeniden Hindistan’a sığınmak zorunda kalmıştır. Bölgeden geçen Nemro Nehri’nin 150 bin Müslümanın şehadetiyle kana bulandığı ve günlerce kan aktığı kayıtlara geçmiştir. Bu yıldan sonra Arakanlı Müslümanlar daha örgütlü ve sistemli mücadele vermeye başlayarak özerklik kazanmıştır.
1962 yılında Burma’da Çin destekli bir askeri darbe gerçekleşmiştir. Askeri darbenin sonuçları Müslümanlar açısından çok kötü olmuş, zulmün boyutları daha da artmıştır. Askeri diktatörlük Müslümanların silahlarını bırakmaları karşılığında özerkliği tanıyacaklarını söylemelerine rağmen, sözlerinde durmamışlar müslümanların Arakan’da elde ettiği özerkliğe son vermişlerdir.
Çin Komunizmi etkisindeki askeri cunta tarafından şirketler devletleştirmiş ve kamulaştırma nedeniyle müslümanların işyerlerine el konulmuş ve müslüman işçiler işten çıkartılarak yerlerine budistler alınmıştır. Arakanlıları yok sayma politikası bir adım daha ileri taşınarak propaganda alanından fiili alana taşınmıştır,Yüz yıllardır Arakan’da yaşamakta olan Müslümanların yerli halk kabul edilmediği ve İngiliz işgali ile bölgeye Bangladeş’ten gelen göçmenler manasında “Bengali” olarak kabul edildiği ilan edilmiştir. Arakan’da islam tarihinin izleri yok edilmeye başlanmış,camiler yıkılmış,tamirlerine izin verilmemiş ve böldede budistleştirme çalışmalarına hız verilerek ,bölge Budist Rakhinelilere teslim edilerek ayrımcılık had safhaya ulaşmıştır.
Askeri diktatörlük kendi adına yeni paralar bastırarak eskisini tedavülden kaldırmış ve Müslümanların paralarını değiştirmelerine izin vermemiştir. Bu tam bir ekonomik abluka ve fakirleştirme demekti r. Bu uygulamayla müslümanlar, paralarını Budistlere kaptırmışlar, onlara muhtaç hale getirilmişlerdir.
1982’ de Burma yönetiminin çıkardığı vatandaşlık yasası müslümanların tüm yaşam alanlarını yok eden, vatansız ve kimliksiz kılan ve kendi topraklarında tutsak hale getiren bir yasa olmuştur.
Vatandaşlık hakları ellerinden alınan Arakan’lı Müslümanların devlet hastanelerine gitmeleri ve devlet dairelerinde çalışmaları yasaklanmıştır.
Mülkiyet hakları ellerinden alınmış, evleri devlete ait kılınmıştır. Budistler tarafından Müslümanların evleri yakıldığında ,devlete ait olan evi koruyamadılar diye o evin asıl sahipleri para yada hapis cezasına bile çarptırılmışlardır.
Evlilikleri Budist yönetimin iznine tabi hale getirilmiş ve vergilendirilmiştir. Çocuk sayısı iki ile sınırlandırılmıştır.
Bağımsız olarak ticaret yapma yasağı getirilmiştir. Ticaret yapmak, bir Budistin para katmadan şirketin yarısına ortak yapılması şartına bağlanmıştır.Benzer şekilde siyaset yapma şartıda cunta yönetimin tanıdığı akredite bir parti altında mümkün olmaktadır.Nitekim 1990 seçimlerinde bir partiyi insan hakları söyleminden dolayı destekleyerek 4 vekillik kazanıyorlar.Cunta yönetimi baskılar sonucu 1992 de bu partiyi kapatarak rohingya siyasilerini hapse atıyor.Partinin kurucularından birine 47 yıl hapis cezası veriyor.2017 itibarıyla rohingyalıların oy verme hakları yoktur.
Okullar/medreseler kapatılmıştır. Merkezi eğitimin dışında İslami eğitim yapılmasına izin verilmediği gibi, eğitimde Budist kültürünü esas alan müfredat zorunlu hale getirilmiştir. Üniversite eğitimi sadece Budistler içindir.
Seyahat hakları yok edilmiştir. Pasaport verilmediği için zaten yurt dışına çıkmak olanaksızdır. Yakın köylere gitmek bile izne tabidir. izinsiz gidişler için hapis cezaları getirilmiştir.
Müslüman anne ve babaların koydukları isimlerin Budist isimlerine dönüşmesi için baskılar başlamış, müslümanların ibadetleri engellenmiş, başörtüsü yasaklanmış, Kur’an öğrenme yasaklanmış ve kurban kesmeye izin verilmemiştir. İbadetlerini yapmak isteyenler İşkence, öldürülme veya göçe zorlanma ile karşı karşıya kalmışlardır.
Arakanlı Müslüman kardeşlerimiz savaş, sürgün, soykırım ve akla hayale gelmez işkencelere maruz kaldılar ve bu zulümler halen devam ediyor. Bu gün Arakanlı Müslümanlar Birleşmiş Milletler tarafından "eziyet gören dini azınlık" olarak kabul ediliyor. Müslümalara yapılan zulmü görmede sorunlu ve sicili bozuk olan görse dahi mazlum Müslümansa ortalıkta gözükmeyip sessizliğe gömülen BM’in lütfedip (!) bu tanımlamayı yapması bile zulmün büyüklüğünü anlatmaya yeter.
Burma, ya da askeri cuntanın verdiği Myanmar ismiyle tanınan ülke, coğrafi olarak Güneydoğu Asya'dadır. Bangladeş, Çin, Hindistan, Laos ve Tayland arasında yer alır.
Myanmar’a demografik açıdan baktığımızda, nüfusun 2016 verilerine göre yaklaşık 53 milyon ve tüm ülke genelinde kayıtlı Müslüman sayısının da yaklaşık 1 milyon 200 bin olduğu belirtilmektedir. Uluslararası Göç Örgütü (IOM), Myanmar’da Arakanlı Müslümanlara yönelik şiddet olaylarının Ağustos 2017’de yeniden başladığında sadece Arakanlı Müslüman nüfusunu 1.1 milyon olarak açıkladı. Dolayısıyla Müslümanların ülke nüfusundaki oranı açıklanandan çok daha fazladır. Bu oran araştırmacı analistlere göre en az yüzde 10’dur.
Arakan bölgesinde sistematik hale gelen zulümler, 1989 ve 1991 yıllarında tekrarlanmış, Burma devlet terörüyle 250.000 Arakanlı Müslüman o tarihlerde Bangladeş’e sığınmak zorunda kalmıştı. Uluslararası baskı neticesinde 1992’de ülkeye geri dönebilmişler, dönemeyenler ise Bangladeş’te o günden bu güne mülteci olarak yaşamaya devam etmektedirler.
Arakanlı Müslümanlar uzun yıllar sistematik olarak zulme maruz kaldılar ancak provakatif bir senaryoyla arakanlılara yönelik başlatılan 2012 yılındaki katliamlar ve kaçışlarla dünya kamuoyunun gündeminde daha fazla yer almaya başladılar.Arakan’da köyler tamamen boşaltılıp ,köy halkları bilinmeyen yerlere götürüldüler ve kendilerinden haber alınamadı,kamplaramı götürüldüler yoksa öldürüldülermi bilinmemektedir.Aileler parçalandı ,kayıplar arttı ,kimse kimsenin nerede olduğunu bilememektedir.25 bin öldürülme ve 100 binlerin kaçışından söz edilmektedir. zulümden kaçanlar uzun bir süre sığınacak bir yer bulamadılar. Aylarca denizlerde kaldılar. Çoğu denizlerde sığınacak bir liman bulamadan öldü. Ancak uzun görüşmeler neticesinde mülteci olarak kabul edildiler.
Myanmar’da, Arakanlı Müslümanlara karşı, içinde yaşadığımız yüzyılda da tüm dünyanın gözü önünde büyük bir katliam yapılmaktadır. Devlet eliyle yapılan bu katliama Budist çeteler de dahil olmakta ve Arakanlı Müslümanlar evlerini terk etmeye, yurtlarından ayrılmaya zorlanmaktadır. Evlerini terketmeyenler veya zulümden kaçmaya yol bulamayan Müslümanlar, Myanmar’ın sittwe olarak isimlendirdiği, eski başkent akyap ve çevre şehirlerdeki kamplarda, ağır şartlarda ,kampların dışına çıkma izni verilmeden yarı açık ceza evinde yaşamaya mahkum edildiler.
Arakanlıların bir çoğu Budist askerlerin ve çetelerin saldırılarında, otomatik silahlarla taranarak ve boğazları kesilerek öldürüldüler. Bir kısmı hapishanelerde çok ağır işkenceler altında şehit oldu. Zulümden kaçmak isteyen Arakanlıların bir kısmı ise Myanmar-Bangladeş sınırını ayıran Naf nehrini geçerken, nehrin soğuk sularında boğuldular. Nehri geçip hayata tutunmaya çalışan Arakanlı Müslümanlar ise şu anda Myanmar-Bangladeş sınırının Bangladeş tarafından başlayarak, Bangladeş’in iç bölgelerine doğru oluşturulan kamplarda çok zor şartlar altında hayatlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar.
Farklı kamp alanlarında yaşam mücadelesi veren ve hayata tutunmaya çalışan yüz binlerce Arakanlı Müslüman, bölgede bu sayının milyonlara baliğ olduğu ifade edilmekte, Şu an Müslümanların ve hayırseverlerin yardım ve desteğiyle ayakta kalmaya çalışmaktadır.
12-19 Mart arası yaptığımız ziyaretin izlenimleri ve düşündürdükleri
Götürdüğümüz yardımları, mazlum ve mağdur bırakılmış Arakanlı kardeşlerimize iletmek amacıyla Myanmar-Bangladeş sınırına giderek Arakanlı kardeşlerimize ulaştırdık. Bu vesile ile onlarla tanışma ve görüşme imkanı bulduk. Öncelikle Rabbim tüm hayırsever kardeşlerimizin hayırlarını kabul etsin. Hayırlarını çoğaltsın, karşılığını kat kat versin. Amin. Yardımeli Derneği aracılığı ile ulaştırdığımız bu yardımlarda Yardımeli Derneğinden yol arkadaşım Şükrü Can'a ve yardımların dağıtımını organize eden fedakar kardeşimiz Mehmet Akif'e çok teşekkür ederim.
Bölgede ırklarından dolayı Rohingya adı ile anılan Arakanlı aileleri kaldıkları kamplarda ziyaret ettik. Aslında kamp ve ziyaret ifadeleri onların yaşadıkları zorlukları anlatmada hafifletici kavramlar gibi geliyor bize. Kanalizasyon yok, her yerden kötü kokular yükseliyor, burnumuzu tutarak çadır ve bambu karışımı küçücük barınaklar arasından ilerliyoruz. Her yerde sinekler, hastalık her an yanı başlarında, az sayılmayacak kadar çocuğun üzerinde elbise yok, gölet halindeki çamurlu sularda su ihtiyaçlarını karşılayıp elbiselerini yıkıyorlar. Bölgede sürekli kalarak yardımları organize eden Mehmet Akif kardeşimiz, tropikal iklim nedeniyle muson yağmurları başladığında, yağmurla birlikte fırtınaların yaşamı çok zora soktuğunu, her yerin çamur içerisinde kaldığını, var olan tek ana yolun araçlar ve insanlar tarafından ortak kullanıldığını, yol kenarlarında yürümenin mümkün olmadığını anlattı. Biz oradayken yol kenarına kaldırımların yeni yeni yapıldığına şahit olduk.
Mağduriyet içerisinde yaşam mücadelesi veren bu kardeşlerimiz, hayırsever dünya Müslümanlarının yardımlarıyla hayata tutunmaya, kendilerine el uzatan Müslüman kardeşleriyle, yaralarını sarmaya, acılarını hafifletmeye çalışıyorlar. Türkiye’li Müslümanlardan selam ve dua getirdik deyince seviniyorlar.
Birçok kamplara ayrılmış Arakanlı kardeşlerimizi orada kaldığımız süre boyunca elimizden geldiğince ziyaret ettik, beş bin aileye gıda çuvalı dağıttık. Yardım çuvalları bir aileye en az yirmi gün yetecek kadar ve muhtelif gıdalardan oluşmuştu. Çuvalların dağıtım alanına taşınmasında ve dağıtımında Arakanlı gençler destek oluyor, Tüm yardımları bizzat dağıtıyoruz. Yardım dağıtımda izdiham olmayacak şekilde Bangladeş tarafından bir sistem kurulmuş. Dağıtımların doğru yapıldığından ve istismar edilmediğinden emin oluyoruz.
Myanmar Bangladeş kara sınırının sıfır noktasındaki kampta yaptığımız dağıtım bizim için çok farklı oldu. Henüz yeni kampa ulaşanlar var. Çadıra geçiyoruz bizi bilgilendiriyorlar. Kamyonlardan çuvalları indirmeye çok fazla Arakanlı genç yardıma geliyor. Toplamda 1300 yardım çuvalı meydanda yükselmeye başlayınca, Myanmar'lı askerler sağa sola koşuşturarak sınırın öbür tarafında alarma geçtiler. Asker takviyesi yaptılar, tel örgünün bir tarafında onlar, diğer tarafında biz, Bangladeşli askerler bizim askeri mühimmat yığdığımızı düşündükleri için ve oluşan kalabalık nedeniyle, Myanmar tarafının alarma geçtiğini söylediler. Sınırdaki tellerde çalışma yapıyorlar; ya kamera yerleştiriyorlar ya da sağlamlaştırıyorlar. Sınırın en uç noktasına kadar gittik ve Myanmar'lı askerlerle yüz yüze geldik. Çok anlam ifade etmese de en azından Arakanlı kardeşlerimizin yalnız olmadıklarını, budist askerlere/çetelere göstermeye ve buğzumuzu zalimlere hissettirmeye çalıştık.
Kampların içerisinde ailelerin kaldığı çadırlara girdik. Kapı yaklaşık bir metre yüksekliğinde, ziyaret ettiğimiz aile yaşadıkları zulümleri anlattı. Vahşice öldürülen insanlar, kocalar, evlatlar, yaşlılar çocuklar ve kadınlar.... nasıl sarılır bu yaralar, çaresizlik içerisinde kalıyorsunuz, kafanızı kaldıramıyor, yüzlerine bakamıyorsunuz, adeta neredeydiniz ey Müslümanlar, bunun hesabını nasıl vereceksiniz diyorlar. Ortası bir adam boyu yüksekliğindeki küçücük barınak da bir belki de birden çok aile kalıyor. Barınakta, toprak zeminde yatılıyor, çok az mutfak eşyası, içerde gıda malzemesi nerdeyse yok gibi. Görüşmemiz tamamlandığında, eğilerek girdiğimiz kapıdan başımızı vurarak çıkıyoruz.
Tüm bunların yanı sıra öncelikle sınırı aşarak kamplarda can güvenliğini sağlayan kardeşlerimiz, kendi yaşam pratiklerini oluşturmaya, zor şartlarda yaşamlarını sürdürmeye ve değerlerini korumaya çalışıyorlar. İbadetten, eğitime, sağlıktan alışverişe kadar sosyal yaşamlarını devam ettirme gayreti içerisindeler. Çünkü hayat devam ediyor, hayatla birlikte sorumlulukta devam ediyor. Çünkü kadınlar çocuklarımız için yaşıyoruz diyorlar.
Mescitler kardeşlerimiz için doğal bir buluşma ve görüşme fonksiyonunu görüyor. İmamların öncülüğünde çocuklar Kur’an eğitimi alıyor. Mescitler çocukların sesleriyle şenleniyor. Mescit imamları aynı zamanda öğretmen olarak görev yapıyor. Çocukların İslam’ı öğrenmelerine ve İslam ahlakının oluşmasına katkı sunuyorlar. Mescitler birer okul gibi. Batılı kuruluşların kamplarda oluşturdukları eğitim alanlarını görüyoruz, aradaki farkı gözlemliyoruz. Ziyaret ve namaz kılmak için gittiğimiz mescitlerde küçücük kız ve erkek çocuklar eğitimlerine ara verip hep bir ağızdan bize sureler okuyorlar. Öğrencilerden biri genel İslam ilkeleri ve ahlakının anlatıldığı on hadis-i şerifi açıklamasıyla birlikte okuyor. Hafızlık yapan çocukları ziyaret ediyoruz. Onların ümmet bilincine sahip ilmiyle amil insanlar olması için dua ediyoruz. Toplanan yardımlardan oradaki çalışmalara katkı olur düşüncesiyle imamlara/öğretmenlere önceden hazırlanan yardımlarımızı takdim ediyoruz.
Mescitlerin çoğu barınaklarda olduğu gibi bambu ve çadırlarla yapılmış. Yeni yeni kardeşlerimizin öncülüğünde Türkiye’den toplanan yardımlarla betonarme yapılar oluşturulmuş ve bu betonarme mescitler eğitim faaliyetlerini kolaylaştırıyor.
Su kuyuları açılarak tuvalet ve abdesthaneler oluşturulmuş. Tepelerdeki mescitlere aşağı kuyulardan su pompalanması sağlanmış, çadırların yakınlarına su kuyuları getirilmiş. Su kuyularında çamaşır yıkayanları, su dolduranları, yıkanan ve oyun oynayan çocukları görüyoruz. Tüm bunların çok değerli çalışmalar olduğuna şahitlik ediyoruz. Su varsa orada temizlik var. Katkı sunan, emek veren tüm kardeşlerimizden Allahü Teala razı olsun.
Kampları gezerken sokaklarda çocuklarla sohbet ediyoruz. Yol kenarlarında küçük dükkanlar var. Çocuklar oturmuş televizyonda film izliyorlar, çok dikkatliler, mutlu olmaya çalışıyorlar. Çocuk dünyası, merak ediyoruz, yanlarına gidiyoruz, onlarla birlikte izliyoruz bir müddet, hepsine şeker ikram ediyoruz. Dünyada sadece çocuklar arasında olan bir iletişim tarzı var herhalde. Yüzlerce çocuk geliyor yavaş yavaş, açık hava dükkanındaki tüm şekerleri dağıtıyoruz sonra vedalaşıyoruz çocuklarla ve bizde bir an mutlu oluyoruz.
Myanmar-Bagladeş sınırını ayıran, Müslümanların zulümden kaçışta kullandıkları Naf Nehrine yolculuk yapıyoruz birkaç saat sürüyor. Nehrin azgın sularını görüyoruz, balıkçı tekneleriyle nehri geçmiş yüz binlerce kardeşimiz, uzun uzun bakıyoruz. İnşallah bu dönüşü olan bir hicret olur diye dua ediyoruz.
Son olarak kardeşlerimizle Dar ul Hikme Kulliyesine misafir olduk. Orada öğretmen ve öğrenciler tarafından karşılandık. Burası kalıcı bir şeyler yapmak adına oluşturulmuş bir okul ,bir medrese. Çok emek verildiği belli. Geniş bahçesi içerisinde bir cami inşa edilmiş, bahçe içerisinde yemyeşil oyun alanları ve dinlenme yerleri oluşturulmuş. Okulun iç mimarisi de çok güzel olmuş. Geniş sınıflar, kitaplık, yemekhane ,öğretmen odaları ve misafirhanesiyle her şey düşünülmüş. Tabi okulu anlamlı kılan öğrenciler, emek veren öğretmen ve idareciler. En önemlisi de 70 civarında yetim ,öksüz arakanlı çocuklar. Sayıları daha da artırılması mümkün.Onlarla tanışma ,görüşme imkanı bulduk. Kendimizi müthiş bir huzur içerisinde bulduk o yetim ve öksüz çocukların yanında. Ne kadar yanlarında olursak, ne kadar çok başlarını okşarsak o kadar Rabbimizin merhametini celbederiz diye düşündük. Onlarla tek tek selamlaştık, kucaklaştık. Kapasitesi 3000 öğrenciye kadar çıkabilen okulda daha çok arakanlı yetim öksüz çocuk eğitim alabilir. Korunaklı bir ortamda iyi bir şekilde yetişmeleri sağlanabilir.Şu an yetim ve öksüz çocuklara bu bölgede ulaşabilmek,onların hayatlarına dokunabilmek,barınma ve yemek ihtiyaçlarını sürekli karşılayabilmek ve eğitimlerine imkan oluşturmak bu bölgede kalıcı olarak yapılacak çalışmaların başında gelmektedir. Yatılı olarak kalan ve yemek ihtiyaçları karşılanan bu çocukların hem islami hem de insani anlamda iyi bir eğitim alarak topluma kazandırılmalarına katkı sunan kardeşlerimizden Allah razı olsun.
Sonuç olarak
Bu gün yok edilmek istenen Arakan gerçeğiyle karşı karşıyayız. Myanmar, Arakan ismini zihinlerden silmeye ve Arakan tarihini yok etmeye çalışmaktadır. Yakıp yıktıkları evler yerine Budist tapınakları inşa etmektedirler. İslamın tüm izlerini yok etmeye çalışan Myanmar’a göre o bölgenin adı Arakan değil Rakhine’dir. Hatta yakın zamanda Papa Francesco’nun 2017 kasımında “Arakanlı Müslümanlara destek gezisi” adı altında sevgi, uyum, uzlaşı ve barış çağrısı için yaptığı ziyaretin Myanmar ayağında, Arakan ifadesini kullanmaması için uyarılmış ve Papa’da Arakan ismini anmamıştır.
Bu günlerde Myanmar-Bangladeş ve BM arasında “Mültecilerin dönüşü” üzerinde görüşmeler yapılıyor olduğu hatta anlaşma sağlandığı söylense de yakın zamanda bunun reel bir karşılığı yok. Geri dönseler can güvenliklerini sağlayacak hiçbir mekanizma yok. Çünkü zulüm halen devam ediyor. Myanmar askerlerinin saldırıları nedeniyle Arakan’dan Bangladeş’e, Tayland üzerinden Malezya’ya, Pakistan’a , Endenozya’ya kaçışlar sürüyor. Savaş suçu işleyen Myanmar, Esad’ın Suriye’de yaptığı gibi terörizmle mücadele ediyoruz aldatmacasıyla sivil halkı çoğunlukla çocuk olmak üzere katlediyor. Herkeste bunu yutuyor. Yani ortada Arakanlı Müslüman halka karşı kitlesel ve planlanmış bir katliam ve soykırım var.Bu katliamların öncülüğünü bugün Time dergisine de kapak olmuş 969 örgütünün kurucusu Budist rahip/keşiş Ashin wirathu yapmaktadır.Azılı islam düşmanı wirathu ,Müslümanların katlini ,evlerinin yakılmasını,mallarının gasbedilip sürgün edilmesini teşvik eden ve bunu bir görev olarak takipçilerine sunan Myanmar’ın ürettiği bir katildir. Adeta dünyadaki tüm zalimler ve destekçileri “Müslüman öldürmek serbest, kimse ses çıkarmasın” üzerine karar almışlar. Yani küfr tek millet.
Myanmar devleti, siyasi olarak Çin etkisindedir. Dün İngiltere’nin bugün ise Çin devletinin kendilerine vermiş olduğu destekle, soykırım yaptılar. Dünyada yaşanan zulümlerin arkasında ya Çin ya Amerika ya Rusya ya da Avrupa devletlerinin olduğunu görüyoruz. Bu emperyalist devletlerin zulme ve fesada kaynaklık ettiklerini, kendilerince paylaştıkları dünyada, hegemonyalarının devamı için zulmü ve fesadı yaygınlaştırıp desteklediklerine, göz yumduklarına veya sessiz kaldıklarına şahitlik ediyoruz. Zulme kaynaklık eden bu emperyalist devletler dünyadaki kanın gözyaşının sorumlusudurlar.
Halkı Müslüman olan ülkelerin sessizliği ve etkisizliği de bu emperyalist güçlerin tahakkümü altında olduklarındandır. Müslüman toplumlar ve halklar “Ey iman edenler, iman edin...“ ayeti gereğince yeniden iman etmedikçe, imanlarını tazelemedikçe ve ancak müminler kardeştir ayeti gereğince kardeş olmadıkça, aralarında sevgi, merhamet ve selamı yaymadıkça zalimin elini tutma,zulmü engelleme sorumluluğu olan müslümanların gücü cılız kalacak ve bu zulümler devam edecektir.Bu sorumluluk devletten, cemiyetten, cemaatten, vakıftan, dernekten ferde kadar her yapı ve kişiyi içine almaktadır.
Bir kez daha idrak ediyoruz ki dünyadaki Müslümanlar güçlerini birleştirmedikçe, birbirlerine kenetlenmedikçe, perçinleşmiş ve birbirine kaynamış kale gibi yapılara dönüşmedikçe, bu zulümler ne ilk, ne de son olacaktır. Müslüman halklar var olan potansiyellerini emperyalistlerin kurduğu güç dengelerini sarsacak şekilde peygamberimizin örnekliğinde bu güne pratize etmenin bir yolunu bulmalı, her Müslüman ferd, zulme dur diyecek güç birliğinin oluşmasına katkı sunmalıdır.
Yoksa hesabımız zor olacaktır.
ERDAL ARDIÇ
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !