Fatih BÜTÜN

19 Ağustos 2008

İBADET 'RİTÜEL'E DÖNÜŞTÜRÜLÜNCE

Önce anlayışlar değişir. Anlayışta meydana gelen değişme zaman içerisinde şekildeki değişimi meydana getirir. Bugün tam da bunu yaşamıyor muyuz ya! Zihinler hercümerc olmuş, diller görünenden dert yanıyor. Hayırdır, senelerdir 'tevhit' ektiniz de 'şirk' biçmek mi zorunuza gidiyor? Yoksa tevhit / İslam değil de başka şeyler ektiğinizin farkına varmak mı içinizi yakıyor? Derinlere bakınız derinlere… Siz inanıyor musunuz ki bir kişi yaşayış itibariyle seküler veya laik, fakat içsel âleminde layıkıyla emredildiği gibi bir Müslüman olsun… Tevhid çift kişilikli olmayı, kişilikte parçalanmayı kaldırmaz. Tüm Peygamberlerin çağrısı da parçalanmadan kurtulup, tek bir ilaha kulluğa çağırmaktı. Hayatın bir noktasında Allahın, bir başka noktasında başka bir ilahın, bir başka noktasında bambaşka bir ilahın tâbi olmak dün olduğu gibi bugün de kendisini İslâm'a nispet edenlerin halini yansıtmaktadır.

 

Din nedir? Kimdir mümin? İslam âleminin ekseriyetinin bugünkü inanç bakiyesi İslâm'ın mı yoksa vahiy dışı unsurların mı eseridir? Kul olmak ne demektir, ibadet nedir? Toplumun bugüne kadar din, ibadet, kulluk anlayışı üzerinde hint mistisizmini taşıyan 'tekke ve zaviyeler' mi, 'mabed bakıcıları veya şeyhler' mi, batıniler mi, yoksa İslâm'ı 'haşhaşileri' andıran bir edayla afyon içmiş insan uyuşukluğunda yaşanmasını zerkedenler mi kim, kim etkili oldu sizce? Bu meyanda sorulması gereken o kadar soru var ki! Malik bin Nebi'nin dediği gibi sorular yanlış sorulduğu zaman doğrular bulunamaz, sadece metafizik âlemde gezinir durursunuz ki bunun da ne sizin kulluğunuza faydası vardır ne de sömürgecilerin sömürgelerinin bitmesine… Bireyden, bireyin sömürülme yani emperyalizm karşısındaki tutumundan başlamayınca 'metafizik' alana kayıyor, dolayısıyla çok lafın arasında aslında hiçbir söz söylememiş oluyoruz… Sorularımızı gözden geçirip bir kez daha soralım; birileri dininize göz dikerken ki tutumunuz neydi? Yanıbaşınızdaki veya çok uzağınızdaki emperyalist dininize kastettiğinde, sizi kültürel veya siyasi sömürgesine boyun eğdirmeye çalıştığında sizi sömürmeye çalıştığının farkına varabildiniz mi, varabildiyseniz nasıl bir tutum takındınız? 'İbadeti' andıran bir boyun eğiş içerisinde miydiniz, yoksa öfke ve tedirginlik içinde mi? Eğer bu boyun eğiş içerisindeyse siz İslâm'a olan aidiyetinizi yavaş yavaş kaybediyorsunuz demektir. Çünkü İslâm sömürge dönemlerinde bile kaybedilmeyen bir hayat biçimidir, o ortamda dahi bir tavır sahibi olmak, asaletini korumaktır.

 

İşte 'ibadet' tam da budur? Boyun eğiş… Yenemeyeceğini hissetmek, hüküm ve otoritesine teslim olmak, kendi sınırlarını belirlemek, haddini bilmek… Teslim olduktan sonra da ne diyorsa, nereye davet ediyorsa uymak ve peşi sıra gitmek… Dikkat ediniz, teslim olma sürecinden bahsediyoruz. Yani mabud edinme, abid olma, ibadet etme süreci… Bundan sonra mabuda buyurmak abide (kula) ise 'dinleyip itaat' etmek düşüyor. Bunun için 'itikad', bunun için 'tevhid' her şeyden önce gelir; çünkü namaz, oruç, hac ve zekat peşi sıra gelendir, tıpkı 'buda' putunun, paranın, mevkiin, beşeri bir otoritenin önünde eğilmenin, onu yegâne otorite kabul etmenin son aşaması olduğu gibi…

 

Şirk bir mantelite, bakış açısı ve zihniyettir. Hz. Muhammed'in: “İnsanlar! Yalnızca Allah'a kul olun” çağrısı taştan putların önünden 'Allah'ın önüne gelin' çağrısı değil, tavır ve davranışlarınızda ve hayatınızın her alanında Allah'ın belirleyiciliğini kabul edin çağrısıydı. Muhammed Esed daha Müslümanlığını ilan etmemişken bir Arap şeyhiyle konuştuğunda Arap Şeyhin 'sen zaten Müslüman olmuşsun' sözü, 'sen zaten İslam olma şuuruna ermişsin' demekti. İşte İslam ve İslam'ın ibadet anlayışı bu şuur halini oluşturmaya çalışmaktadır. Tevhid için de şirk için de 'dil ile ikrar etmek' ilandan başka ne olabilir ki?

 

Ayette “insanın yaratılış gayesinin Allah'a ibadet olduğu” söylenirken insanın tüm işi  gücü, varı  yoğu, yaptığı ve yapacağı tek işin namaz kılmak, hacca gitmek ve sair 'ritüeller' olduğu mu söylenmektedir! Yoksa bu tür 'ritüeller' yapılagelen ve herhalukarda yapılması gereken 'ibadetler' nevinden midir? Bu tür ritüeller tüm dinlerde vardır. İslâm 'ibadet' derken daha geniş anlam dünyasına mı sahiptir?

 

Bir de şu ayeti düşünelim; “…Ey Âdemoğulları şeytana ibadet etmeyin; o size apaçık bir düşmandır. Bana ibadet edin; doğru yol budur.” Şeytan kimdir, nedir? Şeytanın önünde eğilen var mıdır? Ne demektir şeytana ibadet? Günde kaç vakit huzurunda eğilinir bilen bir adım öne gelsin? Kastedilen ilahi olmayan tüm emirlere râm olmak demek olmasın?

 

Bir hikayedir anlatılır, bilgenin birine sevgiden bahset denir, bahseder. Tabiattan bahset denir, bahseder. Birkaç konudan sonra, dinden bahset dendiğinde, ben dinden başka bir şeyden bahsetmedim ki, derkenki söz, dinin hayatın her anını kuşatmasıdır. Hayatın 'ibadet' kılınmasıdır.

 

İslâmdaki 'ibadet' kavramını tam da burada anlamalıyız diye düşünüyorum. İslam'da abid olmak, mabud edinmek; hükmü altına girmek, asıl gücü onda görmek, hayrın orada olduğuna inanmak, dolayısıyla 'refahın, felahın, huzurun' taşıyıcısı olduğuna kâni olmak demektir. Bunun için de bedeli ne olursa olsun ona uymak, izi üzre gitmek demektir. Abid için mabud edindiğinin ne dediği önemlidir. İşte bugün sorunumuz budur, yani kanaatimce sorun 'namaz kılıp kılmama, insanların hacca gidip gitmemesi sorunu değildir. İtaati içselleştirip içselleştirememe, ibadeti sadece 'ritüellere' hapsedip hayattaki kuşatıcılığını kaçırma sorunudur… Karşısındaki taşın önünde eğilmeye 'şirk' deyip, zalimin, sömürgecinin hayat tarzına tâbi olma şirkine düşme sorunudur. Şirk bir zihniyetin adıdır. Amele döküldüğünde bir halin adı olur. Zihniyetken de şirktir amele döküldüğünde de… Şirkin, müşrikliğin hesabı Allah'a verileceği için tevhidi göstermekten gayrı bir vazifemiz yoktur.

Bir hac ziyaretinde Arafat tepesinde 'Adem ile Havva'nın yeryüzünde buluştuğu' ve 'Peygamberin veda hutbesini irad ettiği' yeri temsilen konulan bir taş ve hemen ilerisinde taşa tapınılmasın diye herkesin görebileceği şekilde koskoca bir “QIBLE” tabelasına rağmen insanların o taşa sürtünmeleri, kıble tam ters istikamette olmasına rağmen taşı kıble edinip secde etmelerini nasıl açıklayacağız? Hemen akabinde koskoca bir taşın üstünden inerken bir 'müslümanın' 'Ya Ali' diyerek elini taşın üzerine atması ve bizim 'Ya Allah' deyip elimizi uzatmamıza mukabil sinirlenip, bizim elimizi de bırakıp inatla 'Ya Ali' nidasıyla taşa çıkma çabasını hayret ve üzüntüyle izleme çaresizliğimizi neyle, nasıl açıklarsınız? İşte, sorgulamadan uzak bu zihniyet yöneticilerine zalim de olsa itaati akaid kitaplarına alan zihniyetle aynıdır. Sadece Allah’a sunmaları gereken boyun eğişlerini şekilleri değişse de emperyalistlere, beyinlerinde taşıdıkları taşlara, putlara, Ali'lere sunmaktadırlar. İşte İslam'ın ibadeti Allah'ı kalbine, beynine alıp yürümektir. Hakkı söylemek, zalimin asla civarına düşmemektir.

 

İslam alemi, ibadeti sadece hacca, namaza ve sair 'ritüeller'e tahvil ettiğinden bu yana daha kolay kandırılmaktadırlar. Dünya kendilerine dar edilmektedir, acaba ahiretleri geniş olabilecek midir?

 

Evet, ne zaman ki ibadet; yalnızca haccı, namazı, camiyi ve yoldan bir taşı kaldırmayı, yolda karşıdan karşıya bir yaşlıyı geçirmeyi ifade eder oldu, işte o zaman İslâm, toplumların ekserisi nezdinde DİN olmaktan çıktı. Toplumlar için belirleyiciliğini yitirdi, hayatın içerisine inen İslâm, toplumların ekserisi için folk İslam anlayışına evrildi.

 

Bir ülke başbakanı Ortadoğu ülkelerinin demokratikleşemeyeceğine dönük yaklaşımlara bakınız ne diyor; “Türkiye örneği, esas itibariyle bu tip bir paradigmanın geçersizliğine işaret etmektedir. Hele İslâm kültürünün demokrasiyle bağdaşmadığı görüşüne katiyetle itibar etmiyorum. Dinsel inancı birey düzeyinde yaşayan, siyaseti ise dinin dışında algılayan bir politikacı olarak, bu görüşün ciddi bir yanılgı olduğuna inanıyorum.” Bu sözler, ülke başbakanının ve genel itibariyle bu yaklaşıma sahip olan halkın dinden anladığını deşifre etmesi açısından iyi bir örnektir.

 

Bugün İslâm aleminin emperyalistler karşısında bir acziyeti varsa işte bu acziyet bu din algısından kaynaklanan kendi acziyetleridir, abid olamayışları, 'ibadetin' kendilerine kattığı asaleti yitirişlerinde aranmalıdır. Namazına hassas Kuranî ilke ve tavırları benimsemede üşengeç, ilmuhalî bilgilere ve bu konulardaki yanlışlara her an teyakkuzda fakat 'kuranın cahili' ya da hakkı bilen ama haktan sükut etmenin dine aykırı olduğunu bilmeyenlerin 'ibadet anlayışı' İslâm'ın ibadet anlayışıyla örtüşmemektedir.

 

Bakın Elmalılı ne diyor: “İtaat, niyete bağlı olsun olmasın veya kimin için yapıldığı bilinsin bilinmesin yapılması hayırlı olan işi / ameli yapmaktır. Kur'an okumak, infak etmek, sadaka vermek, vakıf yapmak veya benzeri işler, niyete bağlı olmayan ameller olarak yapılan işler bir itaat ve Allah'a yakınlaşmadır ama şer'i anlamda bir ibadet değildir. Şer'i anlamda ibadet, insanın ruh ve bedeniyle içi ve dışıyla şuurlu bir şekilde yalnızca Allah için yapılan bir itaat ve yakınlaşmadır.”

 

Yanlış algı ve telakkilerimizi geçmiş yanlışları muhafaza etme gayretine düşmeden kuran ışığında tekrar gözden geçirmeliyiz.

 

Birileri, kandil gecelerini muhafaza etmeye çalışıyor 'var mıdır bunların dinde yeri' diyenlere karşı…

 

Birileri, Kuranı muhafaza ediyor! 'Kur’an’ı anlamak farzdır' diyenlere karşı…

 

Birileri, daha kötüsü olabilir diye cahiliyyeyi muhafaza ediyor 'İslam nizamı var' diyenlere karşı…

 

İnsanların birçoğunun ne olup olmadığını bilmeden bir şeyleri 'muhafaza' etmeye çalıştığı, hatta o güzelim 'Müslüman' adının 'muhafazakar'a çıktığı bir dönemde daha dinamik ve sorgulayıcı bir zihinle hareket edilmelidir. Müslüman, akidesinden ve bu akideden mülhem ilkelerden başka hiçbir şeyin muhafızı değildir. Kaldı ki 'ne', 'kimden' muhafaza edilmeye çalışılacaktır? Arama mükellefiyetine sahip bir insan muhafaza etmektense konuşmayı, tartışmayı Kuranî olana sahip olup, yanlış olanı terk etmeyi de bir 'ibadet' bilir.

 

İbadet anlayışındaki bu yanlışın muhafaza edilmesi değil Kur'an'a rücû ettirilmesi 'ibadet'tir. Batılın hükmü ve tuzağı zayıftır; hak ise batılın beynine vurulabilirse eğer, paramparça edecek kadar güçlü… Hak, bu gücü keşfedecek müminlerini beklemektedir.