22-11-2012 21:35

Bayramı Gazze`de geçiren Kemal Songür`ün izlenimleri

Gazze/Filistin ümmetin ortak paydası ve gönüllerin, yüreklerin genelde hemhal olduğu-olabildiği topraklar, Gazze kelimenin tam anlamıyla açık hava hapishanesi, sınırlarının yaklaşık her beş kilometresinde yere çakılmış ve gökyüzüne bırakılmış uçan balonlara yerleştirilen kameralarla fasılasız gözetim altında olan, semasında insansız hava araçlarının hiç eksik olmadığı yani her tür teknoloji kullanılarak göz hapsinde tutulan bir toprak parçası

Bayramı Gazze`de geçiren Kemal Songür`ün izlenimleri

Gaze İzlenimlerim

Kemal Songür 

Şükrü Hüseyinoğlu kardeşimin rica ve hatırlatması üzerine Gazze izlenimlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Rabbimin lütfuyla sekiz günlük ziyaret gerçekleştirdik, bunun üç günü zorunlu olarak Mısır'da ve beş günü de Gazze'de geçti.

İHH'nın Gazze kurban etkinliği programı çerçevesinde İzmir'den amcaoğlum İmdat Songür ile birlikte Türkiye'nin değişik yerlerinden toplam ondört kardeşimle birlikte 21/10/2012 tarihinde İstanbul'dan 06'da hareket ettik ve iki saatlik yolculuktan sonra Mısır'a vardık.

Mısır'da yönetim değişikliği (Mısır halkının ve Gazze'nin ''görece'' lehine/yararına) olmasına rağmen Refah sınır kapısından geçiş için izin alınması iki gün sürdü ve nihayetinde sekiz saatlik ve de her elli km. de değişen askeri araç nezaretinde (bu nezaret yol güvenliği için mi? yoksa başka bir nedenle mi? olduğunu bilememekle beraber, bu durum Gazze Kahire dönüş yolculuğu için de geçerliydi) Gazze sınırına ulaştık, fakat o gün de (bölgede ABD hadimliği yapan) Katar emirinin Gazze ziyareti nedeniyle içeriye alınmadık ve Gazze'ye elli km mesafesi olan Ariş şehrine geri döndük, ertesi gün yine Gazze sınır kapısındaydık.

Refah sınır kapısında 8-9 saatlik stresli bekleyişten sonra biri yüksek demirlerle çevrilmiş diğeri de pasaport işlemlerinin yapıldığı kapalı bina olan iki geçiş noktasından geçtik, sonra da yaklaşık 150 metre uzunluğunda olmasına rağmen ara bölgeden de otobüsle geçerek (yaya geçişinin yasak olduğu bölge) Gazze topraklarına ayaklarımızı basabildik.

Bizleri 4 yıldır Gazze de yaşayan ve oğlunu da orada evlendiren fedakar, hayatı boyunca ümmet coğrafyasının değişik bölgelerinde cehd etmiş olan ve bu cehdini bütün içtenliğiyle sürdüren, düşüncesiyle, duruşuyla ümmetçi-tevhidi bir zihne sahip olan, İHH'nın Gazze temsilciliğini yürüten Mehmet Kaya ağabey karşıladı. Gazze'ye (bu topraklar işgal altında olmasına rağmen kendi içlerinde ''olabildiğince'' islami yönetim ve hayat tarzlarının dini aidiyet boyutuyla yüksek seviyelerde olduğunu ve olanca yoksunluklarına/yoksulluklarına rağmen mücadeleci ve izzetli duruş sergilediklerini duymaktaydım/bilmekteydim)  ilk girdiğimde yaşadığım ruh halinin benzerini 1989'da İran topraklarına ayak bastığımda da yaşamıştım, çünkü ayak bastığım topraklarda eksiğiyle-gediğiyle İslami hükümler icra ediliyordu ve müstekbirlere/emperyalistlere boyun eğilmiyordu.

Gazze'ye girdiğimiz saatlerde İsrail tarafından uçak ve tanklarla bombalar atıldığını ve 5 müslümanın şehid edildiğini, buna karşılık Kassam'ında 70 tane füze attığını, İsrail'li bir subayın mayına basarak lanet ayağının koptuğunu ve üç askerin de yaralandığını duyduk. Söylenildiğine göre bu nevi olayların sıklıkla yaşandığı ve halkın bunu kanıksadığı, bu gerçeklerle yaşamaya devam ettiği ve asla teslim olmayacakları gerçeğidir.

Sınırdan araçlarla Gazze'nin merkezinde 4 ay önce yapımı tamamlanan İHH merkez binasına geldik, son katı yetimlere ayrılan ve diğer katları da faaliyetlerin yürümesine dönük oluşturulan odalardan oluşan 3 katlı bir bina. Gazze'de bulunduğumuz 5 gün burada kaldık.

İlk güne şehid ailelerini, yetimleri ziyaret ederek/kucaklaşarak başladık, Gazze'nin çok sevilen/sayılan yiğitlerinden ve gençliğinden beri de felçli olan, mücadelenin fasılasız, mazaretsiz yapılabileceğini yaşadığı onurlu hayatıyla gösteren ve bir sabah namazı vaktinde İsrail füzesiyle şehid edilen Şeyh Ahmet Yasin'in çok mütevazi evine gittik, (benzer görüntülere şahid olduğum rahmetli İmam Humeyni'nin Cemeran'daki evi ve yaşadığı mütevazi hayatı da böyleydi) Ahmet Yasin'in oğluyla, hanımıyla ve torunlarıyla tanış olduk, önderliğin/öncülüğün halkla nasıl her yönüyle içiçe yaşanılarak yapıldığını ve bu örneklikten yola çıkılarak halkın nasıl peşisıra takip ettiğini, sözlerin ve amellerin örtüştüğünde nasıl da muhataplar/halklar nezdinde etkiler bıraktığını ''kendimizden'' ve ''durumumuzdan'' utanarak/sıkılarak müşahade ettik.

Kaldığımız İHH binasının önü geniş bir alandı, çocukların kimi top oynuyor kimi de halkalar oluşturarak kendilerine nasihat eden abilerini dinliyorlardı, 20-25 kişilik bir halkanın yanına yaklaştım ve selam vererek yanlarına oturdum, çatpat arapçamla konuşmaya çalıştım ve imdadımıza b.a.e'lerinde ilahiyat fakültesini bitiren ve güzel arapçasıyla bizlere kılavuzluk eden Ammar kardeşim yetişti, onun sayesinde sohbeti koyulaştırdık, ortalama 10-11 yaşlarındaki çocuklara nasihat eden yirmi yaşlarındaki Gazze'li gencin gözleri, mimikleri, yüzündeki umutlu tebessümü, söyledikleri yarınlara umutla bakmamızı sağlayacak nitelikteydi, bizler kardeşliğe, mücadeleye ve sabra dair ayetler okuyoruz o da devamını getiriyordu, bizleri dinleyen çocuklar da büyük bir dikkatle ve umut dolu gözlerle takip ediyorlardı. Kafilemizde bulunan dört hanım kardeşimden biri elinde şekerlerle bizim oturduğumuz yere geldi ve çocuklara şeker ikram etti fakat çocuklar şekerleri almadılar çünkü hepsi o gün oruçluydular. İşte bunlar Rahman'ın izniyle yarının Yasin'leri, Kassam'ları, Rantisi'leri, Şikaki'leri olacaklardır.

Gazze sahiline (vefa duygusuyla ümmete örneklik olsun ve hatıralarının sürekli canlı kalmasına dönük) yapılan ve üzerinde Mavi Marmara şehidlerinin isimlerinin yazılı olduğu yaklaşık 8-10 metre yüksekliğindeki yapının önüne geldik. Şehitlerin isimlerini teker teker okuyup sıra amcaoğlum şehid Cengiz Songür'ün ismine geldiğimde tarifsiz duygulara kapıldım, (çünkü hiç kırılmadan yaşanılmış, paylaşılmış ve dostluğu/sevgiyi soluyarak geçirmiş, aynı düşünceleri paylaştığım, aynı şeylere gülüp hüzünlenen bir ruh birlikteliğini soluduğum can dostum, amcaoğlum, kardeşim Cengiz Songür'le geçirdiğim koca bir hayat gözümün önünden bir film şeridi gibi geçmekte) ağlayarak, hüzünlenerek, sevinerek ve de gıpda ederek yaşanılan/karşılanılan başka olay(lar) bilmiyorum şehadet gibi bir lutufun/ikramın dışında...

Durduğum yer Gazze ve şehitler adına yapılmış bir yapı ve düşünüyorum bu yiğitleri bir gemiye binip ''Gazze'ye'' şehadete götüren iman kardeşliğinden başka, ümmetçi bir yönelişten başka, Rabbin rızası için kardeşlerine el uzatmaktan başka ne olabilirdi ki? Bu yiğitlerin kendileri Gazze'ye ulaşamadı ama kanları, yürekleri ve iftiharla, gıpda ile sevinçle ağlanılası amelleri ulaştı. Mavi Marmara'nın saldırıyla karşılaştığı anlarda sadece 72 mil uzaklıktaki Gazze'li müslümanlar (bizlere anlatılan) ellerinde Kur'an ve gözlerindeki yaşlarla sokaklarda Rablerinden yardım istiyorlardı, çünkü kendi yetimlerine yardım getiren bu yiğitler kendi çocuklarını yetim bırakmayı göze alarak böylesi bir salih niyetle ve amelle yola koyulmuşlardı. Bunun için Mavi Marmara seferi ve bu seferde şehid düşenler Gazzeliler için çok değerliydi, çok anlamlıydı ve çok vefa duyulası bir güzel seferdi bu...

Yeri gelmişken şunu söylemek zorundayım; yaşadığımız coğrafya dahil bütün halkı müslüman olan ülkelerde ümmetçi yönelişlerin tetiklenmesine katkı sağlayan, ortadoğu'da dikdatörlerin sallanmasında belki de ''kelebek etkisi'' yapan/olan ve tarihe düşülen bir not mesabesinde zihinlere kazınan, toplarla donatılmış değil ama cesur yüreklerle yola çıkıldığında nelerin başarılabileceğini ya da çok önemli gelişmelere vesile olunabileceğini gösteren böylesi bir seferi ve böylesi bir salih ameli küçümsemek ve komplo(culuk)lara kurban etmek, kimilerinin ekmeğine yağ sürdü ya da kimileri tarafından kullanıldı gibi iz'andan, vicdandan yoksun sözüm ona ''analizlerle/yorumlarla gözden düşürmek asla kabul edilebilir ve mazur görülebilir değildir. Bu seferin onlarca hayrından sadece bir teki bile yani Refah sınır kapısının açılması ya da gevşetilmesine neden olması boyutuyla bile takdire şayandır. Çünkü açılan/gevşetilen bu kapıdan hastalara ilaç, yoksulların sofrasına gıda, evsizler için inşaat malzemesi ve hayatın idamesine dönük daha bir çok şey girmektedir.

 Gazze'de değişik bölgelerde kesilen kurbanların özenle dağıtıldığına şahid olduk, bir kurban kesim yerinde sonradan öğrendiğim İslami cihad'ın önde gelenlerinden biriyle yaptığımız ayaküstü muhabbetin konusu umut dolu gözlerle/mimiklerle ''inşaallah seneye Kudüs'ün azadlığında kurbanları keseriz dualarıydı.'' Bu dualara bütün hücrelerimizle "Amin" diyoruz.

 Bir akşam toplanıp İsmail Haniye'ye ziyarete gittik, sokağın başındaki korumaların tebessümlü, izzetli ve derin bakışları eşliğinde toplantı salonuna geçtik, beş dakika sonra Haniye geldi ve bütün misafirleriyle kucaklaşıp yerine oturdu. Çok güven veren izzetli bir duruşu vardı, hoşgeldin kanuşmasının ardından meşhur Filistin marşlarından seslendirmeye başladı ve misafirler bir daha dediler o da kırmadı tekrar marşları seslendirdi, (yanındakiler, bunun ilk defa olduğunu ve katılımcıların arasında şehid yakınlarıyla birlikte Mavi Marmara gazilerinin olması dolayısıyla duygulandığını ifade ettiler) sonra tekrar söze başladı, Bizler Allah'a söz verdik, bizler şehidlerimize ve ümmete söz verdik, siyonistlerin bu topraklarda geleceği yoktur ve siyonistleri Filistin topraklarının tümünden kovuncaya kadar silahlarımızı bırakmayacağız ve direnişten asla geri adım atmayacağız dedi. Haniye'nin yanına yaklaştım ve Şehid Cengiz'in altı kızının da özel selamları olduğunu söyledim, olanca şefkatiyle ve vefa duygusuyla bakarak onlar bizim kızlarımızdır, onlar Filistin'lilerin kızlarıdır, onlar hepimizin çocuklarıdır dedi, ben de onlar ve bütün şehid çocukları ümmetin evlatlarıdır dedim ve ''Yardım Allah'tandır, fetih/zafer yakındır, mü'minleri müjdele'' 61/13 ayetini okudum.Sonra salonun girişinde asılı olan Şikaki'den Rantisi'ye, Ahmet Yasin'den Hasan el Benna'ya yirmi kadar şehid öncülerin fotoğrafları önünde durarak ve tek tek isimlerini sayarak davaya katkılarını anlattı ve yollarını sürdüreceklerini ifade etti. Türkiye'li müslümanlara selamlarını iletmemizi isteyerek bizleri uğurladı.

 Ertesi akşam Cibaliye belediye başkanı ve aynı zamanda Hamas'ın önde gelenlerinden olan, önceki İsrail saldırılarında evi yıkılan ve bir oğlunu şehid veren bir zatın evine topluca misafir olduk. Hasbihalden sonra Mehmet Kaya abimizden surularımın tercüme edilerek iletilmesini rica ettim. Şöyle bir soru sordum; ''Hüküm, yanlızca Allah'ındır, O, kendisinden başkasına kulluk etmememizi emretmiştir. Dosdoğru din işte budur'' 12/40 ayetini okuyarak, ''Arap baharına'' dönük gelişmelerin dikdatörlerin yıkılması ve halklar adına olumlulukların yaşandığını fakat aynı zamanda yerine nelerin konulacağı noktasında da kimi olumsuz söylemlerin geliştirildiğini, Gannuşi örneğinden hareketle batıl(ı) üretimlerin söylemlerine de yelken açıldığını ve bunun ümmetin yarınları açısından tehlikeli olduğunu ifade ederek olayları nasıl değerlendirdiğini bizlerle paylaşmasını rica ettim. Cevaben dedi ki; şehid Seyyid Kutub'un Enfal suresinin tefsirindeki yaklaşımlarını örneklendirerek İslam ne demokrasiyle ne de batıl söylemlerle bağdaştırılamaz dedi ve bizler Gazze'de seçimler yaparak iktidara geldik ama bunu silahlı kanadımızı şartlarımız gereği muhafaza ederek ve direnişimizi gözardı etmeden ve de köklerimize sadık kalarak  yaptık dedi. İlave olarak üçlü sistematik yaklaşımdan bahsetti, önce dinin topluma tanımı-tanıtılması sonra halka halka topluma örneklendirilerek götürülmesi ve sonra da  halkla birlikte İslami iktidarın oluşturulması gerektiğini söyledi. Tabi kalabalık bir ortam olduğu için konuyu daha fazla açamadan ve daha fazla anlaşılır kılamadan oradan ayrılmak zorunda kaldık.

Gazze/Filistin ümmetin ortak paydası ve gönüllerin, yüreklerin genelde hemhal olduğu-olabildiği topraklar, Gazze kelimenin tam anlamıyla açık hava hapishanesi, sınırlarının yaklaşık her beş kilometresinde yere çakılmış ve gökyüzüne bırakılmış uçan balonlara yerleştirilen kameralarla fasılasız gözetim altında olan, semasında insansız hava araçlarının hiç eksik olmadığı yani her tür teknoloji kullanılarak göz hapsinde tutulan bir toprak parçası. Uzunluğu 40 ve derinliği 8 km olan, siyonistlerin engellemesine ve çok zorluk çıkartmalarına rağmen tarımla ve dışarıdan gelen yardımlarla hayatını sürdüren, işsizliğin yuzde 47 yoksulluğun ise yüzde 97 olduğu bir coğrafya, denizi (kıyıdan 3 mile kadar izin verilen ve bu sahada balık çıkarabilen) ve hava sahası bütünüyle işgal edilmiş, dünya ile tek teması çoğunlukla kapalı ve zaman zaman açılan ve girişte de çok meşekkatlerin/aşağılanmaların yaşandığı Mısır Refah sınır kapısı, fasılasız zulümlerin yaşandığı ve kendi topraklarında yaşayanlardan sayıca daha fazlası mülteci konumuna düşürülmüş bir halk, içiçe yaşamak zorunda oldukları/bırakıldıkları ve dünyanın en aşağı/bayağı ve zalim toplumu-topluluğu olan siyonistlerle burun buruna yaşanan topraklar, bulunduğumuz zaman diliminde dünyanın değişik yerlerinden müslümanların geldiğini ve ümmet bilinciyle birşeylerin yapılmasına dönük çabaların sarfedildiği zor topraklar.

Endonezyalı bir gurup müslüman İHH'nın Gazze temsilciliğine ziyarette bulundular ve bir oturum düzenlendi. Endonezya'lı alim özetle şunları söyledi; Allah için, İslamın ve müslümanların düşmanlarını yok etmek yerle yeksan etmek çok kolaydır, fakat Allah, bizlerin nasıl ameller işleyeceğimizi sınamak istemektedir ve dini için neler yaptığımıza yönelik bizleri imtihana tabi tutmaktadır, biz müslümanlar mezhepçiliği, kavim ve coğrafya aidiyetini arkamıza atarak ümmetin hayrına ve de bu topraklarda yaşayanların hayrına birşeyler yapmamız ve Kur'an'ın ışığında hareket etmemiz gerekmektedir dedi, bunları dinlerken hem yüzlerindeki samimiyeti, duyarlılığı hem de söylemlerindeki bilinci gördüğüm için çok sevindim. Mehmet Kaya ağabey de Gazze'nin genel konumunu ve yaptıklarını-yapılacakları özetle ifade edip söylediklerine katıldığını ve Kur'an'ın kılavuzluğunda ümmetin başarıya ulaşacağını söyleyerek misafirlerini uğurladı.

Mehmet Kaya abimiz sağolsun bizleri Gazze'nin bir çok noktasını gezdirdi, şehid ailelerini, yetimleri ve orada ümmetin yardımlarıyla yapılanları gösterdi, örneğin, yetimhaneleri ve yetimlerin yatılı olarak kız-erkek ayrı bölümlerde eğitim gördükleri ortamları, (gayette nezih/temiz ortamlar) dikişnakış kurslarından tamir atölyelerine, kütüphanelerden tefsir/hadis derslerinin verildiği sınıflara, hastahanelerden yeniden imar edilen evlere ve bütün bunların yanısıra 11000/onbirbin yetime her ay düzenli idare edecekleri kadar maddi yardım yapıldığına, bu kurban bayramında 151 büyükbaş hayvanın kesilerek dağıtıldığını, kısaca elden gelenin ve de ümmetten gelenin yerine ulaştırıldığını ifade etmektedir.

Gazze'de hayatın işleyişinde İslamın boyasınıın oldukça yoğun olduğu ve cezai işlemlerin Alimlerin başında olduğu mahkemelerce yürütüldüğü ve İslami hükümlerin öncelendiği, şartların getirdiği zorluklardan kaynaklı tedriciliğin de söz konusu olduğu söylenmektedir.

Gazze'nin düşünsel/siyasal dağılımını sorduk ve aldığımız cevaplar şöyleydi; İhvanın uzantısı olan Hamas ağırlıktaydı, İran'la iletişimi yüksek seviyelerde olan İslami Cihad onun arkasından geliyordu, bu arada solcular da söz konusu elbette,(Gazze'nin solcuları yaşadığımız coğrafyanın solcularından oldukça farklıydı, namaz kılmaları, oruç tutmaları ve islamın bariz emir ve nehiylerini dikkate almaları ya da gözardı etmemeleri gibi)...

Söylenildiğine göre İran'ın 2006 yılından beri Hamas'a/Gazze'ye her ay düzenli olarak çok ciddi miktarlarda maddi yardımlarını sürdürdüğü gerçekliğidir. İslami Cihadın da İran ile iletişiminin arkasında ümmetçi reflekslerin olduğu ve bu gurubun tamamının sünnilerden oluştuğu ve kimilerinin bu hareketi gözden düşürme adına ''şiileşti'' iftiralarının atıldığını ve bunun asla hakikatı yansıtmadığı söylenmektedir. Tabi mezhebi ''at gözlüğünü'' takanların her türlü yardımlaşmanın arkasında bir şeyler araması doğaldır ve bu hastalıklı bakış açısı da vahdetin, yardımlaşmanın önünü tıkamakta ve müstekbirlerin ekmeğine yağ sürmektedir. Ümmetin en büyük üç belası vardır, biri kavmiyeti/coğrafyayı öncelemek diğeri mezhepçiliği kuşanmak, üçüncüsü ve en tehlikelisi de seküler üretimlere göz kırpmak ve yelken açmaktır, her üçü de vahyin gölgesinde hayatı okuyamamanın acı sonuçlarıdır.

Kainatı ve bizleri yaratanın açık/net hitabıdır vahyi ilahi olan Kur'an, elimizde böylesi bir hitap ve cansuyumuz, hayat kılavuzumuz var iken, çözümlemelerimizi ne geleneğin şerikleştirici, marjinalleştirici, mezhepci, durağanlaştırıcı, hayatın ve anın gerçeklerinden yoksun söylemlerinde ne de modernizmin şerikleştirici söylemlerinde ne de postmodernizmin omurgasızlaştırıcı  tuzaklarında bulabiliriz. Bir mü'min için vahyin gölgesinde kendine yer bul(a)mayan ya da vahyin evetlemediği/onaylamadığı aktarılmış ve üretilmiş (tarihin hangi zaman diliminde olursa olsun, geçmiş ya da şimdiye dair üretimlerin tümü için geçerlidir) her ne varsa ona tevessül etmesi ve çözüm arayışları içine girmesi hüsranla sonuçlanmıştır/sonuçlanacaktır.

Gazze, (14/11/2012 tarihinden beri) şimdilerde de yine lanet siyonistler tarafından bombardımana tabi tutulmaktadır ve yine mazlumlar katledilmekte ve yine dünya seyretmekte ve yine müslümanlar gereğini gerektiği şekilde yap(a)mamaktadırlar.

Çünkü; ümmetin zihinsel kodlarını, vahyin üzerine kaba/kara örtülerle örtülmüş mezhepci, kavmiyetci/uluscu, bireyci, mistik/tasavvufi yönelişler, kaderci-cebrici yaklaşımlar, harici şablonculuk, postmodern omurgasızlık, dünün fikirsel üretimine mahkum/taklitci, eşyanın fıtratını okumaktan uzak/yoksun/tembel konumlarla ve fiili dualarda (üzerine yüklenen sorumluluğu yerine getirmeden) bulunmadan herşeyi Allah'a!!! havale eden, mazi ile şimdi ve gelecek arasında tahkik ile bağ kur(a)mayan, -acı gerçekliktir ki- maalesef kahir ekseriyetle ümmeti vahyin inşa etmediği/yönlendirmediği zihinler oluşturmakta ve yönlendirmektedir.

Zihinsel problemler ve yamuk yaklaşımlar zilleti/hezimeti de beraberinde getirmektedir. Örneğin; sığınılan/güvenilen Rabbimiz bizlerden (''Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlat (Silahlar / Araç ve gereçler) hazırlayın'' (8/60) ilahi beyanıyla) düşmanlarımızı korkutacak/caydıracak kuvvetlerle/silahlarla hazırlık yapmamızı istemekte ve dahi emretmektedir.

Oysa bu ümmet ve onu yönlendirenler, (arada güzel örneklikler olsa da genel itibarıyla acı gerçeklik budur) eşyanın fıtratını okuma zahmetine girmeden ve ''ilmi'' de ''dini ve maddi ilimler'' olarak birbirinden koparırcasına ayırmış/parçalamış, hayatı/insanı, eşyayı, maddeyi, doğayı okuyup üretme noktasında çok geride kalmış, bu okumayı seküler zihinlere kaptırmış ve zillete/hezimete uğramıştır. Uğradığı hezimetin nedenlerini de, -kendisini vahiyle test etmesi gerek(irk)en bu ümmet- bu üretimi yapan seküler batı zihninin hayatın inşasına dönük batıl/sapkın çıkarımlarını da katarak ve önemseyerek hezimetten kurtulacağını zannetmiş ve daha büyük (ahiretini de berbat edebilecek) bir hezimete kapı aralamıştır.

Elin oğlu eşyanın fıtratını okuyarak ve de bunu güce devşirerek özelde müslümanlara genelde bütün mazlum insanlara zulmetmekte, hem zihinleri hem de bedenleri sömürmektedir. Bunu şeytani kalkış noktalarıyla yapmakta ve ahlaksız güç edinimleriyle vahşetlerine devam etmektedirler. Aslında eşyanın fıtratını okumak/üretmek ve bunu da ahlakın gölgesinde güce dönüştürmek müslümanların işi olmak zorundadır, 8/60 ilahi beyanı zulmedenler/düşmanlar karşısında kuvvet biriktirmenin ve günümüz değimiyle ''AHLAKIN gölgesinde'' caydırıcı/korkutucu bilgilere/teknolojilere sahip olunması gerektiğini, (Allah'ın emirlerini yerine getirmeden ve izzeti/erdemi kuşanmadan Allah'a iftira sadedinde ''O'na sığındık/sığınıyoruz'' psikolojisi ya da inancı, imtihanı yok saymak demek olacaktır), aksi takdirde hezimetlerin kaçınılmazlığı ''imtihan gereği'' gerçekliğidir.

Dünün (ve bu günün de) mistik, eşari, havaleci, kaderci-cebrici, şabloncu/şekilci ''harici'' mantalite sahipleri, eşyanın mutlak sahipliğini Allah'a atfederken (ki bu imani bir zorunluluktur), eşyanın fıtratının okunması/tefekkür edilmesi emrini gözardı ederek, dolayısıyla Allah'ın başka bir emrini yok sayarak ve yamuk bir bakışla gözardı etmekteydiler, bunun için ''ilmi'' dini ve maddi ilim diye parçalayıp ümmetin donuk, durağan ve üretkenlikten yoksun ve de olanca miskinliğiyle taklitci ruh halinde kalmasının vebalini taşımaktadırlar. Tabi bu yamuk anlayışın peşinden gidenlerin vebali de kendilerine ait olacağı tartışmadan varestedir.

Özetle; ''Allah aklını kullanmayanların üzerine pisliği boca eder” (Yunus 100) ayetinin dediği gibi aklımızı kullanmamız emredilmekte ve bu aklın vahyin gölgesinde üretken kılınması istenmektedir.

Aidiyetin, teslimiyetin yegane adresi vahyin gölgesidir ve bu gölge ümmetin yegane vahdet noktası ve yegane kurtuluş reçetesidir.

Rabbimiz, Gazze'li/Filistinli ve dahi bütün müslümanlara yardımcı olsun, razı olacağı yolları kolaylaştırsın ve ayaklarımızı sabitkadem kılsın dualarımızla.

YORUMLAR
  • hikmet erturk   23-11-2012 13:33

    Allah razı olsun abi.Çok faydalı bir aktarım olmuş.Orada gördükleriniz izlenimleriniz çok önemli.İnşallah faydalı olmuştur.