Hz. Peygamber, 900 Yahudi`nin öldürülmesi emrini vermiş miydi?
Hz. Peygamber`in, Müslümanlarla olan anlaşmalarına aykırı davranıp Ahzab Savaşı sırasında İslam devletine ihanet ettikleri gerekçesiyle Beni Kurayza Yahudilerinin yetişkin erkeklerinin öldürülmesi kararı verdiği iddiası doğru mu? Bu iddia gerçek mi, yoksa bir Yahudi iftirası mı?
Nida Dergisi, büyük bir ilmî hizmete imza atarak, tozlu raflarda unutulmaya terk edilmiş önemli bir makaleyi gün yüzüne çıkarıp okuyucusuyla paylaştı. Miladi 1976 yılında Birleşik Krallık ve İrlanda’nın Asyalı Kraliyet Toplumu Dergisi'inde yayınlanmış olan W. N. Arafat imzalı "Peygamber (Hz.) Muhammed 900 Yahudi’nin Öldürülmesi Emrini Vermiş miydi?" başlıklı bu önemli çalışmnayı okuyucularımızın dikkatlerine sunuyoruz:
Peygamber (Hz.) Muhammed 900 Yahudi’nin Öldürülmesi Emrini Vermiş miydi?
W. N. Arafat
İslam’ın doğuşunda, Yesrib’te (daha sonra Medine olarak geçecektir) üç Yahudi kabilesi ve bunların yanında daha kuzeyde Hayber ve Fedek’te yerleşmiş diğer Yahudi kabileleri vardı. İlk başta, Peygamber Muhammed, kutsal dinin takipçileri olarak Yesribli Yahudilerin’in, bu yeni ve ‘tek tanrılı’ din olan İslam’ı anlayışla karşılayacaklarını ümit ediyordu. Fakat bu kabileler, İslam’ın kesin olarak kök saldığını ve güç kazandığını fark ettiklerinde, düşmanca bir tavır takındılar. Bu mücadelenin nihai sonucu, Yahudi topluluklarının Arabistan topraklarında ortadan kaybolmaları olmuştur.
Tarihçilerin [Hz.] Peygamberin hayatı ile ilgili yazdıkları eserlerde, Beni Kaynuka’nın1 ve sonrasında Beni Nadir’in2 müslümanları tahrik ettiklerini, bunun sonrasında muhasara altına alındıklarını, teslim olduklarını ve tüm taşınabilir varlıkları ile birlikte şehirden uzaklaşmayı kabul ettiklerini belirtmektedirler. Daha sonra, Hayber3 ve Fedek4 boşaltılmıştır. İbni İshak’ın Siret’ine5 göre:
Yahudi kabilelerinden üçüncüsü olan Beni Kurayza, İslam’ı yok etmek üzere Medine’ye başarısız bir saldırıda bulunan Kureyşlilerin ve müttefiklerinin tarafını tutmuştur. İslam’a karşı yapılan bu en ciddi saldırı başarısızlıkla sonuçlanmış ve sonrasında Beni Kurayza Peygamber tarafından kuşatma altına alınmıştır. Beni Nadir gibi, Beni Kurayza teslim olduklarında, Beni Nadir’den farklı olarak, kendi müttefiklerinden Evs kabilesinin bir üyesi olan Sa‘d b. Mu‘az’ın hakemliğine başvurmuşlardır. Sa‘d, yetişkin erkeklerin öldürülmesi, kadınların ve çocukların köle olarak sahiplenilmesi kararını vermiştir. Bunun sonucunda, Medine’nin pazar yerinde hendekler kazılmış, Kurayza’nın adamları gruplar halinde getirilmiş ve boyunları vurulmuştur.6 Öldürülen kişi sayısı hakkındaki rivayetler 400 ila 900 arasında değişmektedir.
Bu rivayet incelendiğinde, rivayetin ayrıntıları itirazlara mahal verecek nitelikte görülmektedir. Öncelikle, 600, 800 ya da 9007 kadar Beni Kurayza’lının merhametsizce katledildiği iddiası doğru değildir. Bu sonradan ortaya atılmış bir iddiadır ve ana kaynağını Yahudi rivayetleri oluşturmaktadır. Nitekim erken Yahudi tarihinde, detayların kaynakları, şaşırtıcı bir netlikle elde edilebilir.
Bu hususla ilgili Arap kaynakları incelenecek ve Yahudi haber kaynakları hakkında da değerlendirmede bulunulacaktır. Ayrıntıların güvenirliği değerlendirilecek ve ilk dönem Yahudi tarihinde prototip örnekler belirlenecektir.
Bu konuda en detaylı bilgiyi içeren en eski kaynak İbni İshak’ın Sîreti’dir. Bu eser ayrıca en kapsamlı ve en çok alıntı yapılan bir eserdir. Daha sonraki dönemlerde, tarihçiler ondan yararlanmışlar ve çoğu durumda ona güvenmişlerdir.8 Fakat İbni İshak hicretten sonra 151 yılında, yani bahis konusu olayın gerçekleştiği tarihten 145 yıl sonra vefat etmiştir. Ondan sonra gelen tarihçiler, olayı onun anlattığı şekilde almışlar, az veya çok ayrıntıları ihmal etmişler ve onun belirsiz raviler listesini gözden kaçırmışlardır. Onlar, genellikle olayı kısaltmışlar ve olay kayda değer başka bir görüntü vermiştir. Çoğu durumda da, rivayet eden bu şahısların olaya ilgileri bununla sınırlı olmuştur. Bazıları, gerçekten ikna olmadıklarını belirtmiş, bununla birlikte daha fazla zahmete girmeyi göze almamışlardır. Nitekim otoritelerden biri olan İbni Hacer, bu olaya karşı çıkmış ve diğer ilgili olayları “garip/acayip olaylar” olarak görmüştür.9 İbni İshak’ın çağdaşlarından ve fıkıh alimi olan Mâlik,10 İbni İshak’ı bir “yalancı”11 olarak açıkça suçlamış ve bu tip hikayeleri aktardığı için “deccal”12 olarak nitelendirmiştir.
Peygamberin siretini yazan tarihçi ve yazarların, “hadisciler”in sıkı kurallarını uygulamadığı hatırlanmalıdır. Bunlar her zaman, her biri güvenilir olarak doğrulanan bir raviler zinciri vermezler. Biyografik ayrıntılara ve İslam’ın ilk yıllarında yaşanan olaylara yaklaşım tarzı, Peygamberin hadislerine ya da fıkıh ilmine olan yaklaşımdan daha az titizdir. Gerçekten, Medine’nin kuşatılması ve Beni Kurayza’nın düşmesi olayları, İbni İshak tarafından, içinde Kurayza Yahudileri soyundan gelen Müslüman şahısların da yer aldığı bir gurup ravinin aktardığı bilgilerden derlenmiştir.
Oysa, bu geç dönem ve kesin olmayan kaynaklar yerine, olaylarla eşzamanlı ve tümüyle sahih bir kaynak olan Kur’an yer almalıdır. Ahzab Suresi’nin 26. ayetinde, anılan olaya çok kısa bir atıf var:
"Allah kitap ehlinden olup müşriklere yardım edenleri kalelerinden indirdi ve kalplerine büyük bir korku saldı. Siz onların bir kısmını [ferîqan] öldürüyor, bir kısmını da esir ediyordunuz”.
Ayette –görüldüğü üzere– öldürülenlerin sayısıyla ilgili herhangi bir bilgi yoktur.
İbni İshak, Medine’nin kuşatılması ile ilgili bölüme başlarken kaynaklarını vermektedir. Bunlar, Zabir [b. Bâtâ] ailesinin bir andlaşmalı üyesi [“mevlâ”] ve “şaibeli görülmeyen” [“men lâ uttuhime”] diğerleridir. Bu şahıslar rivayetin çeşitli kısımlarını Abdullah b. Ka‘b b. Malik, Zuhrî, Âsım b. Ömer b. Katade, Abdullah b. Ebi Bekir, Muhammed b. Ka‘b “ve diğer bir kısım ilim adamlarımızdan” [“ve ğayruhum min ‘ulemâinâ”] rivayet etmişlerdir. Bu ravilerden her biri rivayete katkıda bulunmuş, böylece İbni İshak’ın versiyonu bütün bu rivayetlerin bir kolleksiyonunu oluşturmuştur. Sonraki aşamalarda, İbni İshak, Kurayza soyundan gelen başka birisinden, canı bağışlanmış olan Atiyye13 isimli birisinden dolaylı, ve rivayette adı geçen Kurazya’nın önde gelen üyelerinden biri olan Zebir b. Bâtâ’dan doğrudan alıntı yapmıştır.
Rivayet, Yahudi liderlerin düşmanca bir ittifak oluşturmak üzere Müslümanlara karşı organize olmalarını anlatmaktadır. Anılan liderlerden üçü Beni Nadîr, ikisi diğer bir Yahudi kabilesi olan Vâil arasında yer almaktadır. Bunlar, başta Kureyş olmak üzere; Ğatafan, Murre, Fezâre, Süleym ve Eşca‘ kabilelerini [Müslümanlara karşı] silahlanmaya ikna etmişlerdir. Beni Nadir liderlerinden biri olan Huyey b. Ahtab, böylesine bir muhasara gücü oluşturarak, hâlâ Medine’de bulunan üçüncü Yahudi kabilesi Beni Kurayza’yı zorlamış ve liderleri Kab b. Esed’in isabetli kararının aksine, Müslümanların müttefik taarruz güçlerinin karşısında duramayacakları şeklinde ümitlendirerek, onları Peygamber’e sadakatlerini bozmaya zorlamıştır. Böylece Kurayza ve diğer Yahudiler tekrar bağımsızlıklarını elde edebileceklerdi. Fakat Medine’nin muhasarası başarısızlıkla sonuçlanmış ve Yahudi kabileler [Müslümanlara karşı] tüm bu operasyonlarda yer almış olmalarının sıkıntısına maruz kalmışlardır.
Alimlerin ve tarihçilerin, hikayenin İbni İshak versiyonuna yaklaşımları, ya tereddütler karışmış bir kabullenme, ya da en azından iki önemli vak’ada görüldüğü gibi yargılama ve açık bir şekilde red olmuştur.
Kabullenici tutum; Peygamberin sireti ve gazveleriyle ilgili rivayetlerin sonraki nesillerce alınırken gerekli hassasiyetin gösterilmemesi ve hadiscilerin veya fıkıhçıların eleştirel kıstaslarının uygulanmamasının bir sonucudur. Çünkü, Siretle ilgili rivayetler aktarılırken ya da kayıt altına alınırken, ravilerin dürüstlüğünü kontrol etme zorunluluğu yoktur.14 Sürekli bir ravi zincirini vermek ya da genel anlamda ravileri vermek gerekli değildir. Bu, İbni İshak’ın Siret’inde açık bir şekilde görülebilmektedir. Diğer taraftan fıkıh bahis konusu olduğunda, güvenilir kaynak ve kesintisiz rivayet zinciri elzemdir. Bu yüzden fıkıh alimi olan Malik, İbni İshak’a ehemmiyet vermemiştir.15
Dolayısıyla bir insan, çok kolay bir şekilde, sonraki tarihçilerin ve hatta müfessirlerin İbni İshak’ın rivayetlerini aynen tekrarladıklarını ya da tüm rivayeti kısaltarak aktardıklarını görebilir. İbni İshak’tan yaklaşık 150 yıl sonra yaşamış olan Taberi bile, mu’tadı olan, rivayetin diğer versiyonlarını bulma çabasına girişmemiştir. Yine de, aşağıdaki cümleleri kullanarak şüphesini ortaya koymuştur: “Vakidi, Peygamber çukurları kazdırmıştır, şeklinde iddiada bulunmuştur (za‘ama)”. İbnu’l-Kayyım, Zâdu’l-Meâd adlı eserinde olaya çok kısa bir şekilde değinmiş, can alıcı birçok sorunu ise görmezden gelmiştir. İbni Kesir, zihninde genel bir şüphe varmış gibi davranmış, çünkü rivayetin “iyi bir otorite” olan Hz. Aişe tarafından aktarıldığına işaret etme tedirginliğini göstermiştir.16
Rivayetin müsamahakâr ya da şüpheli bir şekilde kabul edilmesine karşılık, İbni İshak kendi döneminde ya da sonraki dönemlerde bazı alimler tarafından şiddetli ithamlara maruz kalmıştır. Bu ithamlardan birisi, Siret’ine çok sayıda güvenilir olmayan ve düzmece şiirler almış olması17, diğeri ise, Beni Kurayza’nın katliamı gibi bir rivayeti herhangi bir sorgulama yapmaksızın kabul etmesidir.
Çağdaşlarından, ilk hadiscilerden ve fıkıh alimlerinden biri olan Mâlik, net bir biçimde onu “yalancı”, “deccâl”18 ve “rivayetlerini Yahudilerden alan” birisi olarak tanımlamıştır.19 Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, Malik, kendi kriterlerini uygulayarak, İbni İshak’ın rivayetlerinin doğruluğundan şüphe etmiş ve yaklaşımını kabul etmemiştir. Gerçekten de, ne İbni İshak’ın haber kaynakları, ne de böyle bir rivayeti derme-çatma bir araya getirme yöntemi, fıkıh alimi Malik’e göre kabul edilebilir değildi.
Daha sonraki bir dönemde, İbni Hacer, Malik’in, İbni İshak’ı suçlamasının temel noktalarını açıklamıştır. Onun dediğine göre,20 Malik, İbni İshak’ı suçlamıştır, çünkü o, Peygamber’in gazvelerine dair yazdıklarını, Medine’de yaşayan Yahudi torunlarına başvurarak, Yahudi ataları tarafından kendi bakış açılarıyla aktarılmış olan şekilleriyle elde etmiştir. İbni Hacer21 bahsi geçen meseleleri “Kurayza ve Nadir hakkındaki acayip rivayetler” şeklinde güçlü bir ifadeyle tanımlayıp reddetmiştir. Bu sarih redden daha mahküm edici bir şey olamaz.
Bizce, bir yandan geç dönemlere ait ve kesin olmayan kaynaklar ve diğer yandan şüpheyle bakılan ravilere karşı, olaylarla eş-zamanlı ve tümüyle doğru bir kaynak olarak Kuran kaynak alınmalıdır. Ahzab Sûresi’nin 26. ayetindeki referans çok kısa ve özlüdür:
“Allah kitap ehlinden olup müşriklere yardım edenleri kalelerinden indirdi ve kalplerine büyük bir korku saldı. Siz onların bir kısmını öldürüyor, bir kısmını da esir ediyordunuz.”
Müfessirler ve rivayetçiler, sadece İbni İshak’ın rivayetini tekrar etmeye eğilim gösterirler, fakat Kuran’daki ayet, fiilen savaşa katılanlardan bahsetmektedir. Bu, savaşla ilgili bir beyandır. Bu beyanda, savaşan kişiler bahis konusu edilmiştir. [Savaşın tabii bir sonucu olarak] bunlardan bazıları öldürülmüş, bazıları da esir alınmışlardır.
İnsan şöyle düşünmekten kendini alamaz: Bu olayla ilgili olarak eğer 600 ya da 900 kişi öldürülmüşse, bu vak’anın önemi çok büyük olurdu. Kur’ân’da bu hususla ilgili daha net açıklamalar, ibretler ve öğrenilmesi gereken dersler yer almalıydı. Yok eğer sadece, suçlu [savaşmış] liderler öldürülmüşse, bunun sonucunun Kuran’da basit/kısa bir açıklamayla yer alması tabii olacaktır.
Kaynaklar hakkında söylenecek son söz: bunlar ne ilgiye şayan, ne de itimat edilir durumdadırlar. Tespitler çok geç bir dönemlere aittirler. Bu nedenle, rivayeti reddetmek için gerekçeler şöyle sıralanabilir:
(i) Yukarıda belirtildiği gibi, Kuran’da, bahsi geçen rivayetlere yapılan atıflar çok kısa olup çok sayıda insanın öldürülmesi ile ilgili herhangi bir ifade yoktur. Savaş söz konusu olduğunda, yapılan atıf fiilen savaşanlara yöneliktir. Kuran, tarihçilerin herhangi bir şüphe duymaksızın kabul edecekleri tek kaynaktır. O, [olayla] eş-zamanlı bir metin olup, birçok inandırıcı sebepten dolayı, olayın, sahip olduğumuz en sahih versiyonudur.
(ii) İslami hükümlere göre, sadece ihanetten sorumlu olan kişiler cezalandırılır.
(iii) Bu kadar çok sayıda kişiyi öldürmek, İslam’ın adalet anlayışına ve Kuran’da geçen “Hiç bir günahkâr başkasının günahının sorumluluğunu yüklenmez”22 temel ilkesiyle taban-tabana zıttır. Rivayete göre gayet açıktır ki, liderler sayılıydı ve isimleri iyi biliniyordu.
(iv) Bu rivayet ayrıca savaş mahkûmları ile ilgili Kuran’daki hükümlerin zıddınadır. Kur’ân hükmüne göre23, esirler ya doğrudan serbest bırakılmalı ya da fidye karşılığında salıverilmelidirler.
(v) Beni Kurayza’dan önce ve sonra gene birer savaş sonrası teslim alınmış diğer Yahudi gruplarına müsamahakâr davranılarak Medine’den çıkıp-gitmelerine izin verilirken, Beni Kurayza’nın katliama tabi tutulması ihtimali zor bir durumdur.
Nitekim Ebu Ubeyd b. Sallâm, Kitâbu’l-Emvâl’inde şöyle bir rivayete yer verir:
Hayber Müslümanlar tarafından fethedildiğinde, Hayber halkı içinde öyle bir aile/sop vardı ki, Hz. Peygamber’e çirkin hakaretlerdeki aşırılığıyla şöhret bulmuştu. Hz. Peygamber o gün onlara azarlama sınırlarını geçmeyecek şekilde şöyle hitap etti: “Ey Ebu’l-Hukayk’ın çocukları! Ben sizin Allah ve O’nun Elçisi’ne olan aşırı düşmanlığınızı biliyorum. Fakat bu husus, [geçmişte] kardeşlerinize muamelede bulunduğum gibi size de aynı muamelede bulunmama mani olmayacaktır” [Yani sizi bu kin ve düşmanlığınızdan dolayı yargılayacak değilim]. Bu olay, Beni Kurayza olayından sonra vuku bulmuştu.
(vi) Eğer, yüzlerce insan pazarda öldürülmüş ve bunun için hendekler kazılmış ise, bununla ilgili herhangi bir iz’in olmaması, bahsi geçen yere işaret eden herhangi bir referansın ya da yazının olmaması çok ilginçtir.25
(vii) Bu katliam gerçekten olmuş ise, fıkıh alimleri bunu bir emsal karar olarak kabul edeceklerdi. Gerçekte ise, durum bunun tam tersinedir. Fıkıh alimlerinin yaklaşımı ve hükümleri, bunun zıddına olarak “Hiç bir günahkâr başkasının günahının sorumluluğunu yüklenmez” şeklindeki Kur’ânî öğretiye daha uygundur.
Nitekim, Ebu Ubeyd b. Sellâm, bir siret veya biyografi kitabı olmaktan çok bir fıkıh ve fetva kitabı olan Kitab-ul Emval’inde26 konuyla ilgili çok önemli bir olay kaydetmektedir:
İmam El-Evzaî27 zamanında, Abdullah b. Ali’nin (Abbasi lider) vali olduğu bir dönemde, Lübnan’da Kitap Ehli’nden bir grup olay çıkarmıştır. Vali isyanı bastırmış ve sorun çıkaran topluluğun sürgüne gönderilmesi emrini vermiştir. El-Evzai, toplumun ileri gelen müçtehidi yetkisiyle hemen bu kararı reddeder. Bu tavrıyla ilgili gerekçesi ise, isyan olayının, anılan tüm topluluğun iştirakiyle gerçekleşmemiş olmasıdır. “Bildiğim kadarıyla, az sayıda kişinin yaptığı bir hata nedeniyle çok kişiyi cezalandırması Allah’ın bir sünneti değildir, aksine O’nun sünneti çok kişinin yaptığı hata nedeniyle az kişinin cezalandırılmasıdır.”
Eğer İmam el-Evzai, Beni Kurayza’nın kılıçtan geçirilmesi rivayetini kabul ediyor olsaydı, bunu bir emsal olarak kabul edecek ve Abdullah b. Ali ile temsil edilen otoriteye karşı itiraz edemeyecekti. El-Evzai’nin, İbn İshak’ın genç bir çağdaşı olduğu da unutulmamalıdır.
(viii) Kurayza rivayetinde, aktif düşmanlık yapan kişiler olarak tanımlanan bazı şahısların öldürüldüğü rivayet edilmiştir. Bunların ihanete sebep oldukları için cezalandırılmaları makul bir sonuçtur. Buradan bütün kabilenin cezalandırıldığı sonucu çıkarılmamalıdır.
(ix) Rivayetin ayrıntıları tamamen Yahudilerin mahrem konuşmalarından oluşmaktadır: Kuşatılmış durumda iken kendi aralarında yaptıkları müzakereler, liderleri olarak Kab b. Esed’in tiradı, bu konuşmada müslümanlara karşı son bir umutsuz eylem yapmak üzere kendi kadınlarını ve çocuklarını öldürme önerisini getirmesi... [Bütün bunların Yahudi kaynaklı olması kaçınılmaz olmaktadır].
(x) Kurayza’nın soyundan gelen kişilerin kendi atalarını yüceltmek istemeleri gibi, olayla ilişkili olan Medinelilerin soyundan gelenler de aynı şekilde hareket etmişlerdir. Olayın, Sa‘d b. Mu‘az’ın Kurayza aleyhine verdiği kararla ilgili olan kısmı, Sa‘d’ın soyundan gelen bir kişi tarafından rivayet edilmektedir. Bu rivayete göre, Peygamber, Sa‘d’a şöyle buyurmuştur: “Sen, yedi kat semadan (ilham edildiği üzere) onların üzerine Allah’ın hükmü ile hükmettin.”28
Şu bir gerçektir ki, atalarını yüceltmek ya da başlangıçta İslam’a karşı olanları temize çıkarmak amacıyla, sonraki nesillerce birçok hikaye uydurulmuş, bu rivayetlerin çoğu da İbni İshak tarafından rivayet edilmiştir.
(xi) Diğer detayların da kabul edilmesi zordur. Yüzlerce insanın Beni Neccâr’lı bir kadına ait tek bir evde hapsedilmiş olması nasıl mümkün olabilir?29
(xii) İslam’ın teessüsünden sonrasına ait Yahudi kabilelerinin tarihi pek de açık değildir. Kaynakların incelenmesiyle, Yahudilerin Medine’den sürgünleriyle ilgili rivayetlerin revize edilmeleri gerekmektedir. Örneğin, İbn Hazm Cemheretu’l-Ensâb30 adlı eserinde, zaman zaman Yahudilerin hala Medine’de yaşadıklarını belirtmektedir. El-Vâkıdî, iki yerde31, üç Yahudi kabilesinin Medine sınırları dışına çıkarılmasından sonra [Hz.] Peygamber’in Hayber’e sefer düzenlemeye hazırlandığı sırada, hâlâ Medine’de yaşayan Yahudilerin olduğunu kaydeder. Bu kayıtların birinde, on Medineli Yahudi Hayber’e düzenlenen bir seferde [Hz.] Peygamberin ordusuna katılmıştır; diğerinde ise, Medine’de yaşayıp da Peygamberle barış anlaşması imzalamış başka on Medineli Yahudi, [Hz.] Peygamber Hayber’e saldırı düzenlemeye hazırlandığında, bundan epeyce endişelenmişlerdir. El-Vâkıdî, onların, kendilerine borcu olan müslümanların sefere çıkmalarını engellemeye çalıştıklarını da belirtmektedir.
Yine, İbni Kesir32 Hz. Ömer’in, sadece Peygamberimizle bir barış anlaşması yapmamış Hayber Yahudilerini sürdüğüne işaret ederek sorunu ele almaktadır. İbni Kesir açıklamaya devam ederek, daha sonraki tarihlerde, hicri 300’lü yıllardan sonra, Hayberli Yahudilerin kendilerini cizyeden muaf tutan ve iddiaya göre [Hz.] Peygamber tarafından verildiği söylenen bir belgeye sahip oldukları iddiasını aktarmaktadır. İbni Kesir, bazı alimlerin bu belgeyi kabul ettiklerini ve bu yüzden Hayber’li Yahudilerin cizyeden muaf tutulmaları gerektiği sonucuna vardıkların belirtmektedir. Fakat bu mektup sahte bir mektup olup ayrıntılı bir şekilde yanlış olduğu ortaya konulmuştur. O mektupta olaydan önce vefat eden insanların sözleri alıntılanmış, iddia edilen tarihten sonra ortaya çıkmış bazı teknik terimler kullanılmış, Muaviye b. Ebi Sufyan’ın buna şahit olduğu belirtilmiştir,- gerçekte ise, Muaviye o tarihte henüz Müslüman olmamıştı.
Bu kabul edilemez katliam rivayetinin gerçek kaynağı, Medineli Yahudilerin soyundan gelen kişiler olup, İbni İshak bu “garib/acayip rivayetleri” oradan almıştır. Böyle yapmakla, İbni İshak diğer alimlerden ve tarihçilerden ciddi eleştiriler almış ve Mâlik tarafından deccal olarak nitelendirilmiştir.
Rivayetin kaynakları, bu yüzden, fazlasıyla şüpheli olup haberin ayrıntıları, İslam’ın ruhuna ve Kuran’daki ayetlere taban tabana zıttır. Güvenilir kaynak eksikliği olup, çevresel kanıtlar rivayetleri desteklememektedir. Bunun anlamı, rivayet şüpheli olmaktan da öte bir niteliktedir.
Bununla birlikte, benim kanaatime göre, rivayetin kökenleri daha eski olaylara dayanmaktadır. M.S. 70 yılında Kudüs’deki mabedin Romalılar tarafından yıkılmasıyla son bulan Romalılara karşı Yahudi ayaklanmalarıyla ilgili İslam öncesi dönemde anlatılan rivayetlerde [Kurayza rivayetine] benzer hikayelere rastlanmaktadır. Bu rivayetlere göre; [Roma’lılara yenildikten sonra] Yahudi fanatikleri ve sicarii’ler [fanatik bir dini tarikat] güneyde, sarp kayalıklardaki Masada kalesine sığınmışlar; Roma ordusu Masada kalesini çok uzun kuşatmalardan sonra ele geçirmiş ve tahrip etmiştir (M.S.73). Üzerinde duracağımız hikayeler, bu kuşatmadan sağ kurtulduktan sonra güneye kaçmış Yahudiler tarafından aktarılmıştır. Profesör Guillaume’un teorisine göre Medine’de yaşayan Yahudilerin kökenini, bu Yahudi savaşlarından sonra güneye kaçan Yahudiler oluşturmaktadır.33 Ve bu teori, bu konudaki en makul teorilerden bir tanesidir.
Çok iyi bilindiği üzere, Yahudi savaşları ile ilgili ayrıntıların kaynağı Flavius Josephus’tur. Kendisi bir Yahudi olmakla beraber Romalıların yönetiminde görev almış ve olaylara tanıklık etmiştir. Bazı isyancıların (Romalılara karşı) gerçekleştirdiği ayaklanmalara karşı çıkmış; fakat buna rağmen tüm kalbiyle Yahudi olmaktan hiç vazgeçmemiştir. Bu kişinin yazdıklarından okuduğumuz ayrıntılarla, bize Siret’le ulaşan Yahudilerin faaliyetleri ve direnişleri hakkındaki bilgilerin birbirine çok benzer olduğunu fark etmekteyiz. Sadece, şimdiki (sonuncu) olayda sorumluluk Müslümanlara yıkılmaktadır.
Beni Kurayza Yahudilerinin soyundan gelen kimselerce aktarılan rivayetlerin ayrıntılarına bakılırsa, Josephus ile aşağıdaki ayrıntılarda benzer olduğunu belirtebiliriz:
(i) Josephus’a göre34, Büyük Hirodes’ten önce Kudüs’ü idare eden Alexander, 800 Yahudi esiri asmış ve gözlerinin önünde eşlerini ve çocuklarını boğazlamıştır.
(ii) Benzer şekilde, diğerleri tarafından da çok sayıda kişi öldürülmüştür.
(iii) Bu iki olayın önemli ayrıntıları, özellikle öldürülen kişi sayısı dikkat çekecek derecede birbirine benzemektedir. Masada’da, en sonunda ölmüş olan kişilerin sayısı 960’tır.35 Fanatik sicarii topluluğundan öldürülenlerin sayısı da 600 idi.36 Ümitsizlik noktasına geldiklerinde, liderleri Eleazar onlara hitap etmiş (Ka‘b b Esed’in Beni Kurayza’ya hitapta bulunması gibi)37 ve kendi kadınlarını ve çocuklarını öldürmeleri önerisinde bulunmuştur. Umutsuzluğun nihai noktasında, son kişi kalıncaya kadar birbirini öldürme planı önerilmiştir.
Açık olarak görülmektedir ki, ayrıntıların benzerliği çok dikkat çekicidir. Sadece kitlesel intihar önerisi aynı olmayıp, bunun ötesinde sayılar bile neredeyse aynıdır. Her ikisinde de aynı isimler vardır. Phineas ve Azar b. Azar38 – tam da Eleazar, Masada’da kuşatılan Yahudilere hitap eden (isim).
Burada, basit bir benzerlikten daha fazlasını görmekteyiz. Bu anlatımlarda gerçekte, ilk örneğimiz (prototip) yer almaktadır. Kanaatime göre; Beni Kurayza hikâyesinin prototipi olan bu olay [Masada Olayı], Josephus tarafından klasik dünya için kaydedildiği gibi, “Yahudi Savaşları” sonrasında güneye, Arabistan’a doğru kaçmış olan Yahudilerin sonraki nesilleri tarafından da muhafaza edilmiştir. Sonraki nesle ait bir jenerasyon, Masada’nın muhasarası ile Beni Kurayza’nın muhasarasını üst üste koymuştur. Belki de bunun sebebi, kendilerinin çok uzak bir geçmişe ait geleneklerini daha az uzak tarihleri ile karıştırmalarıdır. Bu karışım İbni İshak’ın rivayetinde yerini bulmuştur. Müslüman tarihçiler ise; olayı görmezden gelirlerken de, herhangi bir yorum yapmaksızın ya da soğuk bir ilgisizlikle sadece aktarırlarken de, İbni Hacer’in dediği gibi, sadece “acayip” bir hikaye karşısındaki hevessizliklerini sergilemişlerdir.
Son bir not: Yukarıdaki [makale] ilk yazılırken, Ağustos 1973’te, Dr. Trude Weiss-Rosmarin tarafından Yahudi Araştırmaları Dünya Kongresi’e sunulan bir tebliği incelemiştim.39 Bu tebliğde, Josephus’un, Masada’da 960 Yahudi’nin intihar ettiği ile ilgili iddiasına itiraz edilmekteydi. Bu durum gerçekten çok ilginçtir, çünkü Kurayza Yahudileri ile ilgili rivayette de, 960 ya da bu sayıya yakın Yahudi intihar etmeyi reddetmiştir. Kim bilir, belki de Beni Kurazya Yahudileri ile ilgili rivayet orijinal versiyonuna göre daha doğrudur.
……………………………………………………….
Kaynaklar:
1 İbn İshak, Sîre (Wustenfeld Basımı, Gottingen, 1860), 545-7; (Sakka vediğ. Basımı., Kahire, 1955), II, 47-9. Ayrıca bkz: El-Vakıdî, Kitabu’l-Meğâzî (M. Jones Basımı, Londra, 1966), II, 440 vd.; Suheylî, er-Ravdu’l-Unuf (Kahire, 1914), I, 187; İbn Kesîr, Es-Siratu’n-Nebeviyye (Mustafa Abd al-Wahid Basımı, Kahire, 1384-5/1964-6), II, 5.
2 Sîre, 545-56, 652-61/II, 51-7, 190-202; İbn Kesîr, op. cit., III, 145 vd.
3 Sîre, 755-76, 779/II, 328-53, 356, etc. More on Khaybar follows below.
4 a.g.e. 776/II, 353-4.
5 a.g.e. 668-84/II, 214-33.
6 a.g.e. 684-700/II, 233-54.
7 a.g.e. 689/II, 240; `Uyûnu’l-Eser (Kahire, 1356 A.H.), II, 73; İbn Kesîr, II, 239.
8 `Uyûnu’l-Eser Mukaddimesi, I, 7, İbn Seyyidi’n-Nâs (d. 734 A.H.), Peygamber’in Sîreti hakkındaki plânını sunarken ana kaynağının İbn İshâk olduğunu ifade eder – herkesin ana kaynağı olduğu gibi.
9 Tehzîbu’t-Tehzîb, IX, 45. Ayrıca bkz: `Uyûnu’l-Eser, I, 17, ki orada kaynak zikretmeden aynı kelimeleri kullanır [“mine’l-ğarâibi”], İbn İshâk’ın güvenirliği ve uyguladığı metodu tartışan giriş bölümünde.
10 Ölümü. 179 H.
11 `Uyûnu’l-Eser, I, 12 [“kezzâb”].
12 a.g.e. I, 16 [“Deccâlun mine’d-Decâcileti”].
13 Sîre, 691-2/II, 242, 244; `Uyûnu’l-Eser, II, 74, 75.
14 İbn Seyyidi’n-Nâs (a.g.e. I, 121); gerek Beni Kurayza [metinde yanlış olarak Beni Kaynuka – Çev.] olayında, gerekse Necm Sûresi’yle ilgili olarak Kur’ân’ın müşriklerin putlarına değer atfettiği iddiasına mesnet alınan “uydurma âyetler” olayında, tam da bu hususa (zaafa) dikkat çeker. İbn Seyyidi’n-Nâs, değişik müelliflerin problemi nasıl geliştirdiklerini özetledikten sonra, kanaatince bu hikayenin meğâzî ve siyer kitaplarına yakışır türden hikayelerden olduğunu (genel kabule şayan olmadığını) ifade eder. Ayrıca, bir çok ilim adamının; genellikle, meğâzî ve benzeri kaynakların naklettikleri önemsiz ve hukuki içerik taşımayan rivayetleri daha hoşgörülü sorguladıklarını da ilave eder. Bu durumlardaki rivayetler, “helal ve haram”a esas alınacak rivayetlere nazaran daha kolay kabul edilirler.
15 Bkz. aşağıda, not 18.
16Taberî, Tarih, I, 1499 (El-Vakıdî, Meğâzî, II, 513’e atfen); Zâdu’l-Me‘âd (T. A. Taha Basımı, Kahire, 1970), II, 82; İbn Kesîr, a.g.e. IV, 118.
17Bu konuda bkz: W. Arafat, “Early critics of the poetry of the Sira”, BSOAS, XXI, 3, 1958, 453-63.
18 Kezzâb ve Deccâlun mine’d-Decâcile.
19 `Uyûnu’l-Eser, I, 16-7 [1/66-67]. İbn Seyyidi’n-Nâs bu değerli mukaddimesinde, İbn İshâk hakkındaki tartışmaların kapsamlı bir araştırmasını sunar. Sîre’nin Gottingen basımının kapsamlı Önsöz’ünde ise Wustenfeld, İbn Seyyidi’n-Nâs’dan bu bilgileri aktarır.
20 Tehzîbu’t-Tehzîb, IX, 45. Ayrıca bkz: `Uyûnu’l-Eser, I, 16-7.
21 a.g.e.
22 Kur'an, XXXV, 18.
23 Kur'an, XLVII, 4.
24 Khalil Muhammad Harras Basımı, Kahire, 1388/1968, 241.
25 El-Bekrî’nin, Mu‘cemu Ma’sta‘cem’inde; El-Fîrûzâbâdî’nin El-Meğânimu’l-Mutâbe fî Me‘âlimi Tâbe’sinde (Hamad al-Jasir Basımı, Dâru’l-Yemâme, 1389/1969); Resâ’il fî Târîkhi’l-Medîne’de (Hamad al-Jasir Basımı, Dâru’l-Yemâme, 1392/1972); Es-Semhûdî’nin, Vefâu’l-Vefâ bi-Akhbâri Dâri’l-Mustafâ’sında (Kahire, 1326), vb. genel veya özel maksatlarla yazılmış coğrafya kitaplarında bu konuda en küçük bir bilginin verilmeyişi dikkate şayandır. Sadece Semhûdî’nin eseri, sözkonusu ‘pazar’dan bahseden nadir tarihî bir referans olarak görünmektedir. Çünkü, Medîne’nin kapsamlı tarihî topografyasını ele aldığı bölümde (s. 544) Semhûdî, bölgenin kaybolan sınır-taşlarından bahsederken, neredeyse bir rastlantı sonucu, bu ‘pazar’dan bahseder. “Bu Pazar” der Semhûdî, “Hz. Peygamber’in, Beni Kurayza esirlerini getirdiği… söylentisinde bahsedilen pazardır”.
26 s. 247. Bu referansımı, American University, Beirut’ta Professör arkadaşım Mahmud Ghul’un, dikkatime sunmasına borçluyum.
27 Ölümü. 157/774. Bkz: EI, ilgili madde.
28 Sîre, 689/II, 240; El-Vakıdî, a.g.e. 512.
29 Sîre, 689/II, 240; İbn Kesîr, a.g.e. III, 238.
30 Mesela, Nesebu Kureyş (A. S. Harun Basımı, Kahire, 1962), 340.
31 a.g.e. II, 634, 684.
32 a.g.e. III, 415.
33 A. Guillaume, Islam (Harmondsworth, 1956), 10-11.
34 De bello Judaico [The Jewish War: Yahudi Savaşı], I, 4, 6.
35 a.g.e. VII, 9, 1.
36 a.g.e. VII, 10, 1.
37 Sîre, 685-6/II, 235-6.
38 Sîre, 352, 396/I, 514, 567.
39 The Times, 18 August 1973; ve The Guardian, 20 August 1973.
(Birleşik Krallık ve İrlanda’nın Asyalı Kraliyet Toplumu Dergisi’nden (JRAS), (1976), s. 100-107)