Mehmed MAKSUT
BİRAZ DA KENDİMİZİ KONUŞALIM!
Yaşadığımız dönemde İnancımıza uygun olmayan birçok olaya şahit olmaktayız. Bu olaylar bizi deruni bir şekilde üzmektedir. İnsanlar Allahın dininden uzak, İslam’dan bi-haber yaşadığı için her gün yeni sorunlarla karşılaşıyoruz ve her daim yeni sıkıntılar toplumumuza giriyor. İnsanlar, maneviyattan yoksun bırakılarak madde ile değersizleştiriliyor. Haksızlıklar ve zorbalıklar, mazlum yığınlar üzerinde keyfi kanunlarla işlerlik kazandırılıyor. Tertemiz, İslam fıtratı üzere hayata gelen çocuklar, eğitim adına, rejimin cahili ve kirli emellerine uygun tornalardan geçirilerek öğütülüyor. Zihinleri ve yürekleri kuşatma altında tutuluyor… Yeryüzü coğrafyasında hangi yöne yönelirsek yönelelim bu manzaraları görüyoruz. Acaba bu manzaralara neden şahit olmaktayız? Neden en geri kalmış, en yoksul bırakılmış, en çok kanı akıtılmış ve en çok iffeti tarumar edilmiş insanlar Müslümanlardır !!! Bunu sağlıklı bir zeminde çözüme katkı sunabilmek ve yaşanılan dramları hafifletmek adına incelememiz lazım... Bu gidişata dur diyebilmek için evvela Allahın yardımına ihtiyacımız var.
Allah’ın onca müjdelerine rağmen, acaba neden Rabbimizin katından yardım alamadığımızın muhasebesini yapmalıyız. Şunu hiçbir zaman unutmayalım ki bir işin muzafferiyeti için Rabbimizin yardımı şarttır. Bu yardımı alamadan bizler ne kadar çalışırsak çalışalım sonuç değişmez; çünkü her şey Onun iradesine bağlıdır. Allah’ın yardımıyla ancak kendi zamanımızdaki zalimlere karşı galip gelebiliriz. “Allah size yardım ederse artık sizi yenecek kimse yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa ondan başka size yardım edecek olan kimdir? Müminler yalnızca Allaha güvenip dayansınlar.”(Al-i İmran:160). Başka bir ayette: “ Halbuki Allah sizin yar ve yardımcınızdır. O, yardım edenlerin en hayırlısıdır.” (Al-i İmran: 149) Bu ayetlerden de anlaşılacağı gibi Allah inananlara yardım etmek istiyor. Ama Allah yardımını bazı şartlara bağlamıştır. ‘Eğer siz Allahın dinine yardım ederseniz Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar.’ ( Muhammed- 7) Ayaklarımızın sabit kalmasını ve rabbimizin yardımını alabilmemiz için temel olan şey onun davasına sarılmak ve onun dinine yardım etmektir.
Biz iman eden insanlar elbette ki Allah’ın yardımını can u gönülden önemsemeliyiz ve bu yardımı alabilmek için tüm yüreğimizle bir gayret içerisine girebilmeliyiz. Bu gayret sadece ve sadece Allah için olmalıdır. Bu gayretimizi, bir döneme hapsetmemeli; bunu hayatımızın tüm dönemlerine yaymalıyız. Bunu tüm dönemlerimize hükmetmediğimiz zaman, etkisiz ve cılız bir şekilde ömrümüzü zalimlerin gölgesinde geçiririz. Allah, hayatını Kur’an ile düzenleyenleri ve bu düzen içinde yaşayanları yardımıyla üstün getireceğini beyan eylemiştir . O zaman acaba bizlerde mi sorun var ki beyan olunmuş olan yardımları alamıyoruz?
Evet… Galiba sorun bizlerdedir. Dinimizi hakkıyla temsil edemiyoruz Temsiliyetimizi, İslami teslimiyete bütünüyle dönüştüremiyoruz. İnsanlara faydalı olalım derken kendimizi, ailemizi, çevremizi unutuyoruz. Yüce Allah, Bakara Suresinde 43.ayette: ‘İnsanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Halbuki kitabı da okuyorsunuz. Hala akıllanmayacak mısınız?’ Üzerinde durmamız ve tefekkür etmemiz gereken bu ayet, belki de Allahın yardımını almamıza engel olan eksikliklerimizi bize hatırlatır. Bu ayeti kendimize uyarlamalıyız.
Maalesef günümüzdeki Müslümanların halini bu ayet güzel zikretmekte. İyiliği hep başkalarına anlatıp kendimizi unutma hastalığına kapılıyoruz. Başkalarına nasihat edip kendimizi bu nasihatlerden beri kılıyoruz. Mazlum ümmetin halinden dem vurup sanki görevimizi hakkıyla yapmış edasıyla konuşuyoruz. Takvayı sanki takvalıymış gibi kendimizi merkeze alarak konuşuyoruz. Ortada ciddi bir sıkıntı var. Bu sıkıntının giderilmesi öncelikle bize bağlı. Söyleyenlerin çok, yaşayanların az olduğu bu dönemde hayatımıza Kurani ilkeleri düstur edinmemiz elzemdir! Bizler iyiliğin, adaletin, hakkın yaygınlaşması için öncelikle kendi hayatımızı Rabbani ilkelerle donatmalıyız. İnsanlara iyiliği anlatıp kendilerini unutanları; Allah, akıllanmayacak mısınız sorusuna muhatap kılıyor. Açıkça bu sorunun manası şu demektir: İyiliği ve hakikati emredip yaşamamak akılsızlıktır, mantıksızlıktır. Gandi’nin deyimiyle: “İnandığını yaşamamak sahtekarlıktır!”
Evet, bizler Rabbani iyiliklerle donatılmış bir düzen ve çevre istiyorsak(ki bunun için mücadele ediyoruz bunun için yazıyoruz, çiziyoruz) önceliği kendimize vermeliyiz. İnancımızın bize yüklediği sorumlulukları, ihlas temelinde, yaşantımızla işlevsel hale getirebilmeliyiz. Eğer çelişki barındırmadan, hakkıyla hak dini emrolunduğu gibi dosdoğru yaşarsak, o zaman sapıtanlar ve saptıranlar, zalimler ve kafirler, darbeciler ve diktatörler bize asla ve asla zarar veremez.
Maide Suresi 105. ayette Allah: ‘Ey iman edenler, siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olursanız o sapıtanların sapıtması size zarar veremez!’ buyurmaktadır. O zaman bizler; Kuranın aynasında, sırat-ı müstakimde kalma adına kendimize bakmalıyız. Kendimizi bu aynanın ışığında onarmalıyız. Zira kendisini onarmamış bir kişinin başkalarını onarması beklenemez. Bu durum bugün daha da bir ehemmiyet arz etmektedir. Bu gün çelişkilerle dolu nice insanlar içinde yaşıyoruz. İslamı ihya etmek isteyen de İslami imha etmek isteyen de ben Müslüman’ım diyor. Böyle puslu ve flulu bir ortamda, vahiyle benliğimizi bulmadan, şahsiyetimizi kitap ile inşa etmeden, İslami tavırda, tevhidi bilinç ve üslupta netleşmeden geleceğe doğru saglıklı bir adım dahi ilerleyemeyiz. Nitekim söylediklerini yapmayanlar veya söylediklerine uygun bir eylem gerçekleştiremeyenler İslama ve Müslümanlara daha çok zarar vermektedir. Sonuçta; ne yaparsak kendimize yaparız. İyilik de kötülük de insanadır. İsra suresi 7. ayette Rabbimiz: “Eğer iyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz. Eğer kötülük ederseniz o da sizin aleyhinizedir.” Buyurmuştur.
Yaşadığımız bu sıkıntılı süreçte belki de en zor olan şey insanın kendi eksikliklerini giderip yaşamasıdır. Başkalarının eksikliklerini, noksanlıklarını ve ayıplarını görmek kolaydır. Kolaydır başkalarını eleştirmek, yargılamak, hükmetmek. Ama; önemli olan ve bir kıymet ifade eden şey, insanın gerçekten kaçmadan kendisiyle yüzleşebilmesidir. Kendi eksikliklerini görüp düzeltebilmesidir. Resulullah (a.s) bir hadis-i şerifinde buyurduğu gibi “Kendi eksiklikleriyle uğraşmaktan başkalarının eksikliklerini göremeyenlere ne mutlu!” Tarihi birikim her zaman şunu göstermiştir ki, kendilerine çeki düzen vermeyen toplumlara hep başkaları çeki düzen vermiştir. Kendine hakim olamayan toplumlara hep başkaları hakim olmuştur... İşte görüyoruz.Biz kendimizi Kuran’la, Sünnet’le düzeltmediğimiz için başkaları bizi zorba güçleriyle nasıl da yanlış kalıplar içerisinde düzeltmeye kalkışıyor
Tüm bunları gördükten sonra bizim önceliğimizi belirleyip denge sorunumuzu halletmemiz lazım. Öncelik biz ve ailemizdir. Tahrim suresi 6. ayette: “Ey insanlar kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten muhafaza edin!” Yine Şuara Suresi 69. ayette zamanın kötülüklerine karşı Hz Lut(as) şöyle niyaz etmiştir: “Rabbim, beni ve ailemi bunların yaptığı kötü işlerden kurtar.” Bu ayetlerden anlıyoruz ki önce kendi evimizin yangınını söndürmeliyiz. Kendi evinin yangınını söndürememiş olan birinin başka evlerin yangınına koşması ne kadar sağlıklıdır? Düşünmek lazımdır.
Yaşadığımız tüm bu yozlaşmalara karşı toplumumuzun düzelmesi için insanın; insanın düzelmesi için de hilafet misyonunun mensubu olan Müslümanların düzelmesi lazım. Bu gün toplumun bu kadar bozuk olmasında bizim payımız ne kadardır? Bunu belirleyip kendi payımıza düşen eksiklikleri açık yüreklilikle almalıyız ki kendimizi kurtulmuşluk havasından kurtarabilelim. Rabbimizin değişim yasasını bu anlamda tekrar hatırlamamız gerekir. Rad suresi 11. ayetinde Allah kendi nefislerinde(özlerinde) olanı değiştirmedikçe bir toplumu değiştirmez. Yasa açık ve nettir. Değişimin merkezini Allah insanın özündeki değişim olarak tayin etmiştir. O zaman hepimiz İslam ile kendi özümüzü değiştirerek toplumdaki değişim ve dönüşümü gerçekleştirebiliriz. Biz kendimizi düzeltmeden insanlar bize karşı düzelmez. Hz. Ebu Bekir(ra)’in deyimiyle: Sen kendini düzelt ki insanlar sana karşı kendilerini düzeltsinler.
Kendini bilen ve kendini bulmaya çalışan insanlar büyük insanlardır. Ve biz Müslümanlar büyük insanlarız; çünkü biz en büyük olan, Rabbimiz ile kendimizi bilmiş ve bulmuşuz. Sonuç olarak; Allah’ın dinini ilim ve bilinç temelinde bilen Müslümanların, yaşadığı çevrede insanların Rabbani kriterler doğrultusunda değişimlerini görmek ister. Ama şunu unutmamak gerekir ki: Çevremizde görmek istediğimiz değişimleri kendimizde başlatmalıyız. H.z. Ömer’in ifadesiyle: başkalarını düzeltebilmeniz için önce kendinizi düzeltin. Herkes insanlığı değiştirmeye çalışıyor. Fakat kimse kendini değiştirmeyi aklından dahi geçirmiyor. Biz akıl sahipleri olarak böyle olmamalıyız ve olumlu , yararlı , sağlıklı değişimlerden kendimizi beri tutmamalıyız. Davet ettiğimiz hakikatleri önce biz yaşamalıyız ki insanlara yaşatabilelim. En güzel tebliğ ve davet yaşamla sunulan davettir. Ne mutlu bunu yapabilenlere, ne mutlu hayatlarını inançlarıyla bütünleştirenlere! .
Ya Rabbi! Bizi günahın zilletinden uzaklaştırıp itaatin izzetine kavuştur.
Ya Rabbi! Bize ahirette senin rahmetinden uzaklaştıracak bir dünya nimeti verme.
Ya Rabbi! Çalışmalarımızı senin rızanı ve yardımını kazanmaya vesile kıl!