Arzu EFE
İPLERDEN KOPUŞ
Uzak diyarlarına sürgündük hayatlarımızın.
Her ne kadar, içinde olduğumuzu söylüyor ve anlamlandırmaya çalışıyorsak da, dışa itilmişlik ve savrulmuşluklarımızın bir nefsi müdafaasıydı, bu garip haykırışlarımız.
Her nedense, “Ben de sizin gibiyim” diye içimizi dürten bir söylemle karışmak istiyorduk yeniden; eğreti dünya düzenleri içine.
Varoluşumuzla verilen haklarımızı, haksızlıklarla eriten ve bitirenlerin ellerinde arıyorduk.
Ve aslında, bize yabancı bir hayatın içinde yer alabilmenin muhasebesini yapıyorduk riyakârca; yaradılışımıza uygun bir hayatı yapılandırmayı ütopyadan sayarak.
Nerede olmak istediğimizden emin olmayan kararsızlıklar içindeydik. Ve bu kararsız bilinmezliklerin gittikçe artan o bilindik ağırlıklarıyla eziklikler yaşıyorduk. Bu ağırlıklar, bizi ya herkes gibi olmaya itiyordu; ya da herkesi değiştirebilecek gücümüzü eziyordu günbegün.
“Böyle hayatın içine!” diye isyanlar mı yaşıyorduk, yoksa “Böyle hayatın içine girebilirim galiba.” diye ihtimaller mi taşıyorduk bilmiyorum.
“Hayat garip bir safsata. Deh! diye giden bu dünyayı durduramayacaksak, biz de onlardan olup, uysak mı acaba dünyanın akışına!” diyen bir yanımız çürüyor Yaradanın karşısında.
Çürümüş yanlarımızla kokuşmuş, dünyalar yaratıp dönüp duruyoruz bakalım oradan oraya.
Bundan böyle, fark edilmemiş tercihsel tedirginliklerimiz, fark edilir bir yola giriyor sefillik boyutunda.
Allah’ın ipinden kopmuş her birey “Siz de artık bizim gibisiniz” dedirtiyor, beşere susayan ve ağzı sulanan bu yangın dünyaya!