30-06-2008 13:02

Örtülü Putlar: Çağdaş İkonlar

Batı medeniyetinin etkisiyle meydana getirilen yeni tip in­sanın kafa yapısı dince kutsal sayılan değerlerden arındırılırken, bir yandan da `secular`, `profan` muhtevalı yeni kutsallar üretilmektedir.

Örtülü Putlar: Çağdaş İkonlar

 

Batı medeniyetinin etkisiyle meydana getirilen yeni tip in­sanın kafa yapısı dince kutsal sayılan değerlerden arındırılırken, bir yandan da "secular", "profan" muhtevalı yeni kutsallar üretilmektedir.

İnsan kafası dince kutsal sayılan değerlerden boşandırıldıkça onun yerini profanlaştırılmış ikonlar almaktadır. Gün­lük hayatımızın çeşitli alanlarında secular tapınma formları oluşmakta ya da oluşturulmakta, bugünkü dünya düzeninin işleyişinde ve bu işleyişin sürdürülmesinde bu tür tapınmalar­dan istifade edilmektedir.

Bir futbol maçının seyircilerinin coşkunluğu (vecdi) o mer­tebeye yükselmektedir ki, gerçekte, bütünüyle dünyevi ve cismani nitelikte olan bu kendinden geçiş hali, bir âyin görünü­münü kazanabilmektedir.

Ünlü bir pop şarkıcısının verdiği konser dinleyicileri üze­rinde aynı kutsal etkiyi meydana getirebilmekte, konser es­nasında ayılıp bayılanlara rastlanabilmektedir.1

Bir "seks bombasının" rol aldığı filmi seyredebilmek için insanlar gişe önlerinde ezilmeyi göze alabilmekte; böyle bir akt­risten imzalı fotoğraf kopartabilmek için onun herhangi bir te­sadüfle göründüğü yerde kalabalık halkalar meydana gelmek­tedir.

Bir arabesk şarkıcının rol aldığı filmin ya da fotoromanın reklamı için yüzmilyonlarca liranın harcanmasından kaçınılmamaktadır. Böyle bir şarkıcıya, futbolcuya, boksöre, film oyuncusuna, beş on saniye göründüğü herhangi bir reklam programı için dünyanın parası ödenebilmektedir.

Tüketim ekonomisinin işleyen çarklarının yağlanması için icad edilmiş olan bu yeni toplumsal ikonlar, kitleler nezdinde alabildiğine istismar edilmekte; kitlelerde onların giydiğini giymeye, yediğini yemeye, kullandığını kullanmaya heves uyandırılmakta, bunda da başarı sağlanabilmektedir.

Prof. Rasim Adasal, bu çağdaş putları şöyle bir tasnife tâbi tutuyor2:

—Müzik, sinema, spor putları
—Bilim ve sanat putları
—Modern büyücüler
—Cinsel tapınma ve seks bombaları
—Putlaştırılan makinalar

Prof. Adasal, konuya psikolojik ve psikososyal açıdan yak­laşmaktadır. Öte yandan, kendisini mevcut bilim anlayışının çemberinden koparamamış olması ve o daire içinde düşünme­ye zorunlu sayması, üzerinde aynca düşünülmesi gereken bir olgu sayılmalıdır, ki bizce asıl üzerinde durulacak husus da bu­dur: Mesela Prof. Adasal, bilimin putlaştırılmasından söz ederken, ikon olarak bilim adamını öne çıkarıyor, oysa bizzat bilimin ikonlaştırılmasından söz edilmeliydi, diye düşünüyo­ruz.

Gerçekten de, putatapıcılığın soyut alana kaydırılmış ve evrensel bir kabule mazhar kılındığı için herkesçe "layüsel" sayı­lan biçimi "bilimsellik"tir.

Hans Reichenbach Türkçeye "Bilimsel Felsefenin Doğuşu" başlığı ile çevrilen eserinin bir yerinde günümüzde bilimin ka­zandığı etkinliği şu cümlelerle açıklıyor:

"... bilimsel sonuçlara gereğinden fazla güvenilirlik tanı­mak felsefecilere özgü bir yanılgı değildir. Bu yanılgı Galileo'dan günümüze değin uzanan ve bilimin gelişmesine sahne olan modern dünyanın belirgin ve yaygın özelliğidir. Bilimin tüm sorunlara çözüm getireceği inancı o denli yaygındır ki, bi­lim günümüzde, daha önceleri dinin karşıladığı sosyal bir işlevle, kişilere ve topluma kesin güvenlik sağlama işleviyle yüklü hale gelmiştir. Denebilir ki, bilime beslenen inanç, Tann'ya olan inancın yerini almıştır bugün. Dinin bilimle bağdaşır sayıldığı yerlerde bile, bilimsel doğruluğa duyulan inanç nedeniyle, değişikliğe uğramadan kurtulamadığını gö­rüyoruz. Kant'ın düşüncelerinin oluşturduğu Aydınlık Çağı dini bir yana itmedi, ama onu bir tür akıl inancına dönüştürdü..." (s. 38)

Reichenbach'ın, bu görüşlerini hangi bağlamda ileri sürdü­ğünü biliyoruz. O, çağlar boyunca felsefe ile bilimin karşılıklı bir etkileşim içinde bulunduğu görüşünde. Özellikle felsefe açısından bakıldığında, felsefe sürekli biçimde çağının olgula­ra ilişkin bilimlerinin etkisini taşımış ve ileri sürdüğü görüşler kendi zamanının bilimsel verileriyle sınırlı kalmıştır. Batı rönesansından sonraysa bilime din gibi inanılmasının sonuçla­rından biri olarak da, felsefe, getirdiği görüşlerin mutlak doğ­rular olduğu hususunda kuşkuya bile düşmemiştir. Yazar, eserini bu temel görüş çerçevesinde geliştirmektedir.

Dolayı­sıyla, çağının bilimsel verileriyle sıkı ilişki içinde bulunan fel­sefî görüşlerin bu gün için artık o kadar güvenilir olamayaca­ğını ifade etmektedir. Çünkü artık bizzat felsefenin dayandığı bilimsel verilerin değişebileceğini öğrenmiş bulunuyoruz.

Bizim için burada önemli sayılacak husus, Batı'da bile ken­di bilimsel üretimlerine karşı ciddi kuşkuların uyandığı bir dönemde, Batı kültürünü benimsemek isteyen Batıdışı ülke­lerde bilimin, bütün bu tecrübeleri yok sayarcasına putlaştır­ma eğiliminin bütün hızıyla ve tökezlemeden, hatta güçlene­rek devam etmesi olayıdır. (Kraldan çok kralcılık yapma heve­si).

Bir spekülasyon da sayılsa değinmeden geçemeyeceğimiz bir olayla karşı karşıyayız: mademki artık bilim dediğimiz fe­nomenin zamandan zamana değişebileceğini öğrendik, o halde onun mekan itibariyle de (yani farklı kültür birikimlerine göre de) değişiklik gösterebileceğini kabul etmeliyiz.

Bilimin put haline getirilmesi olgusu günümüz dünyasında olan güçlü bir inanış türüdür; Yüzyıllardan beri devam eden bir inanışın bir anda çözülmesini beklemek safdillik olur. Bu sözümüz, insanoğlunun eşyanın hakikatini arama yolunda gi­riştiği çabalarının durdurulmasını teklif ettiğimiz anlamına da çekilmesin. Bu araştırmaların her zaman aynı sonuçları vermeyebileceğini anlatmak istiyoruz. Özellikle, farklı kültür­lerin insana ve eşyaya yaklaşma tarzlarının farklılığından kaynaklanacak sonuçlar tabiî olarak birbirinden farklı ola­caktır. Hele bilimsel denilen verilerin uygulamaya sokulması demek olan teknoloji, farklı kültür ortamlarında iyice farklı­laşacaktır.

Oysa şimdi biricik teknoloji üretim merkezi diye bilinen Batı âleminden teknoloji transferine girişen ülkeler, bu yoldan, aynı zamanda Batı kültürünü de transfer ettiklerinin farkında değilmiş gibi görünmektedirler. Oysa bu teknoloji aynı zamanda kendi hayat tarzını ve davranış kalıplarını da yedeğinde sürüklüyor.

Kafalar bir örnekleştikçe, farklı kültürlerin insanları, eşyayı kendi kültürlerine özgü çerçeveler içinde algılamaktan iyice uzaklaşıyorlar. Batı kültürü, bölgesel kül­türlerin maskelenmesine yol açarak onların yaşanılırlığını da önlüyor.

Aslında putatapıcılığın eskisiyle yenisi arasında bu profanlaştırılmış ikonların rol oynadığı, hayatımızı yönlendirdikleri inkar edilmeyecek bir vakıadır. Bir yandan kafalarımızdaki eski kutsalları silmek çabasındayken, nasıl oluyor da bir yan­dan da çağdaş putlara muhtaç hale getirilebilmekteyiz?

Aslında putatapıcılığın eskisiyle yenisi arasında fazlaca fark yoktur. Tapınılanın konusu değişmiştir, o kadar. Modern putperestler, putatapıcılık denilince eski putperestlerin yaptıklarını hatırlıyorlar: yani taştan (somut) bir heykelin (İdol) karşısına geçip tapınmayı, ondan medet ummayı... Oysa put­perestlik de gitgide incelmiştir, gitgide bu anlamda somut ol­maktan çıkıp daha karmaşık daha soyut biçimlere dönüşmüş­tür. Oysa "akıl"dan başka bir şeye itibar etmeyen, yalnız ondan yardım dileyen ve yalnız ondan çare uman, ona sığınan modern kafanın geçmiş dönemlerin putperestlerinden farkı ne? Ama kafalarda, putatapıcılık denilince, sadece "idol" karşısında ta­zim anlaşıldığından bu fark gözlerden kaçabilmektedir.

Asr-ı Saadetteki putatapıcılann başlıca kaygılarından biri taptıkları putların, yeni gelen din tarafından rezil rüsvay edilmesi noktasında toplanıyordu. Birçok müşrikin Resulullahtan talebi şuydu: bizim putlarımıza karışma da ne yaparsan yap, diyorlardı. Günümüzde yaşayan gizli putperestler de buna benzer kaygılar içindedir. Her kim, bilerek bilmeyerek neye ta­pıyorsa; dinle, tapındığı şeyin (putunun) elinden çıkıp gideceği kaygısını taşıyor.

Müşriklerden biri putunu boynuna asarak Resulullah'ın karşısına çıkar, der ki: "Sen bize benim rabbim bana şah da­marımdan daha yakındır diyorsun, işte benim rabbim, herkes görüyor. Senin rabbin hani, onu da görelim?". Bu müşrikin mu­galatası bugünkü modern putperestler bakımından da el'an geçerliliğini koruyor. Mabudunu boynuna asan, tıpkı o müşrik gibi, dinin karşısına çıkıp itiraz ediyor. Kiminin mabudu akıl veya bilim, kimininki nefs-i emmaresi, şehveti, kimininki dün­ya hırsı halinde boynuna asılı olarak...

İşin tuhafı, kimse kendi mabudunun hesabını vermeye kal­kışmıyor, herkes kendi putunu layüs'el (sorulmaz, mesul ol­maz) kabul ediyor, dinden hesap istiyor. Öldüren ve dirilten yalnız Allah'tır diyen Hz. İbrahim'in karşısında, Nemrud'un iki mahkum çağırarak birini idam ettirip diğerini salıverdik­ten sonra: "İşte, görüyorsun, ben de öldürdüm ve dirilttim" di­yerek tanrılığını ispata kalkışması cinsinden mugalatalar o gün bu gün yürürlüktedir.

Gerçekte putatapıcılık da baştan beri kendi mantığını devam ettirmektedir. Değişen sadece putların şekilleri, ona ibadetin biçimidir. Suretler, tapınma şekilleri (ayinler) değiştikçe, modern müşrik kendisini putperestlikten münezzeh sayıyor.Oysa karıştırdığı şey basit: tapınma biçimi. Şimdi parasını desteleyip güzel güzel ütüleyip katladıktan sonra onu ban­kada muhafaza etmeye çıkan bir adam, tapınma ayininin bir cüzünü ifa etmiyor mu dersiniz? Niçin saklıyor parasını? Çün­kü ona sığınmaktadır da ondan, paradan yardım ummaktadır da ondan. Tapınmanın başka bir anlamı mı var yoksa? Aklı azizleştiren biri de bu işi, akıl için değil, fakat vahyin karşısına bu yoldan çıkacağını düşündüğü için böyle yapıyor. Onun yap­tığı da insan aklına tapınmak için ayinler geliştirmektir.

İnsanların putlarıyla oynamak her zaman tehlikeli olmuştur. Putların yıkılması demek, bazı insanların menfaatlerinin haleldar edilmesi demektir. Eski zaman putlarıyla çağdaş put lar arasındaki benzerlikler farklardan daha fazladır. Farklılık olarak belki çağdaş putların daha karmaşıklaşması, görülme­lerinin daha bir dikkat gerektirmesi zikredilebilir.

Bunun dışında, putlaştırılmış nesneye tapınma bakımın­dan (tapınmanın formu değişmiş de olsa) fazlaca bir farkın ol­duğu ileri sürülmemelidir. Çağdaş hayatta, bir futbolcuya, bir film artistine ya da şarkıcıya tapınmanın törensel havası ol­dukça değişiklik gösterebilir ve çoğu kimse bir konser esnasında ayine katılmış olduğunun farkına bile varmayabilir ve bu yüzden de putlaştırma olgusunu inkâra kalkışabilir. Çünkü bunlar yumuşatılmış, sivrilikleri törpülenmiş ayinlerdir. Üstelik kurulu düzenin prizmalarından yansıtıldığı biçimde her­kesin katıldığı törenler olarak meşruiyet de kazanmış olduk­larından kabul edilmeleri kolaydır. Çünkü bu genel kabul, ku­rulu düzenin sürdürülmesini de tazammun ettiğinden, onun bozulması, kurulu düzenin bütün menfaat ilişkilerini alt üst edecektir.

Eski dönemlerde bir insanın taptığı bir tahta parçasının put olduğunu ona gösterebilmek daha kolaydı. Günümüzdeyse, otomobil, mobilya, makina haline dönüşmüş olan bu tahta ve metal parçalarının putlaştırılmış olduğunu onu kullanan in­sanlara anlatabilmek daha zordur. Üstelik bilim ve teknoloji adıyla soyut, dahası dinsel bir düzleme çekilmişlerse...

(1) "Çağımızın kutsal saydığı, ilahlaştırdığı devlerden biri" olarak tanıtılan bir şarkıcı hakkında bir gazetede bakınız neler söyleni­yor: "Madame D... Sizin önünüzde diz çöküyor, yarattıklarınız ve uçup giden yaşamımızdan çaldığınız bütün bu saatler için size minnet duyuyorum. Tüm cesaretiniz, bu sakin inatçılığınız ve sizi bir kraliçe olarak yücelten herşey karşısında bir kez daha diz çöküyorum. Çünkü siz bir yaşayan efsanesiniz." Bir başkası: "Siz olağanüstü bir olay mısınız? Evet, D... Öyle... Siz Fransa için bize kalan ender ulusal değerlerden, her an övünebileceğimiz abideler­den birisiniz. Tıpkı Eiffel kulesi gibi, Versailles sarayı gibi ya da Nötre Dame gibi... Siz de bizim için bir müzik abidesisiniz".

(*) 1985 yılının rakamlarıyla 10-15 milyonluk meblağlar artık yadır­ganmaz hale gelmiştir. "Taçsız kraliçe" diye ünlenen bir film yıl­dızının bir jilet firmasının reklam filminde 30 saniyelik rolünün karşılığında, bundan 4-5 yıl önce aldığı yaklaşık 10 milyon lira o günlerin magazin gazetelerini günlerce meşgul etmişti.

(2) Yeryüzü Tanrıları... Minnetoğlu Y. s. 85, ist. 1979.

(Kaynak: Yaşadığımız Günler, Rasim Özdenören, S. 39-45)
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !