Mehmed MAKSUT

03 Eylül 2012

HAYATI ISKALAYAN BİR İSLAMİ MÜCADELE OLABİLİR Mİ?

Uzun bir aradan sonra bizi suskunluğun esaretinden yazmanın özgürlüğüne kavuşturan Rabbime hamdolsun.

Yoğun bir gündem ve sınamadan geçiyoruz. Bu yoğun sınama sürecini kimisi bir yönüyle kimisi birkaç yönüyle geçirmektedir. Hayatın ve insanın olduğu yerde istisnasız bir sınama var. Bu durum karşısında bize hidayet önderi olarak gönderilen peygamberler dahi zorlu imtihanlarla karşılaşmıştır. Âdem iblis'le, Nuh kavmiyle ve ailesiyle, İbrahim putperest toplumuyla, Musa zalim Firavun'la, Yusuf yalnızlık, iftira, zindan, sarayla ve kardeşleriyle, Eyyub hastalık ve sabırla, Zekeriyya testerelerle doğranmakla, Meryem oğluyla imtihana tabi tutulmuştur. Tüm bu sayılan isimlere baktığımızda şunu görürüz. Büyük dava önderlerinin sınanmaları da davaları ve sevdaları kadar çetin olmuştur. Allah karşı samimiyetten taviz vermeyerek kulluklarına yaraşır bir şekilde geçen hidayet önderlerimiz, biz insanlara sınama sahasında da model olmuşlardır.

İnsan olmamız ve insanlığa karşı İslami manada sorumlu olmamız hasebiyle tüm duyarlı yürekler gibi yüreklerimizi ve bileklerimizi Allah sınamadan geçirmektedir. Buna mukabil sevdası ve davası Allah’tan yana olan yüreklerin basit gündemlere ve engellere takılması düşünülemez. Çünkü hedefi ve rotası Allah tarafından çizilmiş olan dava ve sevda erlerinin yollarındaki sınanmalar Allah katındaki değerinin artmasına vesile olacaktır. İnsanlık tarihinin hangi safhasına bakılırsa bakılsın, mesajları ve misyonları uğruna sınanan her türlü hareket kendisini yarına taşıyabilmiş; tarihin derinliklerinde kaybolmamıştır. Bundan dolayı inançlı ve onurlu bir duruşla var olmak isteyen insanlar sınanmaya hazır olmalıdır. Gerekli sabır, karalılık ve eylemliliği gösterebilmelidir. Sınanma esnasında sabit sınırları aşarak, var olan değerleri yontarak bir yere ulaşmak bizi bugün rahatlatır fakat yarına silik olarak taşır. Yaşanılan süreçte İslami hak ve adaleti talep edenler, eğer sorumluluklarını yüklenmiyorsa bu dilencilik mantığından başka bir şey değildir. Çünkü dilencilerdir çalışmadan yorulmadan sınanmadan başkalarından bir şey isteyen…

Sınanmaktan ve sorumluluktan kaçmak, misyon sahibi insanları bir yere ulaştırmaz. İnsanla bizzat ilgilenmekten uzak kalarak görevlerimizi kültürel bazı araçlara yüklemekle, sanal aleme sığınmakla imtihanlar başarıya dönüşmez. Klavye üzerinde yoğunlaşan İslami çalışmaların toplumsal yansıması yoksa veya buralarda bir şeyler üretenler sadece varlıklarını buraya münhasır kılıyorsa bu kabul edilemez bir durumdur. Veya şöyle söylemek lazımdır. İnsanla uğraşmaktan, toplumla yoğunlaşmaktan kaçanların kendilerini tatmin ettikleri bir yer olmamalıdır siteler, dergiler ve sanal ortamlar. Sahada mesajların daha geniş alana yayılabilmesi için bu araçlar kullanılmalıdır. Yoksa bizi sahadan sanala taşımaya dönüşmemelidir.

Çağın sınama araçları farklılaşsa da sınama mefhumu her zaman ve zeminde devam ediyor. Çağımız “bireysellik, yalnızlaşma, duyarsızlaşma” ile sınanıyor.  Bireyselliğin, yalnızlığın ve duyarsızlaşmanın zemini türlü eğitim programları ve gelişen teknolojinin önemli bir payı vardır. Modernizmin küresel saldırısına uğramamız, ilişkilerimizde İslami kıvamı yeterince yakalayamamış olmaz yalnızlaşma ve duyarsızlaşmayı halinin en büyük besleyicisidir. 

Müslümanlar olarak kardeşlik bağlarımız, dava hissiyatımız, ümmet şuurumuz, sevdalarımıza olan sadakatimiz her geçen gün modernizmin kirli gölgesinde kalıyor. Modern ve post modern ilişkilere karşı İslamla karşı durmadığımız için bu saldırıların etkisinde kalıyoruz. Birbirimize yeterince ensar olamaz isek yalnızlık, bireysellik ve duyarsızlaşma durumuna doğru bir süreci bizde yaşarız. Bunun için kardeş kavramını ve edebiyatını kardeşliğe dönüştürebilmeliyiz. Çağın tüm araçlarını samimiyet merkezinde kardeşlik için seferber etmeliyiz. Bunca teknolojiye ve iletişim aracına rağmen büyüyen hasret ve özlem duygularımızı daha fazla büyütmemeliyiz. Yüreklerimizi birbirimize hira kılmalıyız. Hiralara çıkaran sevdalarımızın hatırına meydanlara kardeşliği, sadakati ve samimiyeti damıtmalıyız.

Müslümanlar olarak uzağa yakın olmaya çalışırken yakınımıza uzak kalabiliyoruz. Kardeşlik özlemini hep sınır ötesine taşırken kendi sınırlarımızdakilere bu duyguyu yaşatamıyoruz. Başkalarının yaptığı zulümlere dur demek için kamuoyu oluştururken kendi yaşadığımız beldelerdeki zulümlere sağır kesiliyoruz. Başkasının zulümlerini ve mazlumlarını görürken kendi yakınımızdaki mazlumları ve zalimleri görmüyoruz. Yakınımızda mazlum ve zalim mi var diyecek olursanız avazım çıktığı kadar evet var diyeceğim. Müslüman beldelerde yaşanılan acılar aynı yoğunlukta olmasa da yaşadığımız beldelerde de var. Türkiye’deki Müslümanlar olarak başka ülkelerin fakirlerine duyduğumuz hissiyatı yanı başımızdaki insanlardan esirgiyorsak, villardan oturup varoşlar üzerine konuşmamızın anlamı yoktur. 

Geçen günlerde Filistin’deki Müslümanların cezaevinde başlatmış oldukları eylemlere şahit olduk. Onurlu ve haklı bir şekilde başlatılan her eylemin desteklenmesi, yardım edilmesi gerektiği noktasında hemfikiriz. Bu konuda çeşitli kuruluşlar bazı etkinliklerle bu meseleyi gündeme taşıyarak Müslümanlara yaşatılan acıyı duyurdu. Bu çabalar takdire şayandır. Fakat eksik olan bir şey var ki İslami mücadeleden dolayı Türkiye’de yıllardır cezaevinde olan Müslüman kardeşlerimize yönelik aynı duyarlılığın gösterilmemesi üzücüdür. Camia, cemaat, cinsiyet, mezhep, bölge kardeşliğinin zihnimize yansıtmış olduğu algı sonucu birbirimize yaklaşıyoruz. Bu mantıktan dolayı zalimlere karşı esaslı bir duruş sergileyemiyoruz. Yardım edilmesi ve sahiplenilmesi gereken Müslüman kardeşlerimize yeterince ulaşamıyoruz.

Bunun en somut örneği olarak bundan yaklaşık bir yıl önce El Kaide denilerek tuutklanan onlarca Müslümanın halen hiçbir suç isnat edilmeden tutulmasını gösterebiliriz. İçerisinde değerli âlimlerimizden Alaaddin Palewi gibi ilim erbabı yetiştirenlerin de olduğu kardeşlerimizin tam bir yıldır tutuklanması, bu süre zarfında bir kez dahi mahkemeye çıkarılmamış olması; Müslümanların bu konuda bir şeyler yapmayı bırakalım haberdar dahi olmaması üzücüdür. Sistemin her seferinde “terörist veya terör örgütlerine yardım ve yataklık!” diyerek sessiz sessiz Müslümanları içeri tıkaması sistemin kokuşmuşluğunu göstermektedir. Sistemin kendince yaftaladığı bu insanları farklı ithamlarla muhatab kılıp içeri almasını sistem açısından anlayabiliriz fakat Müslümanların bu durumlar karşısındaki sessizliğini, habersizliğini anlayamıyoruz. Bu duyarsızlık ve tepkisizliğin sebebi ise yukarıda ifade ettiğimiz gibi “uzağa yakın, yakına uzak kalma” durumundan başka bir şey değildir.

Bu hukuksuzlukların ortaya koyduğu en acı tablo ise Türkiye’deki Müslümanların birbiriyle olan irtibatıdır. Bırakalım tepki koymayı bu yaşanılan tutuklanmalar ve hukuksuzluklar İslami bilinen sitelerde dahi haberlere konu olmamıştır. Birbirimizle iletişimimiz zayıf olduğu için kardeşlerimizin ne durumda olduğunu, ne acılar çektiğini, hangi sıkıntıları yaşadığını bilmiyoruz. Unutmamalıyız ki kardeş olmak belirli bazı duyarlılıkları ve sorumlulukları taşımaya aday olmaktır. Kardeş olmak birbirimizi hissedebilmektir. Acılarımızı birbirimize açabilmektir. Yükümüzü ve yüreğimizi paylaşabilmektir. Kardeş olmak sözümüzü değil özümüzü birbirimize duyurabilmektir. Kardeş olmak ayrılmadan özlemektir. Bedenler ve alemler ayrılsa da sevgiyi yüreğinde yaşatabilmektir. Kardeş olmak karşı durmaktır yalnızlığa, duyarsızlığa, vefasızlığa. Kardeş olmak ağlarken anlamak anlarken ağlayabilmektir.

Madem kardeşlik bu değerleri ifade ediyor. O zaman bizde yüreklerimizi kardeşliğe açmalıyız. Gönüllerimizi bu hassasiyeti yakalayacak kadar naif tutmalıyız. Ucuz insanlar üzerine kardeşlik hayalleri kurmamalıyız. Çünkü ucuz insanlar üzerine kurulan hayallerin hezeyanı ağır olur.  Biz kardeşliği kardeşçe, sevgilerimizi samimice yaşatabildikten sonra payımıza düşen ödül yine de yalnızlık ise bunun da sınav olduğunu bilmeliyiz…

Festekim kemâ umirte…