Mehmed MAKSUT

13 Eylül 2011

BİR RİSALE-İ NUR DERSİ İZLENİMLERİ

Geçen günlerde ilgilendiğimiz genç bir arkadaşımız daveti üzerine şehir dışına çıktık. Beş saatlik bir yolculuktan sonra varacağımız yere ulaştık. Genç arkadaşımızın ailesiyle biraz tanışıp konuşma fırsatımız oldu. Genç kardeşimizin bizlere gösterdiği ihtiram bizleri mahcup etti. Gerçekten maddi durumun da getirdiği bir rahatlıkla elinden gelen tüm imkânlarını bir günlük ziyaretinde bizlere gösterdi.  Akşam yemeğini yedikten sonra arkadaşın babasının teklifi üzerine risale okuyucularının ders halkasına girip oradaki manzarayı yakından izleme imkânımız oldu. Genç arkadaşımızın ailesi kaç yıldan beri bu derslere katılıp maddi imkânlarını  bu konuda seferber etmektedir. Bizlerde hem arkadaşı mahcup etmemek hem de aile büyüğünü kırmamak için teklifi kabul ettik. İyi ki kabul etmişiz. Orada birçok şeye şahitlik etme ve ne durumda olduklarını anlama noktasında bizlere bir bilgi bıraktı  bu ziyaret.

Dersin olduğu yere vardığımız da, ilk göze çarpan yüksek model arabaların olmasıydı. Bu buraya gelenlerin genelde hangi maddi imkânlara sahip olduğunun göstergesiydi. Birçoğu maddi anlamda rahat olan bu insanlar kendi konforlarını bozmayan ve onların çokta ekonomik, siyasi ve hukuki işlerine karışmadan anlatılan bir İslam’ı bulmuş  kendilerini buraya adamışlardır. Adamak derken öyle bizim anladığımız manada bir adama değil…  Sonra İslam’a bütüncül anlamda bakıp Allahın istediği hayata hâkim olmalı ve Kuran, toplumda Allahın istediği şekilde uygulanmalı diyen tevhidi Müslümanlar geldi bir an gözümün önüne.  Ders yerine son model arabayla değil de yürüyerek giden Müslümanların varlığına şahitlik ettiğimiz için her iki kesim arasında zihinde kısa bir muhasebe yaptık.  Rabbimiz Allah’tır dedikleri için yıllarca horlanan dışlanan ve fakirliğe mahkûm edilen Müslümanlarla hiçbir eziyete ve sıkıntıya maruz kalmadan çalışan bu insanlar arasındaki farkları  düşündüm. Sonra Allahın istediği şekilde bir dini yaşamakla sistemin sınırları ve zihin kodları dâhilinde bir dini yaşamak arasında ne kadar uçurumun olduğunu anladım. Sistem galiba kimleri destekleyip kimselerin önünü keseceğini biliyor dedim kendime.

Dersin yapıldığı  yer konfor noktasında sarayları aratmayacak derecede bir şaşalıydı. Altı katlı olan bir binada her şey son teknolojiye göre dayalı döşeli bir şekilde hazırlanmış. Sonradan öğrendiğimize göre bu binaya bir trilyona yakın bir masraf yapılmış. İçeri girdiğimizde açıkçası kısa bir şok yaşadığımı  ifade edeyim. Belki de bu ilk defa böyle bir yer görmemizdendir. Acaba bu insanlar bu yapılara bu kadar parayı yatırırken ve bu kadar şaşalı döşerken ihlâs, sadelik ve samimiyeti nereye koymuşlardır diye düşündüm. Bu kadar rahatına düşkün bir yapı tüm bu yapılanları İslam’ın neresinden buluyor diye geçirdim içimden. Nereden geliyor bunca para diye sormaya çalıştım. Oysa bizler daha bir fakir Müslüman evlendirmeye bile cesaret edip birine yardım imkânı bulamazken buradaki insanlar nice ekonomik şeyleri aşmışlar. Oranın mütevelli heyetinden birinin dediklerini aktarıyorum.  “Allah AK partiden razı olsun. Onları başımızdan eksik etmesin. Biz bu yurdu yaparken bayağı bizlere yardımcı oldular. Bizlerde ak partinin seçimleri kazanması için dua edip canla başla çalıştık. Yani karşılıklı bir dayanışma gösterdik ve semeresini aldık.” Bu insanlar İslam’ın neresinde diye sordum. Tercih ederken neye göre tercih ediyorlar. Dua ederken, yardım ederken, rahmet okurken neye göre hareket ediyorlar. "Anladığım İslam’la bunların yaşadığı İslam çok farklı" diyecektim ki genç arkadaş lafı ağzımdan aldı: “Adamlar kendilerine göre yeni bir din üretmişler. Üretebilirler de. Ama neden buna İslam diyorlar. Başka bir isim koysalar içimiz bu kadar yanmayacak." Tüm bunları içeride geçirdiğimiz süreç içerisinde daha iyi anladım.

İçeri girerken gül suyuyla karşıladı genç arkadaşlar. Geldiğimizde içeride üniversiteli bir arkadaş risaleyi nuru yüksek sesle okuyordu. Çoğu Osmanlıca ibareler olduğundan insanlara ağır gelen risaleyi bir de genç arkadaşın hızlı okuması eklenince ben hiçbir şey anlamadım. Oradaki insanların haline baktım. İnanın yüz kişinin içinde belki anlayan 10 kişi toplasan çıkmazdı. Hepsi başı önünde uyur gibi dinliyor. Okuyanda gerçekten anlamaları  için okumuyordu. Yorum yok, açıklama çok az anlaşılıp anlaşılmadığa dair hiçbir dönüt yok. Neyse bir müddet sonra meyan şerbeti ikramı  yapıldı. İkramda, düzen ve tertipte hatta ses düzeneğinde hiçbir kusur yoktu. Bu konuda oldukça mesafe kat etmişler. Arkadaşla şerbet esnasında dışarı çıkma imkânımız oldu. Ben okunanlardan derli toplu bir şey anlayamadım dedim. Arkadaş; “Abi, ben kaç senedir babamla geliyorum. Bende anlamıyorum. Bunu söyleyemiyorum bile dedi. Babama anlamadığımı söylüyorum “büyüyünce anlarsın oğlum” diyerek hep getiriyor.  Bende gelip dinliyor ve gidiyorum.” 

İçeri girdiğimizde dışarıdan gelmiş bir büyüğümüz sohbete hazırlanıyordu. Sohbetin konusu belli olmasa da kaynağı belliydi: risaleyi nurdan birkaç bölüm. Konuşmacının konuşmasında bir bütünlük yoktu. Açıkçası spontane bir şekilde konuşuyordu. Risaleden bazı bölümler okuyan konuşmacıyla dinleyiciler arasında hem dilsel farklılık hem de bilgisel farklılık çoktu. Okunanların çoğu günümüzün kavramları değildi. Dinleyicilerin çoğunun yüzünde anlamamazlık belirtisi olsa da dinler görünüyordu. Çoğu kişi zihin dünyalarıyla başka yerde, bedenleriyle oradaydı. Soru yoktu. Eleştiri yoktu. Katkı sunma yoktu. Ders yaklaşık bir buçuk saat sürünce insanın dinleme kapasitesi belli olduğundan sıkılıyor. Çoğu sıkılmasına rağmen memnuniyet ifadeleri vardı. Aslında birkaç soru sorma imkânını verselerdi soracaktım. Lakin buna fırsat olmadı. Neyse dinleyicilerden birkaçı uyuyordu. Bunlardan biride yanımda oturuyor. Konuşma sonrasında el Fatiha denilince sesten irkilerek uyanan şahısla dışarıda konuşma fırsatımız oldu. Abi ne anladın dedim. Çok şey anladım genç dedi. Mesela diye sordum. Cevap klasik. “Herkes onu anlayamaz. Ama hoca çok güzel konuşuyor. Maşallah bizleri feyizlendirdi.” dedi.  Orada kim ne anladı diye bir soru sorsaydık her halde durum vahim olurdu. Aslında soruyu konuşmacıya sorsaydık sen ne anlattın ve neler vermek istedin. Çok kesin konuşmayayım ama gerçekten ondan bile net bir cevap alamayacaktım.

Tüm bu manzaraya rağmen herkeste dille dahi olsa bir memnuniyet ve hayır dua temennileri vardı. Hürmet, saygı, ikram had safhadaydı. Konuşmacının sık sık risale vurgusu ve Said Nursi’yi övmesi, yüceltmesi, her kavramına ayrı  bir dünya yüklemesini görünce zihnim biraz netleşti. Belki biraz ağır olacak ama dostlar risale onlar için Kuran’dan, Said Nursi de peygamberden önce konumlandırmış. Abartmıyorum. Adamlar yatıp kalkıp Risale diyor, Said Nursi diyor. Sohbetten zihnime takılan bazı  ibareleri sizinle paylaşırsam konu daha iyi netleşecektir. “Biz risalesiz ve çaysız yapamayız. Bu risaleler Kuranın anlatıyor, tanımlıyor. Bu risaleler yok mu insana lazım olacak tüm bilgi buradadır. İnsanlar için rahmettir. Toplumlar için şifadır. Hayatımıza yön verecek olan bir deryadır. Allah risaleleri anlamayı yaşamayı  nasip eylesin. İmanı İslam’ı hakikati kelimeyi Şehadeti buradan öğreneceğiz.” Oysaki bu vasıfların çoğu Kuran’a aittir.

Said Nursi fikirsel, anlamsal ve şekilsel noktada onlar için değişmez modeldir. Kaynak insandır. Ve birçoğu Said Nursi’yi zihinlerine peygamberden daha yüce bir konuma konumlandırmış. Kızacaksınız belki ama durum budur dostlar. İki kelimesinden biri üstad oluyor adamların. “Üstadı  çocuklarımıza anlatmalıyız. Nesillere bunu iyice idrak ettirmeliyiz. Bunun için mücadele etmeliyiz.” gibi sözler çokça duyuldu, zikredildi orada… Neyse ki genç arkadaşımız bazı  şeyleri dillendiremese de yanlışlıkların farkındaydı. İnşallah bizlerde bu tarz arkadaşlara yardımcı olup onların sağlıklı İslam’la tanışmalarına yardımcı oluruz.

Kendi içimden ya Rabbi senin dinini ne hale getirdiler diye sitem ettim. Senin kitabının  önüne kitaplar, senin üsve-i hasene dediğin peygamberin önüne liderler, tevhid şiarının önüne şiarlar, ilkelerin yerine çıkar ilişkilerini koyan bu insanlara ne demeli. Küfre, şirke, sisteme rahmet okuyacak kadar ileri gidenlere ne demeli? Hakkın  şahitliğinin bedeline katlanamayıp üst üste kat diken bu insanlar nasıl hesap verecek.

Rabbim! Senin dinini hakkıyla temsil edebilmeyi ve tüm imtihanlara karşı sebat edebilmeyi bizlere lütfet. Bizi hatalarımızla ve kusurlarımızla pak İslam’a zarar verenlerden kılma. Bizi senin dinine sapasağlam bağlananlardan kıl… Rabbim! Bizi; at, yat, kat tutkusuna düşürerek İslam’dan uzaklaşanlardan olmaktan sakındır. İmanımızı ve duruşumuzu çıkar araçlarına kurban etme… Rabbim! Dinin adına halkı uyutan, saptıran insanlara karşı bizlere yardım et. Onları ıslah et ve hatalarını görecek göz, hatalarından vazgeçebilecek bir irade ver… 

Not: Amacım birilerini karalamak, küçük görmek, çalışmalarını hafife almak değildir.

Selam ve Sabır ile…