Mehmed MAKSUT

30 Ekim 2011

DEPREM GÜNLÜĞÜ - 2

Erciş otogarında indiğimizde yıkılmış binalar ve hasretle bekleyen insanlar var… Az ötede depremzedeler için futbol sahasında kurulan çadırlar ilk önce yüreğimize nakşediliyor… Yıkımın yoğun olarak hissedildiği çarşı bölgesine acele yürüyerek gidiyoruz. Yoldaki manzara insanın gözlerini öyle işlevleştiriyor ki yağan yağmura gözlerinizden birkaç damla yaşı bırakmamanız elde değil… Çarşı bölgesi endişeli bekleyişler ve hummalı çalışmalara adeta şahitlik ediyordu… Etrafta komple yıkılmış binalar ve enkazın altında binlerce bekleyen var… Herkes gergin herkes hüzünlü herkesin heybesinde hüzün ortak payda olarak tozlu havaya karışmakta… Hasar gören sadece binalar ve arabalar değil insanların yürekleri ve zihinleri ve hayalleri de nasibini almaktadır… Geçmişte bıraktıkları ve toprağa topluca verdikleri sevenleri onları sarsan en büyük acılarıdır…
 
Çarşı bölgesinde yiyecekler ve içecek için sıra bekleyen insanlar bir ekmek için oldukça hareketli ve gerginler… Enkaz bölgesinde insanlar bir umut bir dua ve gözlerindeki yaşlarla enkaz bölgesindeki çalışmaları kederli bir bekleyişle izliyorlar… Saatler ilerledikçe insanların yüzündeki kaygılar daha da beliriyor… Beton molozları artında çıkan her can için bekleyenler heyecanlanıyor… Acaba çıkan benim sabırsızlıkla beklediğim mi diye yöneliyor ambulanslara… Çıkan canlar enkazın etkisiyle tanınmaz bir vaziyette simsiyah torbalara konularak acı acı öten siren sesleri eşliğinde morga gönderiliyor… Hastane önünde ağıtlar eşliğinde insanlar bir an önce sevdiklerine geçici de olsa kavuşmayı bekliyorlar… Doğulu kadınların oy hawar ah hawar ağıtları yüreklere deruni işliyor… Sessizlik, tefekkür, hasret, acı iç içe burada…
 
Yedi katlı enkaza geldiğimizde bina komple çökmüş ve burada yetmişe yakın insanın olduğu söyleniyordu… Az sonra bembeyaz nakışlı tülbentli bir bayan çıkarılıyor… Çağrı sonucu görevliler siyah poşet eşliğinde enkaza yönelirken olayın yüzü de anlaşılıyordu… Ölüme siyah poşetlerle, yaralılara beyaz sedyelerle görevliler gidiyordu… Siyah ölümü beyaz yaşamı temsil ediyordu…  Beyaz nakışlı tülbendiyle ölü çıkarılan bayana herhalde çocukları olsa gerek koşarak sarılmaya çalışıyorlar… Tam kavuşma esnasında evlatla ananın arasına polisler giriyor…
 
Aşağı yukarı Van Erciş’te günler boyunca her yerde bu manzarayı sürdürüyor… İkindiye doğru havalar daha da soğumaya doğru seyr-u sefer ediyordu… Üşüyen sadece bedenler değildi burada. Üşüyen bu demlerde yürekler ve gözyaşlarıdır… Üşüyen soğuk hava az sonraları yerini yağmura bırakıyor… Aslında bulutların yerine gözler işlevini görüyorken bulutlarda sanki gözlere eşlik ediyordu… Yağmurlarlarla birlikte herkes barakaların, çadırların içerisine korkarak yöneliyordu. Barakalara bile güvenle sığınılamıyordu… Çünkü binalardaki kırıklar ve ara ara meydana gelen artçı depremler insanlara çok farklı korkular yaşatıyor…
 
Havalar ne kadar kötü olsa da insanlar enkazların altındaki sevdiklerinde ayrılamıyor… Yaşarken beklide ufacık bir meseleden dolayı kalkıp gidebilen insan bu anlarda nedense kovulsa da sürülse de ayrılamıyor… İnsanları yağmurun altında çamurun içinde bile olsa ayrılmamanın en önemli sebebi yüreklerde büyüyen umutlardır… Bir taraftan acıları yaşarken bir taraftan güzel ve mutlu anları da yaşıyoruz… Az önce çok güzel bir haberi aldık… Bir anne ve bebeği aradan geçen onca zamandan sonra sağ olarak çıkarılıyor… Azra bebekmiş adı… ne güzel bir duygu… Her şeyden öte onu hayata bağlayan annesinin fedakârlı annelerin ruhuna yeni bir anlam katıyor… Anne… Hayata evladını tutundurabilmek için her şeyini nefesini, gözyaşını yüreğini siper ediyor yavrusuna… Çıkan anne ve küçücük kız çocuğun sevincine çığlıklar tekbirler eşlik ediyor… İnsanlar ölümle hayat arasındaki ince sınırda öyle bir gidip geliyordu ki…
 
Ara ara hissedilen artçı depremler insanların kaygısını ve korkularını daha da artırıyor… Her titreme yüzlerdeki tedirginliği daha da derinleştiriyor… Açıkçası burada kimse öyle rahat uyuyamıyor… Uyumak istesek de bunca acının ve soğuğun içinde nasıl uyuyabiliriz ki…
 
Çocukların yüzündeki korkular ve kaygılar onları annelerine daha da yaklaştırıyordu… Anneler kollarını, yüreklerini alabildiğince dünyayı kucaklıyormuşçasına acıyordu… Evet, dünyayı kucaklıyordu analar… Çünkü her çocuk bir dünyaydı acılar diyarında… Anneler dertli ve üşüyen elleriyle çocuklarını okşayıp kırılgan yanlarını onarmaya var gücüyle çalışıyorken kendisini unutuyor… Hava çok soğuk ve az sonra kar yağmaya başlayacak gibi bir rüzgâr var… Çocukların çoğu battaniyeler sımsıkı sarılmış tüm yaşanılanlara rağmen uyumaya çalışıyorlar… Ama nafile… Bunca acı dolu insanın içinde nasıl uyusunlar ki…