06-09-2011 08:48

Cihan Aktaş, İran`ın Suriye tutumunu yorumladı

Suriye`de rejimin cinayetlerine karşı İran, devrimci mantığının birikimlerinden istifadeyle, mukavemet cephesine zarar vermeden etkili, Anadolu insanının yüreğine ulaşacak kadar açık bir tepki ortaya koyabilmeli...

Cihan Aktaş, İran`ın Suriye tutumunu yorumladı

İran'ın Suriye adımı

Cihan AKtaş / Dünya Bülteni

Suriye'de devlet eliyle işlenen cinayetlerin ardı arkası kesilmiyor. Bu konuda kamuoyunun vicdanında oluşan rahatsızlık İran'ın Suriye politikasına dönük sıkıntılı soruları da kapsıyor. Ben de karşılaşıyorum benzeri sorularla ve bu sorulara cevap aramaya çalışıyorum. Stratejik ortak muhakemesiyle verildiği izlenimi uyandıran cevaplar, sürüp giden ölümlerin yarattığı dehşeti açıklamada yetersiz kalıyor. İran bugüne kadar Arap halk hareketlerine verdiği desteği Suriye'deki muhaliflerden esirgemesi konusunda tatminkâr bir açıklama yapamadı gibi geliyor insanlara. Türkiye medyasında yürekten yükselen eleştirilerle birlikte İran'ı sorumlu tutacak şekilde kaleme alınan yazılar da bu alanda sürüp giden iletişim karmaşası kadar anlaşma zeminini daraltan bürokratik dile özgü kısıtlanmaları ortaya koymak açısından da önemli. İran Suriye politikasını daha net bir şekilde ifade edebilmeli ve bu ifade de devletlerin diplomasi dilinin karmaşıklığının anlaşılmazlığının uzağında olmalı.

Bunları yazıyorum, çünkü, her taraftan yağan karşı propagandaya ait malumat ve görüntülere rağmen İran'ı emperyalizm karşısında desteklemeye devam eden feraset sahibi Anadolu insanına bu ülkenin Suriye konusundaki açıklamalarının yetmediğini görüyorum.

Bunlar yazarken İran'ın Suriye'yle ilgili hassasiyetinin arka planını da elbet hesaba katıyorum. Bu arka plan olmasaydı bölgemiz bugün İsrail yayılmacılığı konusunda sahip olduğu şu kadarcık tavrı bile korumakta zorluk çekerdi. Üstelik İsrail politikaları konusunda Türkiye ve İran devletleri hiçbir zaman olmadığı kadar benzer eleştirileri dile getiriyorlar yaşadığımız zaman diliminde.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun İsrail'le ilişkilerin geleceği üzerine son açıklamaları Türkiye'nin Ortadoğu'daki gelişmeler üzerine gerçekçi ve bağımsız bir politika izlediğini net bir şekilde sergiliyor, İranlılara göre. Türkiye'nin İsrail'e karşı eleştirel çizgisinin Başbakan Erdoğan'ın Davos'taki tavrı ile başlayıp Mavi Marmara vakasının ardından özellikle üst düzeyde makamların İsrail'i özür dilemeye ve Gazze ablukasını kaldırmaya zorlayan bir içerikte sürmesi, politik bağlamda güven uyandıran büyük gelişmeler.

Ancak bağımsız siyaset konusunda Türkiye her alanda aynı güveni de vermiyordu yakın zamana kadar. Libya'da Kaddafi rejimine karşı NATO ile birlikte hareket edilmesi gibi, şu ana kadar İsrail'e mukavametin ön cephesi sayılan Suriye'ye yönelik eleştirel dilin izlediği grafik de İranlılarda, Türkiye'nin bölgede kendi çıkarlarından ziyade ABD'nin ve nihayet İsrail'in çıkarlarına yarayan bir tutum sergilediği şeklinde yorumlanıyordu. Bu yorumları dile getiren isimlerin Davutoğlu'nun son açıklamalarını nasıl karşıladıklarını henüz bilmiyoruz. Ancak Türkiye'nin İsrail karşısındaki tutumunun nihai içeriğinin İran'da memnuniyetle karşılandığı muhakkak.

İran Şah zamanında bölgede halkı Müslüman devletler arasında İsrail'le en yakın ilişkiler içinde olan, askeriye, ekonomi ve istihbarat alanındaki bu ilişkilerin kendi halkı aleyhine gerçekleşen imtiyazlarıyla güç kazanan bir rejime sahipti. Şah rejiminin hamisiydi İsrail, Savak ajanlarının eğiticisi, işkencecilerinin öğretmeniydi... Devrimden sonra Ayetullah Humeyni İsrail'i bölgede habisleşen bir kanser tümörü olarak nitelendirdi ve bu tümörün varlığının İslam âlemi için sürekli bir fitne kaynağı anlamına geleceğini ifade etti her fırsatta.

İsrail'in Lübnan'ı işgalinden sonra İran Suriye kanalıyla Lübnan'a yardıma başladı. Böylelikle Lübnan direnişinin, cephesinin sembolü olan Hizbullah'ın merkezinde bulunduğu mukavemetin güçlenmesi sağladı. İran'ın desteklediği Hizbullah'ın direnciyle İsrail'in yenilmezliği konusundaki efsane çöküşe geçti.

Bu başarılarda Hizbullah'ın şahsi mizacı ne kadar rol oynarsa oynasın, Suriye kanalıyla Lübnan'daki gruplara yapılan lojistik desteğin önemini kimse yadsıyamaz. Hariri'nin şaibeli ölümünü takiben ABD, Fransa ve Suudi Arabistan'ın bu ülkedeki mukavemetle Sünni gruplar arasında ayrılık yaratma çabaları bir yere varmadı, grupların aklı başında tutumlarıyla Lübnan İsrail karşısında bir kale gibi durmaya devam etti.

Hizbullah direnişinin Hamas üzerindeki etkisi, açık. Hamas'ın seçim zaferi ve halkın süregelen desteği, Hizbullah ve Hamas dayanışmasının bir eseri olarak da görülür. İranlı yorumculara göre ABD ve İsrail Lübnan'a yoğunlaşan çabaları sonuçsuz kaldığı için de Suriye'de karışıklık yaratarak süren mukavemeti kırmaya yöneldiler.

İranlı yorumcular Libya ve Suriye'deki muhalif hareketlerin Batı tarafından ziyadesiyle desteklenmesinin sebebinin, Arap halk hareketlerinin merkezinin daha baskıcı ve antidemokratik olan işbirlikçi Arap ülkelerinden direniş gücü olabilecek merkezlere kaydırılmak istenmesi olduğu kanısını dile getiriyorlar yazılarında. Bugün Bahreyn'i veya Suudi Arabistan'ı değil, Suriye'yi konuşmamızın öncelikli sebebi budur. Bu yolla aynı zamanda halk hareketleriyle zafere ulaşan Tunus ve Mısır'ın ardından, muhalefeti kanlı bir şekilde bastırılan Libya ve Suriye gibi ülkeler örneğiyle, baskıcı Arap rejimlerinin muhaliflerine de gözdağı verilmiş oldu.

İranlı yorumcuların metinlerinde yer alan "İran, Arap hareketleri konusunda çifte standart mı uyguluyor?" sorusuna karşı gelen bir diğer açıklama şöyle: Mısır ve Tunus'ta nispi demokrasi olduğu için muhalif gruplar nispi bir altyapıya sahip. Muhalifler açık bir dille dış etkenlerin güdümüne girmeyeceklerin dair kararlılıklarını dile getiriyorlar. Suriye'de ise muhalif güçler konuşmaya fırsat bulamadıkları için dış müdahaleye daha yatkın bir manzara sunuyorlar. İran'ın Suriye politikası bölgedeki İsrail karşıtı mukavemetin bekası adına da muhalefetin başarı şansının bu ülke ve bölge için ne ölçüde mümkün olduğu sorusunu dikkate almaya zorunlu kalıyor. (Böyle bir sorunun devrimci mantık açısından reel politiği aşırı gözetmesiyle "irrasyonel"leşen bir yanı var, o nedenle de İran devriminin Türkiye'deki dostları tarafından yadırganarak karşılanıyor bu sorunun türevleri. Burada belki İran'ın evrensel şiarlar temelinde gerçekleşen devriminin ulus devlet formatına sıkışmasının getirdiği handikapları kurcalamak gerekiyor.)

Türkiye medyasında rağbet bulan Suriye örneğinden hareketle İran ve Türkiye'nin bölgede politik bir karşıtlık hatta çekişme içinde bulunduğu görüşü ise, Davutoğlu'nun son açıklamalarının İran'daki yankıları dikkate alındığında, mesnetsiz sayılmalı. İranlı yorumcular Davutoğlu'nun İsrail'e dönük son açıklamalarını, Türkiye'nin bağımsız bir hareket içinde bulunduğunu açıkça göstermesi bakımından övgüye karşıladılar. İran'da Erdoğan Hükümeti ister ikili ilişkilerin gelişmesine verdiği önem, ister uluslararası platformda kritik meselelerde İran'a sunduğu destek ve ittifak sebebiyle takdirle karşılanıyor. Bununla birlikte, Türkiye'nin Suriye politikası kuşku ifade eden yorumlarla değerlendirilirken akla Büyük Ortadoğu Projesi'ne ilişkin spekülasyonları getiriyordu. Davutoğlu'nun son açıklamaları Türkiye'nin politikalarında samimiyetinin göstergesi olarak okunuyor İran'da şimdi.

Davutoğlu'nun, İsrail'in bölgedeki gelişmeleri idrak edemediğine dair açıklaması ise yalnızca İsrail'e değil bütün bölge ülkelerine dönük bir mesaj olarak yorumlanıyor. Birbirini anlamada düğüm noktaları arka arkaya çözülürken, bütün olarak Türkiye'nin prestiji İran'da hiçbir zaman olmadığı kadar yüksek bugünlerde.

"Hayırlı işlerde yarışma" bağlamında Türkiye'nin ileri adımı, İran'ın da aynı ölçüde ileri bir adımını gerekli kılıyor belki de... Suriye'de rejimin cinayetlerine karşı İran, devrimci mantığının birikimlerinden istifadeyle, mukavemet cephesine zarar vermeden etkili, Anadolu insanının yüreğine ulaşacak kadar açık bir tepki ortaya koyabilmeli...

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !