Mehmed MAKSUT
ÖNCELİĞİ DOĞRU KAVRAMAK
Müslümanlar olarak çok zorlu süreçlerinden geçmekteyiz. Yıllardan beri zorlu imtihanlardan geçen Müslümanların coğrafyası her zamanki gibi yine ağır bedeller ödemektedir. Ağır bedellerin ödendiği yerde ağır uykular ve duyarsızlıklar vardır. Eğer ağır uykular ve duyarsızlıklar olmasaydı ümmet batıl nefsanî güçlerin elinde ağır bedeller ödemeyecekti. Bizden öncekileri sınadığı gibi bizi de çeşitli vesilelerle sınayan Allaha karşı duruş ve davranışlarımızdaki samimiyet sınamamızı kolaylaştıracaktır. Müslümanların sınamalar karşısında güçlü olabilmeleri ve mümince durabilmeleri, Allah ile olan bağlarının sağlıklı olmasını gerektirir.
“Yoksa siz, sizden önce gelip geçmiş kavimlerin başlarına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokundu ve onlar öylesine sarsıldılar ki Peygamber ve onunla beraber iman edenler nihayet ‘Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?’ dediler. İşte o zaman (onlara), ‘Şüphesiz Allah’ın yardımı yakın’ (denildi).” (Bakara, 214)
Allah ile olan irtibat ve ilişki zayıf, cılız ve lâfzî olarak kaldığı zaman sınama karşısında zayıf kalınacaktır. Hangi zaman ve zeminde olursak olalım, hayatın hangi evresinde bulunursak bulunalım; Rabbimizle olan ilişkimiz sağlam olmadıkça istenilen mücadeleyi sürdüremeyiz. Sadece bilgi-bilinç ekseninden ziyade salih amel, ihlâs, tevazu, sadakat, samimiyet ve takva çerçevesinde sahih bir birliktelik kurmadıkça Allahın yardımına mazhar olmamız söz konusu olmayacaktır. Allahın yardımını kendi dünyamıza intikal edecek bir duruş sergilemediğimiz sürece hiçbir işimiz ve imtihanımız başarıyı yakalamayacaktır. “...Allah, kendi (dini)ne yardım edene elbette yardım eder. Kuşkusuz Allah, kuvvetlidir, galiptir.” (Hacc, 40) Allahın dininden yana gayret iddiasında olan her müminin kuvvetli ve aziz olan merci ile bağının güçlü ve istenilen düzeyde tutması yol için en büyük azıktır. Fakat bu bilinç her geçen gün Müslüman’ın hayatında gerilemektedir.
Allah ile sağlanan sağlıklı irtibatlardan sonra gelebilecek zorlukların pek fazla sarsıcı olmadığını Rabbimiz bazı kıssalar üzerinden biz insanlığa göstermektedir. Kendi dönemlerinin en büyük imtihanlarına şahitlik eden peygamberler, şahadetlerini ilkeli ve ihlâslı bir şekilde Allaha sımsıkı bağlanarak geçebilmişlerdir. Onlardan sonra gelen nesiller ise her geçen gün bu ruhtan koparak takip etmesi gereken onurlu duruş ve irtibatı kesmiştir. Allahla olan irtibat sıkıntısı hayatın tüm diğer alanlarında kendisini maalesef göstermiştir. Dinin insan hayatından dışlanması veya olması gereken nitelikte insanın bilinç ve hayatında yer edinememiş olması, insanın dünyasında birçok problemi ortaya çıkarmıştır. Din hakkındaki bu çelişkiler ortadan kaldırılmadıkça hayatın içerisindeki problemler de sürekli devam edecektir. Tarihsel evrede dinin toplumsal hayattan soyutlanması da dinin bazı güçler tarafından aşırı derecede siyasallaşması da birçok yanlışlığa neden olmuştur maalesef.
Endüstri devrimi ile daha sonra Rönesans ve Reformdan doğan seküler yaşam, batıda dini hayatı bitirme noktasına getirmiştir. Bu durumun yansımaları sadece batı dünyasında olmamıştır. Müslümanların “aktif” dini değerlerinin tarihsel süreç içerisinde “pasif” bir konuma düşürülmeleri; batıdaki gelişmeleri pasif bir hal üzereyken karşılamaları, zayıf olan Müslümanların ciddi anlamda kan kaybetmelerine neden olmuştur. Kan kaybetmelerin çoğu aslında Müslümanların var olan değerlerini yeteri derece anlayamamalarından ve onlara ihanet etmelerinden kaynaklanmıştır. Malik bin Nebi’nin ifadesiyle; “ihanete uğramış dava ve düşünceler gün gelir kendi intikamlarını alır.” deyişi aslında bu durum karşısında yabana atılacak bir tespit değildir. Evet, yaşanılan tüm acı manzaralara, hep dışarıdan bakarak kendimizi soyutlamaktansa içeriden bakarak olayların ve acıların gerçekliğini kendi üzerimizden okumamız bizi daha sağlıklı sonuçlara götürecektir. Yani, problemi dışarıda arama hastalığından kurtulmadan; Allah ile olan irtibatımızı, müminlerle ve yaşadığımız toplumla ile olan ilişkimizi, temel İslami ilkeler, ibadi hayat ve ahlak çerçevesinde sorgulamadan sorunlara el atmamız. Bizi sürekli başkalarına fatura kesen memurlara dönüştürecektir.
Hakkı batıl ile örtmeyin ve hakkı gizlemeyin. (Kaldı ki) siz (gerçeği) biliyorsunuz. Siz, insanlara iyiliği emrederken, kendinizi unutuyor musunuz? Oysa siz kitabı okuyorsunuz. Yine de akıllanmayacak mısınız? (Bakara 42-44)
Modern ve laik kültürün etkisi altında kaldığımız bu süreçte, insanlardaki Allaha, dine ve ibadete karşı duyarsızlık son hızıyla yaygınlaşmakta. Ortaya çıkan bu durum gün be gün olumsuz ürünler vermektedir. İdeolojik kültürlerin ve seküler dayatmacı zihniyetin, yaygınlaşarak etkisini artırdığı bir evrede Peygamberin davasına varis olanların, davetçilerin veya kendisini bir şekilde bu olumsuzluklardan koruyarak, Allah için bir varoluş düşüncesi olanlarda son dönemlerde artan “Allaha ve İslami davaya olan duyarsızlık” belki de en acil sorgulanması gereken temel yaramızdır. Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın… şiarıyla Allaha, kulluğa ve davasına sımsıkı sarılması gerekenlerin; sosyal hayatta, Allah ile zayıf bağlar kurmaları, medya araçlarının yaygınlaşmasıyla medyatikleşerek yaygınlaşan gösterişçi dindarlık durumu, oluşturulan ibadetsiz din algıları, ameli anlamda zayıf bilinç vurgularını acil olarak sorgulamalıyız. Maalesef bugün bilinç anlamında kendisini halk geleneğinden uzaklaştırabilen mümin insanların içerisinde ibadetlere karşı artan ilgisizlik gittikçe ürkütücü durumlara geliyor. Bu durum, davanın sürekli ve aşırı bilinç ekseninde sunulmasından ve İslam’ın kulluk merkezinden çok, aşırı siyasal bir merkezde sunulması sebep oluyor diye düşünüyorum.
Davetçi ve bilinçli insanlar, salt bilinçlerinin oturaklığıyla değil; aynı şekilde ahlak ve ibadetlerinin de oturaklı ve istikrarlılığıyla sahada olmalıdırlar. Bilinçlerine karşı olan duyarlılığı, bireysel ve toplumsal ibadetlerine karşıda aynı hassasiyetle göstermelidir. Bilinç noktasında İslami ilkelere sıkı bağlı olanların, bu samimiyeti ibadetlerine ve Allah ile olan irtibatına yansıtmaları gerekiyorken maalesef bugün bilinçli Müslümanların ibadet noktasında asgarilerle yetindiklerini görmekteyiz. Zorlukların artıp niteliklerin azaldığı bir dönemde Müslümanlar, yaşadıkları zorlukları ancak bilinç ve ibadet merkezli bir kulluk süreciyle aşabilirler. Bu konuda gösterilecek duyarlılıkların ümmetin sağlıklı bir kalkış ve inşa süreci için önemli bir dönüm noktası olduğunu özellikle hatırlamamız gerekir. Azimden, ihlâstan, samimiyetten, her türlü pislikten arınmış bir ruh ve kalpten kahramanlık duygusundan ve sağlam bir inançtan kaynaklanmayan bir mücadelenin başarı ile sonuçlanması düşünülemez. Bütün davalar; hiçbir şeyden korkmayan, uğruna canını, malını feda etmeye hazır olan inançlı, davasına sımsıkı bağlı, yolu sabit, görüşü kararlı, zorlukta ve darlıkta sabırlı ve fedakâr kişilere muhtaçtır. Böyle tutarlı ve fedakâr insanlar ile davalar hedeflere ulaşır.
Hayatımızı ulaşılmayacak ve çözülmeyecek sorunlara adamaktansa, bize ait ve ulaşılabilir meseleleri kendimizden yola çıkarak düzeltmek hem daha gerçekçi hem de daha güzel sonuçlar verir. Gücümüzün yetmeyeceği büyük sorunlarla uğraşmaktan ise gücümüzün yettiği küçük ama gerçekçi sorunlarımızı sorun edinmeliyiz. Unutulmamalıdır ki çözümsüz bırakılan her küçük sorun, yarınlardaki büyük sıkıntıların müsebbibidir. Aslında Müslüman dünyasındaki büyük sorunları, bu eksenden yola çıkarak okuyup çözümleyebilirsek belki sorunlarımızı bitiremeyeceğiz ama emin olunuz ki epey azaltabileceğiz. Kendimizle, değerlerimizle ve Rabbimizle ameli anlamdaki barışıklık inşallah beraberinde Allah’ın yardımını, umudu ve özgüvenini getirecektir. “...Eninde sonunda emir Allah’ındır. O gün müminler de Allah’ın yardımıyla sevineceklerdir. Allah, dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahiptir, çok merhametlidir. Bu Allah’ı vaadidir. Allah vaadinden caymaz; fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rûm, 4-6)
Bu konuda özellikle artan yoğunluklardan dolayı en fazla ihmal edilen; duyarsızlaşıp hayatın rutin bir eylemi haline getirilen namaz eyleminin düzeltilmesi elzem bir durumdur. Çünkü üzülerek söylemeliyiz ki; bilinç konusunda halktan farklı olsakta en önemli eylem olan namaz konusunda pekte bir farkımız yok. Hatta duyarlılık noktasında onlardan geriyiz diyebilirim. Çoğu zaman alelacele kılınan namazlardan tutunda sürekli son dakikalara bırakılan bir namazın hangi bilinçten kaynaklandığını sormak lazımdır. Hele son dönemlerde neredeyse popüler hale gelen, “sünnetleri terk edip sadece farzlarla yetinme” durumu, tesbihatın rafa kaldırılıp duanın sadece elleri açıp yüze sürülmekten ibaret bir duruma düşürülmesi hangi bilincin göstergesidir. İstikrarın ve istikametin en önemli mihenk taşı ve Allah ile güç bulmanın en önemli aracı olan namazın istikrarlı eda edilmesi noktasında da son dönem Müslümanları problemler yaşamaktadır. Özelliklede sabah namazları bu anlamda ümmetin kanayan ve sızlayan yarasıdır.
Yıllardan beri “ümmetin kanayan yarası Filistin, Afganistan, Irak, Çeçenistan, Kürdistan” diye başlayan söylemi karşısında, acaba neden buralar hep kanamakta diye sorulan sorulara hep dıştan cevap aradık. Çünkü dışarılardan cevap aramak hem basit hem de sorumluluk getirmiyor. Oysa değerli kardeşler sorunlarımızı nedenlerini dışarıda aramamız kendimizden kaçmanın başka bir taktiğidir. Kendinden kaçan insanlar hiçbir zaman sorunların üstesinden gelemeyecektir. Evet, bugün “ümmetin kanayan yarası Allaha karşı duyarsızlık, davaya karşı sadakatsizlik, vahiyle irtibatsızlık, amel ve ahlak ile istenilen derecede kuşanılmamışlıktır. Ümmet içten kanamaktadır ve ümmetin en büyük kan kaybı iç kanamadır. İç kanamaları görmeden dış kanamalara, estetik operasyonlarına yoğunlaşmakla ümmete hayat kazandıramayız.
Sabah namazı, günün ilk imtihanı, ilk ibadetidir. Dolayısıyla güne iyi başlayıp ilk imtihanı başarmalısınız ki, diğer imtihan ve tehlikelere karşı daha güçlü ve donanımlı olasınız. Sabah namazı o kadar önemlidir ki, onun sünneti bile teheccüd namazından sonra en kuvvetli sünnettir. Hadiste,"Sizi atlılar kovalayacak bile olsa sabah namazının iki rekât sünnetini terk etmeyin." buyrulmuştur. Acaba sabah namazına engel gibi gösterilen hangi bahane, bir insanı düşmanların kovalamasından daha tehlikeli olabilir? Hz. Ömer yaralıyken bile sabah namazını kılmıştır. Yine Hendek Savaşında yaralanan Sa'd bin Rebi (r.a) için mescidin içinde çadır kurulmuş, kanları akarken orada namazını kılmış ve bu hal üzere vefat etmişti.
Hz. Peygamberin hayatındaki şu tablo da bu mesele için oldukça önemlidir. Zâturrikâ' Gazvesi’nde bir yerde mola verilir ve Abbâd bin Bişr ile Ammar bin Yasir'i bir geçidin girişine nöbetçi tayin eder. Bu iki zat geçidin ağzına gelince Ammar yatar, Abbâd ise namaz kılmaya başlar. Onları izleyen bir müşrik, namaz kılan Abbâd'ın görünce derhal bir ok atar. Ancak Hz. Abbâd, namaz kılmaya devam eder. Bir müddet sonra arkadaşı uyanır. Ammar, arkadaşından akan kanları görünce: "Sana ilk oku atınca beni niye uyandırmadın?" diye sorar. Abbâd'ın verdiği cevab: "Öyle bir sure okuyordum ki, kesmek istemedim."
Sabah namazlarına artan ilgisizlik ve bu anlamdaki istikrarsızlık çok ciddi bir sorun olarak okunmalıdır. İşgal edilmiş bir Müslüman beldesini konuştuğumuz kadar bu mesele üzerinde de aynı hassasiyetle konuşmalıyız. Ve hepsinden önemlisi sabah namazını kaçırma işini kesinlikle “sıradan” görmemeli; çözüm arayışına girmeli çözümü bulmalıyız. Sabah namazı için nasıl bir durumda olursak olalım; ister haftada bir, ister yılda bir kaçırıyor olalım kendimizi sorgulamalıyız. En azından yerli ve uluslar arası müstekbirlere, tağuti yönetimlere karşı mücadelemize denk bir mücadeleyi kendi nefsimize, ibadetteki eksikliklerimize karşı göstermiyorsak başarılı olmamız söz konusu olamaz. Başarı Allah ile sağlanan sağlıklı bir irtibattan sonra gelir. Kendimizi düzetmeden, eksikliklerimizi gidermeden girişeceğimiz her eylem sadece eylem olarak kalacaktır.
Rahman’ın ayetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanan (Meryem,58) Kitab'a sımsıkı sarılıp ve namazı dosdoğru kılıp (Arâf, 170) iyiliği emredip, kötülükten vazgeçirmek ve başımıza gelene sabredip azmedilmeye değer işlerde” (Lokman, 17) Sabırla ve namazla yardım dilemeyi (Bakara, 45) Rabbim bizlere lütfetsin…Festeqim qema umirte…