17-04-2007 21:29

Batılılışma Serüveni

Teknik, bürokratik, endüstriyel Batı kültürü, bütün toplumlara mekanik bir hayat tarzı dayatıyor, tek boyutlu bir insanı temsil eden Batı kültürü, insani dünyaları, anlamları, hassasiyetleri erdemleri yok sayıyor.

Batılılışma Serüveni

Batılılışma Serüveni

Atasoy Müftüoğlu

Batı Uygarlığı, 15. nci yüzyıldan başlayarak, bugüne kadar devam eden; birbirini tamamlayan kimi  süreçler ve boyutlarla kendisini somutlaştırıyor. Bu süreçlerin ve boyutların Rönesans, reform, bilimsel keşifler, aydınlanma ve ilerleme olduğunu biliyoruz. Bu süreçlere, sanayileşme, teknikleşme, bürokratikleşme, bireycilik, ekonomik liberalizm gibi süreçleri de ilave edebiliriz.

Batı Uygarlığı, yükselişe geçtiği tarihten itibaren, sahip olduğu örgütlenme yeteneği ve etkili propaganda faaliyetleriyle, Batılı olmayan dünyaya yönelik olarak çok yönlü keşif yolculukları yaptı ve bu dünyanın bütün kaynaklarını tespit ederek, önce kültürel fetihler gerçekleştirmeye çalıştı. Bütün keşif girişimleri, faaliyetleri ve yolculukları Batılı olmayan dünyanın batılılaştırılması/sömürgeleştirilmesi amacı taşıyordu. Kısaca, batılılaşmaya maruz kalmak demek, emperyalizme maruz kalmak demekti.

Batılılaştırma, sömürgeleştirme politikaları, Batı'nın dünya siyaseti içerisinde kendi siyasetini etkili ve belirleyici kılması, dünya ekonomisi içerisinde kendi ekonomisini etkili kılması, dünya kültürü içerisinde kendi kültürünü üstün kılması gibi temel ilkeler içeriyordu. Batı, özellikle modern zamanlar boyunca ideolojik ve ırkçı bir kavram olarak gündemdedir. Batılılaşma da, insanlık dışı bir egemenlik biçiminin, sömürgeci bir projenin adıdır. Bu projenin bir parçası da misyonerlik olarak ortaya çıkmıştır.

Teknik, bürokratik, endüstriyel Batı kültürü, bütün toplumlara mekanik bir hayat tarzı dayatıyor, tek boyutlu bir insanı temsil eden Batı kültürü, insani dünyaları, anlamları, hassasiyetleri erdemleri yok sayıyor. Bu kültürde bilgi değerden bağımsızlaşıyor. Bu kültürde, indirgemeci ve dışlayıcı bir kimlik anlayışı temsil ediliyor. Bu kültür, tekelci ve etnosanatrik bir uygarlık anlayışını temsil ettiği için, farklı kültürlerle, uygarlıklarla ilişki-etkileşim kurma ihtiyacı duymuyor.

Sömürgeci düşünce ve yayılma 1492 yılından beri, Batılı olmayan toplumları, baskı altında tutuyor. Avrupa bu tarihten itibaren meşru ya da gayri meşru bütün yol ve yöntemleri kullanarak dünyaya açılmıştır. Sömürgeci düşünce için, zihinlerin kontrol ve işgal edilmesi, pazarların kontrol ve işgal edilmesinden daha önemli sayılmıştır. Bilginin ve enformasyonun kontrol edilmesiyle birlikte sömürü, emperyal bir mahiyet kazanmıştır. Tepeden inmeci bir batılılaşma ve bu batılılaşma adına yürütülen toplumsal mühendislik yoluyla zihinleri işgal edilen birey ve toplumlar, kendi inançlarına, kendi kültür ve uygarlık değerlerine yabancılaştırıldılar, kendi kültür ve uygarlık iklimlerinden uzaklaştırıldılar.

Batı'da gerçekleşen endüstriyel devrimlerle birlikte her alanda yapısal dönüşümler yaşandı, bu dönüşümlerin bütün toplumlarda değişik düzlemlerde etkileri oldu. Bu etkiler her toplumda ilerleme düşüncesinin gündeme alınması sonucunu doğurdu. İlerleme düşüncesi, yeni bir iktidar, yeni bir tahakküm, yeni bir sömürü biçimi olarak hayata geçti. Modernleşme, endüstriyelcilik ve tüketimcilik çok yoğun bir materyalizm olarak gündelik hayata girdi. Bireycilik, sekülerleşme ve rasyonalizm, bütün ahlaki bağların, ilgilerin, dayanışmaların sınırsız bir biçimde çözülmesiyle sonuçlandı.

İslam toplumlarında, batılılaşma Batı kültürünün yüzeysel-biçimsel tezahürlerini almak şeklinde ifadesini buldu. Batılılaşma daha çok niceliksel etkiler doğurmuştur, nitelikli değil. Bu nedenledir ki, batılılaşmaya maruz kalan toplumlarda büyük bir kültürsüzleşme, tarihsizleşme, bayağılaşma yaşanmıştır, yaşanmaktadır. Her türlü taklitçilik, kültür ve uygarlık mirasımızın yoksullaştırılmasına neden olmuştur. Taklitçilikle birlikte bütünlükler, kuşatıcılıklar, derinlikler ve nitelikler kaybedilmiştir. Taklitçilikle birlikte duygusuz ve bilinçsiz akıllar, akılsız ve bilinçsiz duygular harekete geçmiştir.

Batılılaşma ile birlikte toplumlarımıza nüfuz eden, yararcılığa indirgenmiş bir akılcılık, parayı amaç haline getiren kapitalizm, ideolojik bir savaş aracı haline getirilen laiklik, toplumlarımızı/insanımızı ruhsuzlaştırmış, insani-ahlaki çerçevesi ve temelleri olan ilişkiler yararcılık hesaplarına dayalı ilişkilere dönüşmüştür. İnsani-ahlaki niteliklerini yitiren ve teknikleşen bir dünya, kültürel ve fiziksel bir soykırım üretme noktasına gelmiştir. İnsani-ahlaki iklim bütünüyle dejenere olmuştur. Böyle bir ortamda, bütün kötülükler, felaketler sıradanlaştığı için, bütün bunlardan hiç kimse rahatsız olmamaya başlamıştır. Hazcı bencillikler, insani içeriği olmayan ilerleme-kalkınma düşüncesi bütün toplumlarda haksızlıklara, adaletsizliklere ve eşitsizliklere neden olmuştur. İslam toplumlarında batılılaşma yönünde tercih yapmak, kültürel ve siyasal sömürge olmayı kabul etmek anlamına gelmiştir.

1838'de Gülhane Hatt-ı Hümayun'u ile başlayan batılılaşma hareketleri, kendisini tehdit altında hisseden Osmanlı İmparatorluğu'nun, yeniden inşa ihtiyacına cevap vermek üzere tasarlanmıştı. Bu amaçla askeri alanda, eğitim alanında, hukuki alanda reformlar yapıldı. Batılı anlamda, laik anlamda bir eğitim anlayışı benimsendi. Sözü geçen alanlardaki reformlar Avrupa'dan getirtilen konu ile ilgili uzmanlar tarafından biçimlendirildi. Cumhuriyet Türkiyesi'nde batılılaşma konusundaki girişimler, Ziya Gökalp'in düşünceleri doğrultusunda; İslamcılık ve Osmanlıcılık gibi, evrenselci niteliği olan ana akımların bütünüyle tasfiyesi ile birlikte yeni bir boyut kazandı. İslami etkinin, Osmanlı etkisinin yok edilebilmesi için, Ziya Gökalp'e göre, İslamiyet öncesi Türk kültürüne dönmek gerekir. Bu süreç zarfında, İslam'ın kişisel bir inanca dönüştürülmesi amaçlanmıştır. Türkiye, 1922 yılından beri zihniyet olarak aynı noktada bulunuyor. Batı uygarlığının dış göstergeleri saplantılı bir bağnazlıkla savunuluyor. Kendisi olmayı terk etmiş, batılı olmayı da başaramamış bir ülke olarak, Türkiye kadar hazin bir noktada bulunan bir başka ülke yoktur. Batılılaşma yönündeki tercihi ile birlikte, Türkiye'de siyaset her zaman ideolojik baskı altında tutulmuştur. Bugün de ancak ideolojik çerçeveler, baskılar, yönlendirmeler altında siyaset yapılabilmektedir. Batılılaşma yönündeki tercihiyle birlikte Türkiye, stratejik bir belirsizlik, stratejik bir kararsızlık, stratejik bir tutarsızlık içerisindedir. Batılılaşma yönünde tercih yaptığı tarihten itibaren Türkiye, hiçbir alanda, hiçbir olayla ilgili olarak yabancı belirleyiciler olmadan bağımsız bir tavır geliştirememiştir.

Tepeden inme yöntemlerle, baskılarla ve maço bir söylemle toplumların, halkların ruhu değiştirilemiyor. Cumhuriyet Türkiyesi'nin ilk ve en kapsamlı girişimi, İslam'ı dünyevi alandan bütünüyle uzaklaştırmak olmuştur. Bunun için benzeri görülmemiş baskıcı, otoriter bir laiklik anlayışı geliştirilmiştir.

Batı'nın her alanda tek model olarak dayatılması, tarihi bir sapmanın ve tarihi bir aşırılığın adıdır. Modernleşme hareketleri ile birlikte ırkçılıklar tırmanışa geçmiştir. Çok kibirli iddialarına rağmen aydınlanma ideolojileri, ırkçılıklar konusunda engelleyici çerçeveler geliştirememiştir. Batılılaşma, modernleşme süreçleri içerisinde, her ötekilik ideolojik olarak icat edilmiştir, her ötekilik tehlikeli olarak algılanmıştır. Tahakküm ihtirasları, uygarlaştırma görevi olarak adlandırılmıştır.

Türkiye'de etnik homojonleştirme Cumhuriyet tarihi boyunca devletin resmi politikası olmuştur. Hegemonyacı bir kültür farklılıkları bastırmaya çalışmıştır. Her alanda Batılı hukuki çerçevelere maruz bırakılan toplumumuza bir diğer yandan da milliyetçilik dayatılmıştır. İlginçtir, bugün de süreç, Batılı olmakla, milli olmak yönünde çok çelişkili bir düzlemde varlığını sürdürmektedir. Cumhuriyet tarihi boyunca ne gerçek anlamda batılılaşma, ne de gerçek anlamda millileşme gerçekleştirilememiştir. Kurulu düzen, açmazları çoğaltan bir düzendir. Kurul düzen, İslami etkilerin, tercihlerin, kimliğin ve hassasiyetlerin aşılabilmesi için, Batılı kavram ve kurumları mutlaklaştırmıştır. İslami sözcüklerimiz, kavram ve kurumlarımız hayatımızdan çıkarılmıştır. Kültürel işgal önce kavram ve kurumlarımızı yok etmiş, kültür ve uygarlığımızı anlamsızlaştırmıştır. Bugün de, toplumlarımızda egemen kavramların barbarlığı sürmektedir. Batılılaşma adına, Müslümanların İslami kimliklerini, kültürel, siyasal kimliklerini yok etmek üzere tasarlanan ideolojik savaş bugün bütün hızıyla sürüyor. Modern tarihin saldırıları, sömürgeci güdüler, ideolojik güdülenmeler yoğunluklarını koruyor. Bugünün dünyasında farklılık ayrı olmak anlamına gelebiliyor. Hayatımızın her safhasında tekelci bakış açılarının, dışlayıcı bakış açılarının ve bencilliklerin bayağılığı ile karşılaşıyoruz.

İslam Dünyası toplumlarında, ideolojik seçkinlerin toplumlarımızın tercihleriyle, hassasiyetleriyle hiçbir ortak yanları yoktur. Kendilerini İslam ve Osmanlı karşıtı olarak konumlandıran seçkinlerin tavırları hiçbir zaman değişmemiştir; seçkinler, her şeyi halkın-toplumun tercih ve hassasiyetlerine rağmen savunabilmişlerdir.

İdeolojik seçkinler, İslam'ın bütün etkilerinin ortadan kaldırılması için bugün de mücadelelerini sürdürüyor. İslam'ın kökten dışlanması için, topluma sürekli olarak, mutlak bir yöneliş adına, batılılaşma, akılcılık ve çağdaşlık gibi sorunlu kavramlar telkin edilmektedir. Kökten laikleştirme ve İslam karşıtı tutum bir hezeyan halini almıştır.

Modernlik, çağdaşlık, batılılaşma, teknik akılcılık, her konuda kirlilik üretiyor. Maddesel hırslar, ihtiraslar insanlığın yok oluşunu hazırlıyor. Devasa yalanlarla sürdürülen batılılaşma ve çağdaşlaşma toplumlarımızın ruhsal anlamda kötürümleşmesine neden oluyor. Ailenin kollayıcı, koruyucu etkisi/otoritesi sarsılıyor. Ailenin ahlaki yön veren etkisi kayboluyor. Bugünün insanının iç dünyası yok edilmiştir. Bilimin aşırı, kibirli iddiaları, maddesel hırsları kontrol edemiyor. Irkçılıkların, bencilliklerin, benmerkezciliklerin neden olduğu kötülükler artıyor, çevre kirlenmesinin, nükleer ve biyokimyasal silahların, iklim değişikliklerinin neden olduğu felaketler büyüyor. Petrol baronlarının çıkarları için ülkeler işgal ediliyor, katliamlar yapılıyor. Cinsel özgürlük adına utanç verici her şey ve hayasızlık sıradanlaşıyor; hayasızlık, iffetsizlik batılılaşma adına, modernlik adına savunulabiliyor. Hayasızlık, iffetsizlik hiçbir şekilde hoş görülemez. Hayasızlığın, iffetsizliğin özgürlükle bir ilişkisi olamaz. İnsan, manevi, ahlaki yanıyla saygınlık kazanır. İnsan, hayvani yanını öne çıkardığında her türlü saygınlığını kaybeder. Yalnızca hayvanlar fiziksel organlarını teşhir etmekten utanmazlar. Edep ve haya büyük bir medeniyet ölçüsüdür. İnsanın insanlığa yaraşır bir hayat kurması için, insanın evrensel fıtrata özgü değerleri temsil etmesi gerekir. Uyuşturucu kullanma özgürlüğü diye bir özgürlük olamaz, şiddet özgürlüğü, fuhuş özgürlüğü, alkolizm özgürlüğü olamaz. Bugün, duyuları ve bilinci uyuşturan ve muhakeme etme yetisini yok eden görsel şiddet, batılı bir moda olarak büyük bir salgın gibi yayılmaktadır. Batılılaşma adına mitik söylemlerle, ideolojik söylemlerle İslam'ın saygınlığını yok etmeye yönelik çok yönlü kampanyalar gerçekleştirilmektedir.

Kültürel kimliklerini, özelliklerini, niteliklerini yitiren bireyler ve toplumlar, başka kültürler tarafından kolaylıkla ilhak edilebiliyor. Batılı olmayan toplumlarda, batılılaşma bir uygarlaşma misyonu olarak algılanabiliyor. Müslüman toplumlar, batılı gibi olma yolunda çok yönlü olarak sürekli baskılanıyor. Modern zamanlar boyunca, Batılı olmayan kültürler, batılılar tarafından aşağılandı. Batılılaşma baskısına maruz kaldıkları için, kendi gerçekliklerinden kopan toplumlar-kültürler, hiçbir şekilde ve hiçbir anlamda hayatiyet sahibi olamadılar. Bugün her toplumda maalesef yalnızca Avrupa'ya özgü olgular genelliştiriyor. Tepeden inmeci düşüncelerle, klişelerle, kavramlarla terörize edilebiliyoruz. Modern kavramlar, kimi ırkların, kimi ulusların, kimi ideolojilerin çıkarlarını korumaya yönelik işlevler taşıyor. İnsan fıtratının, ruhunun, tabiatının; ulusal, ırksal, toplumsal sınırları aşan, evrensel anlamları kuşatan bir mahiyet taşıdığını bilmek gerekiyor. Her tür bencillik ve benmerkezcilik insanları, toplumları sefil bir hayata mahkum ediyor. Benmerkezcilikler aşılmadığı taktirde erdemli ilişkiler geliştirilemeyeceği gibi, erdemli toplumlar da oluşturulamaz. Maddi-teknik-endüstriyel Batı uygarlığı, insani erdemleri esas alan bir toplum kuramaz.

Güçlü ve etkili olan, güçsüz ve etkisiz olanı  kuşatıyor, etkisi altına alıyor, yönetiyor ve yönlendiriyor. Güçsüz, güçlüye öykünüyor ve onu taklit ediyor. Avro-Amerikan etkiler ve kısıtlamalar altındaki toplumlar bir türlü bağımsız siyasal tercihler yapamıyor. Sağlıklı ve tutarlı bir çözümleme yapabilmek için Doğu-Batı etiketlerini mutlaklaştırmamak gerekiyor. Batılılar kendi kültürlerini tek ve eşsiz telakki ettikleri için; bu konuda aşırı bir narsisizm içerisinde bulundukları için; aşırı bir kibir içerisinde bulundukları için; Doğu'yu nesneleştirmeye çalışıyor. Batılıların, Doğu'ya yönelik ideolojik ve önyargılı yaklaşımları sorunları derinleştiriyor. Hemen her dönemde olduğu gibi, bugün de ideolojik saplantılar, aşırılıklar, uluslararası anlayışı geliştirme çabaları önünde büyük bir engel teşkil ediyor. İdeolojik aşırılıklar haksızlık duygularına neden oluyor, haksızlık duyguları da bütün dünyada infial ve nefret duygularına yol açıyor. Şiddetin nedenlerini anlayabilmek için, küresel zorbalığı izlemek gerekiyor. Askeri, ekonomik ve siyasal egemenlik tutkusu Batı'yı barbarlaştırıyor.

Batı'nın, Doğu ile olan ilişkilerinde belirleyici olan temel unsur, etnosantrizme dayalı Batı'lı yanılsamalardır. Doğu-batı kavramları günümüzde coğrafi kavramlar olarak değil, ideolojik kavramlar olarak kullanılıyor. Doğu ile Batı'nın dünyayı farklı bir şekilde algıladıkları ve deneyimledikleri bir gerçek. Batı yalnızca formel mantığı temsil ediyor, tek boyutlu bir hayat/dünya anlayışını temsil ediyor. Doğuluların ilgileri daha çok insani alana ilişkin iken, Batı'nın ilgileri daha çok nesnelere yöneliktir. Doğu, tecrübeye dayalı gerçekliği temsil ederken, Batı deneye dayalı gerçekliği temsil ediyor. Batı bugün içerisinde yaşadığımız süreçleri Haçlıların rövanşı olarak görüyor. Kültürel tekbenciliğin egemen olduğu bir dünya, bu katı tavrı sebebiyle her türlü gerçek diyaloga kapalı bulunuyor. Batı, İslam dünyasına yönelik olarak sorgulayıcı bir dil kullanıyor. Batı'ya özgü hiçbir kavram ve kurum kesinlikle sorgulanamıyor.

Günümüz dünyasında bütün haber-enformasyon endüstrileri ideolojik olarak denetim altında bulunuyor. Hemen her konu, küresel irade tarafından ustalıkla manipüle edilebiliyor. Bu nedenle, hemen her yolla batılılaşma ebedileştirilmeye çalışılıyor, batılı kavram ve kurumlar militanlaştırılıyor. Bugünün dünyasında gerçek egemenlik enformasyonun egemenliği olduğu için, kamuoyu her konuda bir tüketim nesnesi gibi istenilen doğrultuda üretiliyor. Bütün kavramlar, ideolojik sömürü adına, gerçek anlamlarından çok uzak bir bağlamda tüketilebiliyor. İdeolojik saplantılar nedeniyle, Batı ile İslam dünyası arasında gerçek anlamda bir ilişki yok; uygarlıklar ve kültürler arasında gerçek anlamda bir ilişki yok. Batı, ötekileştirdiği, nesneleştirdiği İslam toplumlarının dini ve kültürel referanslarını anlamak için, düşünce sisteminin mantığını anlamak için bir çaba göstermiyor, böyle bir çabaya ihtiyaç duymuyor. Halen, daha çok kültürel planda sürdürülen Haçlı Seferleri, ideolojik ve ırkçı kavramlarla sürdürülüyor.

Bugünün tarihi ideolojik bir boyut ve içerik kazandığı için, ideolojik dışlamayı esas alıyor. İdeolojik dışlama ise çatışmaları ve karşıtlıkları derinleştiriyor. İdeolojik dışlama farklılıkları anlama yolundaki girişimleri yok ediyor. Her durumda, Batı'yı mutlaklaştırmak üzere, keyfi kurgular, mitsel kurgular imal ediliyor. Batı kültürü, kavram ve kurumları mutlaklaştırılınca; Batı dışı kültürlerin, kavram ve kurumların hiçbir değeri ve önemi kalmıyor. Bugün, Batılı kimliği mitsel bir kimlik haline getirilmiştir. Avrupalılar, her dönemde kendilerini "seçilmiş ırk" olarak gördüler. Batılılaşmanın etkisini sürdürdüğü bir çağda yaşadığımız için, bu çağda her türlü safsataya kolaylıkla inanılabiliyor. Bu çağda, hemen her gün yeni bir pagan kültü ve yeni idoller piyasaya çıkabiliyor. Her türlü başıboşluk, her türlü sorumsuzluk, her türlü müptezellik özgürlük anlamına geliyor. Postmodern birey neye inanacağını bilemediği gibi, neye inanmayacağını da bilmiyor. Din'den, ahlaktan bağımsız postmodern akıl, hiçbir bağnazlığı, hiçbir barbarlığı önleyemiyor. Araçsal akılcılık, insani varoluşu tek boyuta indirgediği için, insan büyük ölçüde kısıtlanıyor.

Doğu-batı kavramları insanlığı kamplara bölmeyi amaçlayan ayrımcı kavramlar olarak kullanılıyor. Oryantalizmin, Doğu'yu sömürgeleştirmek üzere siyasal olarak programlanmış bir hareket olduğunu biliyoruz. Postmodern dünyada insani ilişkilerde nitelik yok oluyor. Bugünün kültür ve uygarlığı fiziksel dünyaya hitap ediyor. Dünyevi güç ve zenginlik fosilleştirici etkiler oluşturuyor. Etobur bir erotik kültür, cinsel belirsizlikleri doğuruyor. Kadınlara özgü nitelikler belirsizleştiği gibi, erkeklere özgü nitelikler de belirsizleşiyor.

İslam Dünyası bir bunalım döneminde batılılaşmaya maruz kaldı. Bu bunalım, İslami düşünce hayatının modernliğe tutarlı, bütüncül, kuşatıcı bir yanıt vermesiyle aşılabilirdi. Tarihten dışlanan bir düşünce ve siyaset, ancak inzivada varlığını sürdürebiliyor. İnziva-riyazet ilgisi ve kültürü, mistik heyecanlar ve coşkularla sınırlı bir dini hayat, modern saldırılara yanıt veremedi. Bugün de, biz Müslümanların en büyük sorunumuz evrensel bir İslami çerçeve, evrensel bir referans sistemi oluşturamamaktır.

Güçsüzleştirilen kültürlerin, güçlü kültürlerin etki alanına girmesi ve orada değişime uğraması kaçınılmaz bir durumdur. Varoluş alanına çıkmak, gereği gibi varolmak için, kendi zamanımızı etkilememiz, kendi zamanımıza kendi renklerimizi kazandırmamız gerekir. Kendi zamanında yaşayamayan bir düşünce kendi zamanını etkileyemez. İslam Ümmetinin siyasal varoluşu ve etkisi, düşünsel-entelektüel varoluş ve etkisini gerçek kılmasıyla mümkün olabilir. Siyasal etki, entelektüel, düşünsel etki ile birlikte sağlanabilir. Tarihten ders almak için, yanlışları tekrar etmemek gerekir. Yeni koşullar, yeni sorunlar, yeni çözümler ve yeni yaklaşımlar ister.

Batılılaşma bütün toplumlarda olduğu gibi, toplumumuzda da, toplumsal pratiklerin laikleşmesi şeklinde somutlaştı. Batılılaştırılmış toplumlarda bütün ilişki biçimleri, bütün tercihler dünyasallaştırıldı. Batılılaşan toplumlarda kültür ve uygarlık değerlerini yok eden süreçler yaşandığı gibi, çözülme, çatışma, bunalım ve belirsizlik süreçleri de yaşandı. Batılılaşmanın kültürel anlamda köksüzleştirici, kitleselleştirici etkileri oldu. Kültürsüzleştirici, kimliksizleştirici, soysuzlaştırıcı, batılılaşma serüveni karşısında bugün bireyler ve toplumlar bir yanda güçlü aidiyet duyguları arıyor, bir diğer yanda tepkici ve dışlayıcı milliyetçiliklere başvuruyor. Postmodern dünya, hayatın her alanında nihilist oluşumlara neden oluyor. Her yerde ideolojik hezeyanlarla karşılaşıyoruz. Mekanikçi bir rasyonalizm, iktisadi aklı ve piyasa söylemini mutlaklaştırıyor.

Batı kültürü emperyal  bir kibir içerisindedir. Bu kibir sebebiyle Batı, öteki'ne karşı duyarsızdır, ilgisizdir, kayıtsızdır. Olaylara ve sorunlara pozitivist akılla yaklaşan Batı, endüstriyel alanda başarılı olduğu halde toplumsal sorunlar konusunda büyük bir başarısızlığa mahkum olmuştur. Pozitivist akıl ve mantık, şeylerin özü ile değil, görünüşleriyle ilgileniyor, dünyayı yalnızca dışsal dünya ile sınırlandırıyor.

Tarih yalnızca olayları kaydetmek değildir.

Tarih olayların nedenlerini anlamaya çalışmak olduğu gibi, sonuçlarını da değerlendirmek ve sorgulamak durumundadır. Kes-yapıştır tarzı bir tarih anlayışıyla tarihin ruhu kavranamaz. Tarihsel olaylara, gelişmelere karşı tarafsız olamayız, tarih karşısında bir tavrımız olmalıdır. Maddeci bir çerçevesi olan her batılılaşma hareketi, etkili olduğu toplumları ruhsuzlaştırıyor, yozlaştırıyor ve yabancılaştırıyor, kuralsızlaştırıyor, hissizleştiriyor. Günümüzde, Batı, İslam Dünyası karşısında emperyal ihtiraslar ve jakoben hayaller içerisindedir. Avrupa ölçütlerine uymadığı düşünülen ülkeler siyasal abluka altına alınmaktadır, bu tür ülkelere karşı siyasal savaş sürdürülmektedir. İslam Dünyası ile olan ilişkilerinde Batı, gerçek kavramlara başvurmuyor, bütün yaklaşımlar ideolojik bir temelde gerçekleşiyor. Tarih, olaylar, gelişmeler, ideolojik amaçlar doğrultusunda saptırılıyor.

Batı, hangi alanda olursa olsun geliştirdiği bütün çerçeveleri bütün dünya için geçerli sayabiliyor. Batılı çerçevelerden bağımsız tercihler yapmak çok ağır bedeller ödemek anlamına geliyor. Pragmacılığı seçen batılı düşünce, bu seçimi sebebiyle bugün büyük ölçüde teknikleşmiştir. Batılılaşma çok yönlü bir tahakküm biçiminin adıdır. Küreselleşme, batılılaşmanın en yeni aşaması olarak değerlendirilmelidir. Bugün, İslam Dünyası toplumlarında sömürgeci ideolojik savaş yerli seçkinler aracılığıyla sürdürülüyor. Yerli seçkinler tarafından sürdürülen ideolojik savaş toplumlarımızın hayatını her alanda yoksullaştırıyor.

Batılı zihinsel çerçeve, daha çok ilerleme düşüncesiyle tanımlanabilir. İlerleme düşüncesi, bütün toplumlarda geleneksel yapıların, düşüncelerin, kavramların ve hayat tarzlarının bir belirsizlik içerisine girmesi sonucunu doğurmuştur. Bugün, İslam toplumlarının en önemli sorunu, batılılaşma sorunudur. Batılılaşma toplumlarımızda psikolojik bir yenilginin, kültürel bir yenilginin yansıması olarak varlığını sürdürüyor. "Az gelişmiş" olarak etiketlenen, aşağılanan ülkeler, bugün hala batılılaşmayı tek mümkün yol olarak görebiliyor.

İslam toplumları, entelektüel durgunluk, geri çekilme ve gerileme nedeniyle, karşı karşıya bulunduğu meydan okumalara kendine özgü yaklaşımlarla bütüncül cevaplar veremedi. Evrensellik yeteneği ve ufku olan İslam düşünce, kültür hayatı içe kapanınca, kapalı bir kültüre dönüştü. Hangi konuda olursa olsun edilgen, alıcı konumda bulunmak, toplumlarımızı, düşünsel, kültürel, entelektüel, bilimsel alanda atalete ve meskenete sevk etmiştir, sevk etmektedir. Bu durum, zihinsel bir deformasyona neden olmaktadır.

Teknik tarafından kuşatılan dünya, dünyanın teknikleşmesi, dünyayı ölçülebilir ve sayılabilir bir dünya haline getirdi. Batılılaşan toplumlar yalnızca hesap yapan bir düşünceye yöneldiler. Yalnızca hesap yapan düşüncenin insanı/toplumu düşüncesizleştirebileceğini/ruhsuzlaştırabileceğini öngöremediler. Pozitivist bir içerik ve pozitivist bir ufukla sınırlı her batılılaşma girişimi tek boyutlu bir düşünce biçimi doğurdu. Batılılaşma her toplumda modern ve laik efsanelerin, hurafelerin baskısı altında sürdürüldü.

Toplumlar/halklar, her alanda gerçekleştirdikleri bağımsız etkinliklerle, çabalarla, eylemlerle, mücadelelerle tarihe girerler. Etkinleri, eylemleri, mücadeleleri olmayan  toplumların/halkların tarihi de olamaz.

Kendi hayatlarını, kendi toplumlarını, kendi inanç ve düşünceleri doğrultusunda oluşturamayan/biçimlendiremeyen toplumlar, egemen tarihin nesnesi olmaya mahkum olur.

Varoluşumuzu kendi eylemlerimiz, etkinliklerimiz ve mücadelelerimizle kanıtlamalı; kendi hayatımızı, kendi inançlarımızla biçimlendirme güç ve iradesinin farkına varmalıyız.

Kaynak: İktibas Dergisi

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !