Mehmed MAKSUT

15 Şubat 2012

İRAN İZLENİMLERİ -2-

İran, yıllarca Batı güdümündeki Şah rejimine karşı tamamen iç dinamikleri ve Müslümanların gayretleriyle uzunca bir mücadeleden sonra 1979’da bir inkılâp gerçekleştirdi. Ortadoğu coğrafyası için önemli bir konumda olan İran, inkılâpla birlikte Batı’nın hedef tahtasına oturtulmuş. Hedef tahtasına oturtulmasındaki en önemli unsur, inkılâbın İslami olmasıdır. İkinci dünya savaşı sonrası kendilerine bağımlı kılınan ve tamamen Batı’nın uyduları olarak kullanılan Ortadoğu’daki idarelerden biri, ilk defa her yönüyle sömürüye başkaldırmıştır. Bu durum, dünya jandarmalığına soyunan ABD ve benzeri ülkelerin işlerini hayli zora koymuştur.

Şüphesiz hiçbir ınkılap tek bir kişinin eseri olamaz. Yapılan inkılapların tek kişiye mal edilmesi özellikle tek tip ulusçu hareketlerde sıkça görülür. 1979 İran İslam İnkılâbı’nda Liberal milliyetçiler ve solcular gibi birçok küçük grup da vardı. Bu gruplar da ABD uşağı Pehlevi’nin zulümlerine karşıydı. Fakat bunlar küçük ve örgütsüz gruplar olduğu için inkılâp sürecinde güçlü olan İslam’i kesime uyarak süreçte yer almışlardır. Bu küçük gruplar inkılâptan sonra da varlığını devam ettirmiştir.

İran İslam İnkılâbı’nın başarıya ulaşmasında, artan zulümlere karşı ulemanın tavizsiz durması, ayrıca bunun yanında halkın zulümden bıkıp âlimlere bağlı hareket etmesi de önemlidir. Şia içerisindeki “Velayet-ı Fakih merci’i, Kerbela kültürü ve Mehdeviyyet” düşüncesi de ınkılapta önemli bir unsur olarak yerini almıştır. Ulemanın ve mescitlerin bağımsız olması ve halkın ulemaya bağlılığından dolayı inkılâbın başarıya ulaştığını İmam Humeyni bizzat kendisi ifade etmiştir. Ulema ve mescitlerin bağımsız olması durumu inkılaptan sonra bile halen devam etmektedir.

İmam Humeyni önderliğindeki ulema ve halk hareketi; Allah’ın inayetiyle, imamın tavizsiz duruşuyla ve halkın zillete başkaldırışıyla başarıya ulaşınca Batı’nın Ortadoğu’daki birçok hesabı bozulmuştur. İran İslam İnkılâbıyla birlikte Batı karşısında yıllarca ezilen halkta, tekrardan bir diriliş umudu oluşmuştur. İslam’ın pasif ve uhrevi bir din olmadığı tekrardan kanıtlanmıştır. İnkılâp, dünya Müslümanlarına sömürgecilerin ve sömürgeci uzantılarının aksi yöndeki küstahça ısrarlarına rağmen İslam’ın bu dünyadaki hayatla bağlantıdan yoksun, yalnızca bir takım merasimler çerçevesine hapsedilen bir din olmadığını göstermişti. Bu mesajın ve siyasi bilincin diğer bölge halklarına yayılmasını önlemek için Batı dünyası harekete geçmiş. Hem inkılâbın yayılışını önlemek hem de genç inkılâbı yıkmak için birçok oyun devreye sokulmuştur.

İnkılâbı geriletmek ve yok etmek için Batı’nın desteğiyle Irak-İran savaşı ortaya konuldu. Saddam’ın şövenist ruhuyla Batı’nın emelleri birleşip inkılâba saldırıldı. Yıllarca zulüm üzerinden saltanat süren Saddam, İran’a saldırıyı başlattığı zaman “Bir haftada zayıf olan İran’ı yenip Tahran’ı alacağım” sözüne rağmen savaş sekiz yıl sürmüştür. Batı’nın tüm desteğini arkasına alan Saddam, hiçbir ülkenin devlet olarak yardım etmediği İran’a karşı umduğunu bulamamıştır. Savaş sonucunda birçok zayiatlar oluşmuştur. Bu zayiatlar kendisini toparlayamamış olan İran’a oldukça zarar vermiştir. Bu savaştan günümüze kadar geçen süreci İran’daki birçok kişi “toparlanma ve yeniden inşa süreci” olarak değerlendirmektedir.

İnkılabın savaşla yıkılamadığını anlayan ABD ve yandaşları, özellikle İmam Humeyni’nin vefatından sonra İran içerisindeki farklı mezhebi ve ırki unsurları kullanarak inkılâbı zayıflatmaya çalışmıştır. Fakat her şeye rağmen inkılâp, kendisini tüm komplolara ve ambargolara karşı ayakta tutmayı başarmıştır. Sıcak savaşa karşı galip çıkan inkılâp, daha sonradan soğuk ve kültürel savaşlara karşı mücadele etmeye koyulmuştur. Bu kültürel savaşlara karşı durmak sıcak savaşlardaki mücadeleden daha çetindir. İran’da inkılâptan yana olan ve görüştüğümüz birçok kişi kültürel savaşın sıcak savaştan daha çetin olduğunu vurgulamaktadır… İran’ın bu anlamda işi zor olsa da Rabbimizden dileğimiz bu zorluğun altından da kalkmasıdır…Bu kültürel savaş halen de devam etmektedir. İran’ın teknolojisiyle, sanayisiyle, sinema ve sanat alanıyla bu anlamda mücadele verdiğini İran’da gündemi takip eden herkes söylemektedir. Bu düşman unsurunun kendilerini geliştirmeye yönelik önemli bir gerekçe olduğu da birçok kişinin ortak kanaatidir. 

“İman edip salih amel işleyen, Allah’ı çok anan ve haksızlığa uğratıldıktan sonra öçlerini alanlar başka. Zulmedenler yakında hangi akıbete uğrayacaklarını göreceklerdir.” (Şuara-227)

Yılların şah rejimini yıkmak ve bir İslami inkılâp yapmak kolay olmadığı gibi inkılâpla toplumu istenilen düzeyde kısa süre de İslamileştirmek de basit olmasa gerek. İnkılâptan önce Şah’ın yıllarca süren batılılaştırma politikaları, ABD’ye bağımlılığının getirdiği kalkınamama sorunu vardı.  İnkılâptan sonra Şia’nın Ehl’i-sünnet gibi geleneksel mezhepçi kalıplarını istenilen düzeyde aşamaması; inkılâbı yıkmaya yönelik iç ve dış mihrakların faaliyetleri, sekiz yıllık İran-Irak savaşının ağır bedelleri, ABD ve İsrail’in İran’a yönelik tehditleri, milletçilik unsurlarının devreye sokulması, içteki bazı fitne unsurlarının olması, sonrasında başlayan kültürel savaşlar ve ambargoları yerinde gördükçe 32 yıllık Inkılab’ın işinin kolay olmadığını anlayabiliyorsunuz… Bu anlamda İran’a yönelik değerlendirmeler ve beklentiler ortaya konulurken bu şartların göz önünde bulundurulması bizi daha sağlıklı sonuçlara ulaştırır kanaatindeyim…

İnkılâptan sonra, yıllarca Batı’nın sömürgesinde kalıp zayıf kalan Müslümanlar, genelde inkılâbı olumlu ve yeni bir umut olarak görmüşlerdir. Fakat İran İnkılâbı’nın süreç içerisindeki sıkıntıları, diğer bölgelerdeki Müslümanların dağınıklığı, İran'ın içinde bulunduğu mezhepçi algıyı genel anlamda aşamamasından dolayı istenilen düzeyde İslam dünyasında yayılamadı. Tabiî ki bunda, diğer bölge Müslümanların da durumu etkiliydi. Filistin’deki mücahitlere desteği dışında diğer bölgelerdeki Müslümanlara gördüğümüz kadarıyla yeterince ulaşamadı. Hatta Çin gibi yıllarca Doğu Türkistan’daki Müslümanlara zulüm eden, Rusya gibi senelerden beri önce Afganistan’ı ve halen Çeçenistan’ı işgal eden zalim devletlerle ilişkisi Müslümanları hayal kırıklığına uğratmıştır. Ve gündemde olan Suriye meselesine yönelik tavrı, zalimleri devirmiş ve mektebinde zulme karşı tek başına dahi olsa kıyam eden Huseyni rehber edinmiş bir ülkeye yakışmamaktadır.İran iç siyasetinde özellikle son dönemde artan sıkıntılarla birlikte, dış düşman unsuruna karşı bir bütünlük arz etmektedir. Inkılab’ı batıya ve emperyalizme karşı destekleyen kitleler olduğu gibi özellikle eleştirenlerde var. Bir kesime bakarak bütünü konuşmak bu anlamda yanlıştır. Eleştirenlerin eleştirileri içe dönük eleştiriler iken düşman karşısındaki duruşlarında çoğu inkılapla birlikte hareket etmektedirler. Tabi duruşun hepsi İslam’i bilinçten geldiği söylenemez. İran’ın içerisindeki güçlü “İrancı ve mezhepçi” düşüncenin de bu tabloda payı büyüktür.

Her şeye rağmen inkılâp karşıtı güçlerin, İran İslam İnkılâbını içten zayıflatmak için her fırsatta ortaya çıktıklarını yöneticiler söylüyor. İç siyasette reformistler ve muhafazakârlar arasındaki tartışmalar halen devam etmektedir. Bu durumdan istifade etmek isteyen ABD ve İsrail’in reformistler üzerinde bazı planları olduğunu yapılan görüşmelerdeki kişiler söylüyor. Mevcut var olan hükümet bu duruma zahiren el koymuş olsa da İran içerisinde İmam’ın hattını yumuşatıp daha liberal bir politikayla ülke yönetimine egemen olma gibi bir kitlenin varlığı inkâr edilemiyor. Bunların başında gelen Mir Hüseyin Musevi, Mehdi Kerrubi gibi şahıslar halen ev hapsinde gözetim altında tutulmaktadır.

Halkın Velayeti Fakih olarak ifade edilen rehberiyete bağlılığı yüksek. Bunda rehberiyet makamının Şia düşüncesindeki yeri, rehberin halka yakın olması ve fakir fukarayı gözetmesi belirleyici oluyor. Buna rağmen inkılâptan sonra inkılâbı istismar edip zenginleşen bazı inkılâp öncülerine karşı, halkın eleştirileri var. Bu durumu zaten İmam Ali Hamaney de Cuma günü Tahran Üniversitesinde üç milyonluk nüfusla kıldığımız Cuma namazında bizzat ifade etti. Bu konunun inkılâba mal edilmemesini, her şeye rağmen bu duruma müsaade edilmeyeceğini rehberin kendisi söyledi. Ali Hamaney’in Cuma günü üç milyonluk hutbede cemaate verdiği başlıca mesajları hem dini boyutta hem de devlet boyutuyla önemlidir. Bunlara değinmemiz yararlı olur:

İran’ın tüm ambargolara rağmen özellikle ilmi ve askeri noktasındaki gelişmelerine değinen Hamaney; ambargolara karşı İran’ın baş eğmediğini aksine her ambargonun İran’ı büyüttüğünü söyledi. İnsanların bu ambargolara aldırış etmemesini, İran’ın artık kendi ayakları üzerinde durabileceğini belirtti.  İnkılâp sürecinde etkin olan bazı kişilerin dünyaya ve servete kapıldığını, halkın buna yönelik tepkilerinin olduğunu vurguladı. Ortadoğu’daki gelişmeleri olumlu karşılayan Hamaney özellikle “Arap baharı” diye nitelendirilen gelişmeleri “İslami uyanış, İslami bahar” olarak değerlendirmektedir. Yıkılan diktatörlerle birlikte tağutların yıkıldığını ifade eden rehber bu gelişmelerle birlikte İran’ın azda olsa yalnızlıktan kurtulduğunu belirtti.

Avrupa’nın giderek battığını, ABD’nin İran’a yönelik girişeceği olası savaşa iki dakikada cevap verecek teknik donanıma sahip kuvvetlerinin olduğunu söyleyen Hamaney; savaşa hazır olduklarını, savaş sonucunda ABD’nin yenilgiye uğrayacağını ifade etti.

Yaptıkları inkılâbın milli ve mezhebi değil İslami olduğunu, temel kaynaklarının bir vurgulayan Hamaney, Ortadoğu’daki gelişmeler sonucunda ortaya çıkan yönetimlerdeki demokrasi kavramının batıdaki anlamıyla anlaşılmamasını vurguladı. Demokrasinin özgürlük ve insan hakları ekseninde bu ülkelerde kullanıldığını ifade ederek buna saygı duyulması gerektiğini söyledi.  Mısırdaki seçimlere ve yönetime olumlu baktıklarını, temennilerinin İsrail ve ABD’ye boyun eğmemeleri olduğunu söyledi.

Tekfirciliğin Müslümanlara hiçbir yararının olmadığını ve Müslümanların bundan kaçınmaları gerektiğini belirten Hamaney'in; Selefilik tekfircilikse biz bundan beriyiz. Yok, eğer Selefilik Kur’an ve Sünnete bağlılıksa biz de Selefiyiz ifadesi önemli bir yaklaşımdır. Tekfirci de olmayın, demokratik de olmayın. Sadece İslam olunuz. Vahdet için mesai harcayınız. Şiiliğin zaferi için değil İslam’ın zaferi için çalışınız…

Müslüman coğrafyasındaki gelişmelere değinen Hamaney, özellikle Bahreyn’e dikkatleri çekti. Bahreyn’de yapılan zulümlerin dünya medyası tarafından örtüldüğünü ve orada insanların öldürüldüğünü belirtti. Bahreyn’e, İran’ın bir etkisinin olmadığını ifade eden Hamaney, özellikle “Bahreyn’i İran tetikliyor” konusundaki haberlerin doğru olmadığı söyledi. Eğer İran oraya etki ederse sonucun çok farklı olacağını da vurguladı.

Bahreyn konusuna değinen Hamaney’in Suriye konusuna girmemesi ise üzücüdür. Vahdet vurgusunu eksik bırakmıştır. Tabi burada İran’ın Suriye olaylarını nasıl okuduğu önemlidir. Bu konuyu ve İran’ın dış siyasetini inşallah diğer yazımızda müstakil olarak ele almaya çalışacağız. Fakat burada şunu belirtmeliyiz. Dünyada oynanan çıkar siyasetlerine, ister Şii ister Sünni olsun hiçbir insan kurban edilmesine müsaade edilmemelidir. Akan kanlara bile mezhebi duygu ve düşüncelerle, ülke menfaatleriyle, devlet siyasetleriyle yaklaşmak Müslüman birey ve devletlere yakışmaz. Bahreyn’deki Şii kardeşlerimizin acısı da Suriye’deki kardeşlerimizin acısı da bizimdir. Her ikisini de görmek ve her iki zulme de tepki göstermek kardeşlik şuurumuzun kemale erdiğini gösterir. Ne olursa olsun mazlumdan yana olmalıyız. Hiçbir zaman zalimler içinde zalim seçme tercihimiz olmadığı gibi Müslüman mazlumlar içinde de mazlum seçme tercihimiz yoktur...