Mehmed MAKSUT
GEZİ VE MUHASEBE
“Sizden önce nice olaylar gelip geçmiştir. Yeryüzünde gezip dolaşın da yalanlayanların sonunun nasıl olduğunu bir görün.” (Al-i İmran 137)
Her insanın bir gün gidip görmeyi, sokaklarında dolaşmayı, havasıyla birlikte tabii güzelliklerini, tarihini teneffüs etmeyi hayal ettiği bir şehri vardır. Benim de vurgun olduğum kimini gördüğüm, kimini görmediğim şehirler vardır. Bu şehirler bende mekândan çok birer kimlik, birer kültür, birer mana örgüsüdür. İstanbul, Konya, Urfa, Diyarbekir, Bağdat, Şam, Mekke, Medine, Kudüs, İsfehan birer kimlik, birer kültürdür benim coğrafyamda. Özellikle kadim medeniyetlerin yaşadığı bu yerlerde, öncekilerin akıbetini anlama noktasında zengin bir miras vardır. Bunların başında nice topluluğa şahitlik etmiş olan İstanbul gelir.
Yoğunluktan yorgun düşmüş şehir!
Surlarıyla, deniziyle, medeniyeti yansıtan yapılarıyla oldukça zengin bir dokuya sahip olan İstanbul, yoğunluktan yorgun düşmüş bir şehre dönüşmüş. Dünyevileşen insanlarla birlikte şehir de ruhunu kaybetmiş bir vaziyette. Bu kuşatma dünyevi kaygılarla ve kültürel yozlaşmalarla daha da bir artmış. “Tüm bunlara rağmen Rabbimiz Allah’tır deyip sonra da dosdoğru olanlara hiçbir korku yoktur, onlar üzülmeyecektir.” (Ahkaf 13)
Mersin Üniversitesi'nde öğrenim gören bir grup öğrenci arkadaşlar olarak düzenlemiş olduğumuz gezinin bu yıl ki durağı İstanbul oldu. Allah’ın dini için bir araya gelip çeşitli organizeler yapan öğrenciler, sınavların da bitmesiyle hem dinlenme, hem ziyaret, hem de Müslümanlarla tanışıp tecrübeleri yerinde görme düşüncesiyle, güzel bir gezi yaptık. Katılımcı kardeşlerin İstanbul’u görme heyecanlarının yanında, İstanbul’daki üniversiteli kardeşlerle ve değerli ağabeylerimizle tanışma fırsatının olması bu yıl ki gezimize ayrı bir anlam kattı.
Gezimiz yatsı namazı ile başladı
Etkinlik ön hazırlıklardan sonra Perşembe günü yatsı namazının ikame edilmesinden sonra başladı. Her şeye Allah’ın kelamıyla başlayıp onun dediklerine göre yaşamaya çalışanlar olarak yola da Kur'an ile başladık. Yapılan tüm eylemler için hayata bir ilke manzumesi sunan Kur'an’ın, her zaman ve mekânda yaşanılması için ortaya konulan çabalar anlamlıdır. Zira hayata anlam katan Kur’an’ın kendisidir. Daha sonradan bir kardeşimizin gezi hakkında bilgilendirmeler yapmasından sonra yolculuklara anlam katan muhabbetler yapılıp ezgiler söylenmeye başlandı. Her biri anlam yüklü olan ezgilerde; kimi zaman şahadet ruhu, kimi zaman ümmetin acısı, kimi zaman da insana Allah katındaki konumunu düşündürücü mesajlar veriliyordu. Türkçe, Kürtçe, Arapça yanında farklı dillerde çalınan ezgiler tek bir ümmet olmanın mesajını müzik aracılığıyla anlatmaya çalışıyordu.
Sabahın erken saatlerindeki sessizlik insanı ötelere götürmek için çok güzel fırsattır. Hasretler, özlemler gelir yüreğinizin en güzel yerine oturur. Uzakta olduğu halde yüreğinizin hep yakınında olan anneniz, aileniz, dava kardeşleriniz ve sevdikleriniz, herkesin uykuda olduğu bir anda gönül misafiriniz olur. Suskun bir atmosferde onlarla hasbihal edersiniz. Gözlerinizden dökülen yaşlar gönüllerinizdekine şahitlik eder sessizce… Fecrin ilk ışıkları gönül dünyanıza gelen misafirlerinizin gidiş vaktini haber verir. Tekrardan gönlün uzaktakilerle yaptığı muhabbetten somut yakınlıktaki insanlarla muhabbete başlarsınız…
Sabah namazısının manevi atmosferi
Sabah namazı vaktinin girmesiyle hep birlikte temiz bir manevi hava eşliğinde namaza duruyoruz. Sabah namazının her zaman manevi bir atmosferi vardır. Herkesin uykuda olduğu bir vakitte Rabbinin huzurunda durmak… Secde ederek yüceler yücesi yaradana yaklaşmak ve en onulmaz dertleri, sevinçleri, kaygıları paylaşmak… İnsanın her zaman ve her yerde rabbinin olması ne büyük bir lütuf, ne büyük bir nimet anlatılamaz…
Sabah namazı Müslümanların en çok ihmal ettiği ve ihmalliği kanıksadığı bir ibadettir. Oysaki Rabbimize karşı sevgimizin, sadakatimizin, samimiyetimizin en saf ve derin belirtisidir sabah namazı. Allah'a sadık olmanın ve onun için hayata başlamanın, yatağı terk etmenin, rahatı kaçırmanın adıdır sabah namazı… Bu duygularla sabah namazını ikame ederken Guantanamo’daki Müslümanların hep birlikte loş ışıklar altında secdede iken çekilmiş fotoğrafı geldi aklıma. Sonra yıllarca felçli bedeniyle Siyonist İsrail’in tahtını sarsan Şeyh Ahmet Yasin geldi yüreğimin başucuna…
Sabah namazı çıkışında Rabbine kavuşan felçli yaşlı adamın; işgal ve boykot şartlarında, öldürülmenin an meselesi olduğu bir coğrafyada sabah namazını mescitte, ümmetle ikame edebilme azmini hatırladıktan sonra felçli olanların kimler olduğunu anladım. Uykuya dahi kıyamadan kıyama kalkmanın, kâfirlerin ve işgalcilerin yüreklerine korku salmanın sloganlarla değil; seher vakitlerinde sabah namazında Allah ile güçlü bir irtibatla olacağını çok iyi müşahede etmeliyiz.
Neden sabahları uyuyoruz!?
Guantanamo’daki Müslümanların hep birlikte loş ışıklar altındaki secdeli duruşlarının dünyaya nasıl güçlü bir mesaj verdiğinin farkına vardım sonra. Bedenen esaret altında olan bu kardeşlerimizin tek vucud halindeki duruşlarını görünce aslında esaret altında olanların sabah namazına kalkamayacak kadar aciz olanlar olduğunu anladım. Esaret beden ve bileklerin esareti değildir. Asıl esaret yürek ve zihinlerin esaretidir. Yürek ve zihinlerdeki esaretin insanı nasıl köleleştirdiğini aslında hepimiz çok acı bir şekilde müşahede etmekteyiz. Medya yoluyla, sanal ilişkilerle, yersiz dizilerle ve çeşitli bahanelerle uyutulan Müslümanların sabah namazını kaçırmakla namazın dışında çok şeyler kaçırdığını anladım.
Bizler rabbimizle bağımızı gevşetince onlar bizi cahil bıraktılar. Önce ruhumuzu, bilincimizi, rabbimizden olan güç kaynağımızı elimizden aldılar, sonra da canlarımızı ve zenginliklerimizi almaya başladılar. Bilinçleri, zihinleri, yürekleri işgal edilen toplumların canlarını ve mallarını almaktan daha kolay sanırım bir şey yoktur… Yıllarca ümmetin “kanayan yarası” söyleminden sonra Filistin, Çeçenistan, Afganistan diye yazılan şeyleri düşündüm. Acaba kanayan yara niçin dinmemecesine kanıyor. Anladım ki yaralar önce içten kanamaya başlar. Ümmetin kanayan yarası dıştan önce içten kanamaya başlamış, biz ise hep dışarıdaki kanamaya odaklanıyoruz. İç kanama olan içsel, düşünsel, ahlaki, ibadi ve ruhi yaralarımızı sarmadan dışımızda kanayan yaraları ne kadar pansuman edersek edelim kanayan yaralar durmayacaktır…
Gezide kazandığımız en büyük hazine
Herkesin tekrardan Allah ile bir muhasebe yapmasının ne kadar önemli olduğunu anlamış olmamız gezi boyunca bize kalan yegâne hazine oldu… Allah'ın, “yolumuza samimice yönelenleri yolumuza eriştireceğiz”ayetinden yola çıkarak bir samimiyet testi yapmamızın acil aranan kan kadar değerli olduğunu ifade edebilirim…
Sabah namazından sonra tekrar yolculuğumuza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Aslında “Müslümanların dünya ile ilişkisi bir yolcu gibidir” hadisinin tezahürü olan bu sürecin her zaman ve her yerde olması gerekir. Hiçbir kazığa çakılıp kalmadan her zaman ve her yerde Rabbe doğru bir yolculuğun arayışında olmak… Bu yolculukta, belirtilen kurallar ve yoldaki işaretlere riayet ederek ilerlemek… Bu hayatın amaç ve özetidir…
Şafağın sökmesiyle beraber tekrar muhabbetler başlıyor. Tabi yol yorgunluğu da kendini hissettiriyor. Yolculukta yatma yeteneği iyi olanlar için yolculuk pek zor olmazken yatamayanlar için yorgunluk sıkıntıdır… Hayat işte... Gençte olsanız yaşlı da olsanız eğer hareket halinde iseniz muhakkak yorulursunuz. Yorulmadan yol yürünmez, davalar büyümez, sevdalar vuslata dönüşmez. Dolayısıyla her yolculuk bir yorgunluktur… Her yorgunluk da bir hedefin ve eylemliliğin göstergesidir.
Kadim şehre giriş
İstanbul’a girdiğinizde şehrin kendine özgü kalabalığı ve güzelliği yavaş yavaş hissediliyor. Bu yoğunluğu tüm büyük kadim şehirlerde görmek mümkündür. Tabi görünen sadece şehrin güzelliği değildir. Bunun yanında doğu-batı arasındaki gelişim farklılığını da çok rahat görebiliyorsunuz. Kadim mimari yapılara karşı modern Avrupa tarzı mimarinin nasıl durduğunu ve aslında kadim medeniyetlerle modern çağların mimari alanda nasıl da birbiriyle mücadele ettiğini anlıyorsunuz.
Fatih'te ağabeylerimizle buluşup kucaklaştıktan sonra “Hayder ve Gençlik Kültür Merkezi”ne gidiyoruz. Yolun verdiği yorgunluk kardeşlerin birbirini bağrına basmasıyla, yüzlerde beliren tebessümle yerini ferahlığa bırakıyor. Birbirini görmeden sevmek ve sevdiklerine yüreğinin enginliklerini açmak İslami kardeşliğin en güzel ifadesidir… Mal, mülk, akran, kabile, çıkar kurum kardeşliği değil de İslamın kardeşliğini yakalayabilmenin mücadelesini vermek hepimizin için bir vebaldir. Ensar isek muhacir, muhacir isek ensarımızı aramak gerekir. Harun’sak Musa’mızı Musa isek Harun’umuzu Rabbimizden istemeliyiz. Kardeş olmalıyız, kardeş kalmalıyız ve kardeşçe rabbimize varmak için uğraşmalıyız.
İstanbul ziyaretleri
Hayder ve Gençlik Kültür Merkezi Fatih’te zor imkânlarla birkaç azimli yüreğin bir araya gelerek oluşturduğu hayırlı bir mekân… Sade ve samimi olan bu ortamın oluşma sebebi çağa söyleyecek sözlerinin olmasıdır. Gençliğin acısını ve ızdırabını yüreğinde taşıyan bu mekânların anlam ve kıymeti İstanbul’da pek fazla hissedilmese de onlar bu dönemin Darul Erkamları olmaya devam edecektir. Sevdası, davası, sözü ve safı Allah’tan yana olan insanların yetişmesi için uğraşan bu insanlar; kışa dönen mevsimleri samimi ve azimli gayretlerle biiznillahi Teâlâ bahara dönüştürecektir.
“Üzülmeyin gevşemeyin eğer inanmış iseniz galip gelecekler sizlersiniz” ayetinin tecelli edeceğine inanalım ve bu uğurda gerekli donanımlara sahip çalışmalar ortaya koyalım. Sabredelim ve sabırda sebat edelim, onurumuza ve duruşumuza zeval vermeden süreçleri atlatalım…“O zaman zalimlerin nasıl bir inkılâpla devrileceklerini göreceğiz.”
Özellikle Ahmet Kalkan, Mehmet Pamak, Ahmet Turgut, Hamza Er, Hakan Aksu, Şükrü Hüseyinoğlu, Habbab Çetin, İlyas Metin, Mete Açıkgöz ve daha nice ağabeyimizle tanışıp muhabbet etme imkânımızın olması gezimizin en kârlı unsuru oldu. Soru-cevap, sohbet ve gezi eşliğinde geçen beraberliğimizde bilgi, tecrübe ve kardeşliğin olmuş olması geziye ayrı bir anlam katıyordu… İstanbul’un çeşitli üniversitelerinde okuyan kardeşlerimizle tanışmış olmamız bize ayrı bir heyecan verdi. İstanbul’da, üniversitedeki kardeşlerimizin bize gösterdikleri ilginin teşekküre sığamayacağını da ifade edelim.
Herkes önemsediğini ziyaret eder düşüncesiyle ilk olarak; gençliğinin baharında Rabbine doğru yürüyen Metin Yüksel abimizi ve babası Molla Sadrettin Yüksel’i, daha sonra Mavi Marmara’da, Akdeniz’in engin ve berrak sularına kanlarını akıtan Cevdet Kılıçlar ve Necdet Yıldırım’ı ağabeylerimizi ziyaret ediyoruz. Edirnekapı mezarlığında yan yana yatan dört güzide insandır bu kardeşlerimiz. Ömrünün baharında kendisini Rabbine adayan Metin Yüksel özelinde şehadet bilicine yönelik yapılan bir konuşmadan sonra şehitlerimize söz vererek ayrılıyoruz. Rabbim şahadetlerini kabul eylesin ve bizleri de güzel bir ölümle Rabbine kavuşanlardan kılsın.
Tarih kokan şehire ibret nazarıyla bakmak
Artık İstanbul’u gezme zamanı gelmişti. İstanbul, tarihin koktuğu bir şehirdir. Lakin tarihin olduğu yerde tefekkür yoksa bu tarihinde pek fazla bir anlamının olmadığını şehri gezerken hissedebiliyoruz. Tarihe ibret nazarıyla bakmak yerine, insanlar salt gezmek niyetiyle bakarlarsa tarihi yerlerin birkaç fotoğraftan başka insana bir şey bırakmadığını belirtelim. Binlerce yıllık mimari yapılar hala dimdik ayakta duruyor ve işlevini sürdürüyor. İnsan bu mimari yapıları görünce sağlamlığın ne kadar önemli olduğunu anlıyor. Bu yapılar sağlam atılan temellerin zamana karşı nasıl durduğunu hatırlatıyor… İnsanlarda yapılar gibidir. Eğer siz sağlam değerler ve fikirler üzerinde insanı, toplumu inşa ederseniz sıkıntılara direnebilirsiniz…
Fatih ve Beyazıt Meydanı İstanbul’a geldiğimde ziyaret etmeyi ihmal etmediğim iki uğrak mekândır. Özellikle Beyazıt Meydanı ayrı bir anlam taşır. Bir zamanlar vuslatın, direnişin, kıyamın ve sevincin meydanı olan Beyazıt şimdilerde firakın, suskunluğun, hüznün örtüsüne bürünmüş yetim bir çocuk gibi durur. Çocuk gibi mahzun duran bu meydandaki manzarayı ressam gibi kâğıda yansıtamasam da şair gibi mısralara aktarmak istiyorum. Mısralar beyaz kâğıdın üzerine “Beyazıd, Sana anlatacak bir hüznüm var” diye boşanmaya hazır bulutlar gibi yağmaya başlıyor…
Üsküdar iskelesine geldiğimizde vakit gün batımına yakındı. Gün batımıyla ortaya çıkan kızıllığın denizle, martılarla ve gemilerle birleşmesi deruni anlamlar ifade ediyor. Fakat kaç kişi bu hakikatin farkındaydı. İnsanın ömrünün bu gemiler gibi akıp gittiğini ve bir gün günbatımı gibi batacağını kimler hissetmiştir. “İnsan su misali kıvrım kıvrım akıyorken” “Dönüş Rabbinedir” ayetini unutuyor. “Düşünen bir topluluk için bunlarda ibret vardır”(Rum 21) diyen rabbimizin emrine rağmen insanlar dünyevileşiyor.
Yüreklerde hüzün gözler de sevinç
Üç gün boyunca gündüzleri gezmeyle akşamları sohbetle geçen programın ardından bedensel yorgunluğumuzla zihinsel yoğunluğumuzla dönüyoruz. Her kavuşma beraberinde bir ayrılığı da getirir. Ayrılıklar fikirde olmadıktan sonra pek fazla üzmüyorsa da yine de insan böyle güzel insanlardan ayrılmanın hüznünü gönül coğrafyasında yaşıyor. Tanışmayla başlayan gezi vedalaşmayla, hayırlı dua temennileriyle bitiyor. Yüreklerde hüzün gözler de sevinçle yola çıkıyoruz…
Bizi İstanbul’da en güzel şekilde karşılayan öğrenci kardeşlerimize, Hayder’e, Kalemder’e ve Gençlik Kültür Merkezine; vakitlerini bizlere ayıran Ahmet Kalkan, Mehmet Pamak, Ahmet Turgut, Hamza Er, Hakan Aksu, Şükrü Hüseyinoğlu, Habbab Çetin, İlyas Metin, Arslan, Mehmet Ali, İbrahim ve Ziya ağabeyimize ve diğer tüm ağabeylerimize teşekkür ederiz, Rabbimizin en güzel nimetlerine muvaffak olmalarını can-u gönülden niyaz ederiz… Bu gezimizin düzenlenmesinde maddi olarak bize lazım olan miktarın bir kısmını zorluklara rağmen sağlayan “sekiz güzel insana”teşekkürlerimizi iletiyor, katkılarından dolayı dualarımızı arz ediyoruz.
Rabbimiz! Bizleri İslam'ı yaşamaya muvaffak kıl ve bizleri salihlerden eyle…