Bâri mazlumların karşısında durmayın!
İlkeli olmak takvalı olmanın olmazsa olmaz şartlarındandır. Burada liberal, ulus devlet vs. ilkelerinden bahsetmediğimiz açıktır. Bizim bahsettiğimiz fıtrî, ahlâkî yani İslâmî ilkelerdir. Meselâ mazlumun yanında olmak. Bu mümkün olmadıysa eğer, hiç olmazsa karşısında yer almamak.
Bâri mazlumların karşısında durmayın!
Serdar Demirel / Yeni Akit
Daha uzun olmayan bir süre önce, İslâmî câmiada “âdil düzen, ilkesel duruş ve takva etiği”ni keşfe yönelik birçok tartışma yapılmaktaydı.
Bu tartışmaların yoğunluğundan ve kanıksanmış içeriğinden olsa gerek “siyasal İslâm” tanımlamaları o günlerde kimseyi rahatsız etmemişti.
Yanlışlar yapılsa da üzerinde durulan takva, ilkesel duruş ve devlet yönetimi ilişkisi doğru bir izlekti. Çünkü yönetimde takva etiği Müslüman tarih tecrübesinin önemli bir göstergesidir. Bunun kaynağı ise Müslüman algısını şekillendiren dinî metinlerdir. Bu metinler inananları ibâdetlerinde olduğu gibi bireyin diğer bireylerle, bireyin toplumla, Müslüman toplumun diğer toplumlarla ilişkilerini takva esaslı düzenleyen bir muhtevaya sahiptir.
Yönetimde de aynı ruhla hareket etmelerini, âdil bir toplum inşa etmelerini, Allah’a (c.c) yakınlaşmanın bir vesilesi olarak salık vermektedir, nassalar. Denebilir ki, Müslümanların Hz. Muhammed (sas) döneminden başlamak üzere tarihte gösterdikleri total başarının muharrik gücü, esasları Kur’an ve Hz. Peygamber’in öğretilerinde yer alan kendilerine has ilkeleri ve buna içkin takva olmuştur.
Müslümanlar bunu başardıkça tarihte öncü rol oynamış, bundan uzaklaştıkça da duraklama ve sonrasında gerileme dönemine girmiş, başka milletlerin istilasına maruz kalmışlardır. Çağdaş dünya Müslümanları tekrar özne olarak devletler muvâzenesinde yer alacaklarsa eğer, bunu çağdaş formatlarda da olsa yine aynı öze dönerek başarabilirler.
Yukarıda özetle yazdığım ilkesel yönetim ve takva ilişkisi vurgusu, Müslümanların ortak söylemlerini oluşturuyordu. Allah (c.c) inananları bu soyut iddialarıyla imtihan etmeyi irade etti. Onlara, büyük ve küçük çaplı yönetme imkânları sundu ve iddia ettikleri ilkelerle ruh kalitelerini teste soktu. On senedir Türkiye’de mütedeyyin câmia bu meyanda sınanmaktadır meselâ.
Takva nedir diye sorulduğunda birbirine yakın cevaplar verilebiliyor. Ben, “Allah bilincidir” diyorum. Bir diğer ifadeyle Allah şuurunun kişide canlı olması.. Bir şey söylerken, bir şey yaparken, bir şeyi onaylarken Allah’ı (c.c) unutmadan hareket etmesi..
İlkeli olmak takvalı olmanın olmazsa olmaz şartlarındandır. Burada liberal, ulus devlet vs. ilkelerinden bahsetmediğimiz açıktır. Bizim bahsettiğimiz fıtrî, ahlâkî yani İslâmî ilkelerdir. Meselâ mazlumun yanında olmak. Bu mümkün olmadıysa eğer, hiç olmazsa karşısında yer almamak.
Türkiye Müslümanlarının bu meyanda imtihan edildiği en yakıcı gerçek, Suriye meselesidir. Daha düne kadar zâlim diktatörlerin küçük düşürücü baskıları karşısında itaatkâr davrananları eleştiren ve bunu Sünniliğin “devlete itaati emreden” öğretisiyle, hem de alaycı bir uslûp eşliğinde, açıklayıp yerenler, şimdi Baas rejiminin zulmüne karşı ayaklanmış Sünnileri; “Siz zulme karşı ayaklanamazsınız, ayaklandıysanız eğer bunda mutlaka ABD ve İsrail’in tezgahı vardır” diye kurdukları komplo teorileriyle mahkûm etme yarışına girmişler.
Zâlim Baas rejimine itaate çağırmaktan yüksünmüyorlar. “Mukavemet hattı” yalanına Suriye halkını kurban vermekte bir beis görmüyorlar. Halksız bir mukavemet hattı mı olur! İnsan biraz insaf eder, Suriye halkı ne zamandan beri işbirlikçi oldu? Bâri ilkesel duruşun en kırılgan hâlini kuşanın, mazlumların karşısında durmayın!
Açıkça söylemek gerekirse; “mukavemet hattı” iddiası, bugün, kimi devletlerin ulusal çıkarlarını pekiştiren bir manivela hükmündedir. Bir ulus devlet formatındaki İslâm devletine gönülden bağlı veya beyatli kesimler, ne yazık ki, ilkesel duruşun gereği olan Müslüman halklara karşı eşit mesafede durmayı beceremiyorlar.