Mehmed MAKSUT
İRAN’IN DIŞ SİYASETİ ve SURİYE’DEKİ OLAYLARA BAKIŞI
İran, Amerika ve İsrail karşıtı politikaları, Rusya ve Çin gibi küresel aktörlerle geliştirdiği ilişkileri, Suriye meselesi ve Ortadoğu’da her geçen gün artan ağırlığı ile gündemdeki yerini korumaktadır. Ortadoğu’daki aktörler arasında İslam’i yönüyle, sahip olduğu enerji kaynaklarıyla, jeopolitik konumuyla, iktidar yapısıyla dikkat çeken özelliğe sahiptir. Geçmişten beri önemli ticaret yolları ve zengin yeraltı yatakları üzerinde bulunan Ortadoğu’nun önemi her geçen gün artmaktadır. Bu durum emperyal devletlerin ilgisini çekmekte ve bölge üzerinde rekabete neden olmaktadır.
Bir devletin iç dinamikleri dış politikasını belirler. İç politikadaki siyasal meşruiyet dış politikayı etkilemektedir. İran’ın dış politikasında din unsurunun yanında; mezhep, düşman ve ulusal çıkarlar belirleyici olmaktadır. Bu unsurlardan hangisinin daha etkin olduğu sorusuna verebileceğim yanıt “düşmandır”. Bu cevap diğer etkenlerin etkisi yoktur anlamında anlaşılmamalıdır. İran dış siyasetini din unsuru üzerinde değil de daha çok ABD ve İsrail gibi düşmanlar üzerinden belirlemektedir. Bu iki güce bağlı olan batı çizgisine göre İran, dostlarını belirlemektedir. Bu dostlarını belirlerken din unsurunu pek fazla referans almamaktadır. Bundan dolayı İran, Müslümanlara karşı çelişkiler yaşamaktadır. “Düşmanımın düşmanı dostumdur” düşüncesiyle hareket eden İran, düşmanına düşman olan kişilerin İslam’a ve Müslümanlara olan düşmanlığını görmekle birlikte bazı kaygılardan dolayı görmemezlikten gelmektedir.
İran’da olduğumuz sürece bu durumu yetkili kişilere yakın olan insanlarla mütalaa ettik. İran’a göre İslam düşmanı ve zalim olanlar ABD, İsrail ve İngiltere’dir. Bu algı İran’ın siyasi durumu için uygun olabilir. Fakat bu durum ve bu duruma göre ortaya koyulan eylemler, ümmet çizgisine uygun değildir. ABD düşman da Rusya dost mu? Yıllarca Afganistan’daki Müslümanlara ve halen Çeçenistan’daki Müslümanlara zulmeden Rusya zalim ve emperyal değil midir? İsrail düşman ve kanser de Çin dost mudur? Halen Doğu Türkistan’daki Müslümanlara yaptığı onca zulüm ortadayken ve bölgeye olan ilgisi tamamen pazar ihtiyacından dolayı iken nasıl olur da bu dost olur. Suudi Arabistan’daki krallık, diktatör ve zalimken Suriye’deki Beşar Esad yönetimi acaba nedir? Bu soruların ve tezatların önü açıktır ve çoğaltılabilir. Bu çelişkilerin zemininde “dost-düşman algısını vahiy ekseninden çok güncel-siyasi eksene göre” yapılmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Müslüman düşmanına göre saf belirlemez. Safına göre düşman belirler.
Özellikle Suriye konusunda İran’ın politikası Türkiye’de oldukça konuşuldu ve tartışıldı. Kimileri Suriye olaylarını görmezden gelerek savunmacı psikolojiyle İran’a toz kondurmadı. Kimileri de Suriye üzerinden İran’ın yanlışlarını aşırı gündemleştirerek düşmanlığa dönüştürdü. Her iki kutupta "Ey müminler, her davranışınızda Allah'ı sıkı sıkıya gözeten ve adalete bağlı şahitlik eden kimseler olunuz. Sakın herhangi bir gruba karşı duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya sevk etmesin." (Maide-8) ayetinden uzaklaştığını düşünüyorum. Bu duruma sebep olan en önemli etkenin de farklı haber ağlarından gelen bilgilerden kaynaklanmaktadır.
İran’ı yeryüzünün bir cenneti olarak görmek; her yaptığına doğrulamak doğru olmadığı gibi İran’ı yeryüzünün cehennemi olarak da tasvir etmek doğru değildir. İran yönetiminin Suriye yönetiminden memnun olduğu biliniyor. Fakat bu memnuniyet “uygulama ve inanç boyutlu” değil de daha çok “ortak düşman”dan kaynaklanıyor. İran’ın “direniş cephesi” dediği hatta, Suriye köprü konumundadır. Özellikle Hizbullah ve Hamas’a birçok yardım Suriye üzerinden yapılmaktadır. Bu sebepten ötürü İran kendi işini kolaylaştıran Suriye yönetimini desteklemektedir. Suriye’de ortaya çıkan olayların ABD ve İsrail tarafından idare edildiğini düşünmektedirler. Suriye üzerinden Batı’nın kendilerine yönelik bir kuşatma hattı oluşturduklarını; bununla Hizbullah ile Hamas’a yapılan desteklerin önüne geçerek İsrail’in güvenliğini sağlamaya çalıştıklarını söylemektedirler.
İran, Suriye’deki olaylarda Batı’nın hesapları olduğunu ve bu hesaplar ekseninde bazı kesimlere silahların dağıtıldığını söylemektedir. İran’ın Suriye yönetimine silah ve asker yardımı yaptığı konusundaki bilgilerin dıgru olmadığını söylemektedirler. Fakat Suriye’den gelen bazı kişilerin söylemlerinde böyle bir yardım olduğu söylenmektedirler. Zaten son bir haftadır bazı İran gemilerinin Suriye’ye eğitim amaçlı gitmesi bu tür direk yardımların olduguna delalettir.
İran, Suriye’deki hareket içerisinde Müslümanların etkin olmadığını ve dünyaya aktarılan ölüm oranlarının abartıldığını; ölüm oranı haberleriyle Batı’nın Suriye’ye müdahale zemini aradığını düşünüyor. Olaylarda Müslümanların da öldüğünü belirtten bazı yetkililer bu ölümlerin durması ve reformların yapılması için Beşar Esad’a siyasi kanallar yoluyla bazı uyarıların yapıldığını söylemektedirler. Bu uyarılar yaptırım olarak değil de daha çok siyasi birer müzakere şeklinde olmaktadır.
İran içerisinde Suriye yönetiminin değişmesini isteyen bazı kişiler de var. Bu görüşte olanlara göre; Ortadoğu’da ortaya çıkan hareketlerin Suriye’de de olması çok doğal ve insanidir. Fakat Suriye’deki rejim değişikliğin “şu aşamada” olmasının uygun olmadığı ifade edilmektedir. Buna “Ortadoğu’daki halk hareketlerinin nasıl ve kimden yana olacağına dair daha net bir şeylerin ortaya çıkmaması” gerekçe olarak gösterilmektedir. Yani değişim geçiren ülkelerin ABD ve İsrail karşısındaki tavrı İran’ı ve Suriye politikasını etkilemektedir.
İran Suriye konusunda genelde “tek seçenek” (Beşar Esad) üzerinden düşünmektedir. Değişim seçeneğini ve sonrasını kendisi için tehlikeli görmektedir. Oysaki Beşar Esad’a İran’ın bu kadar güvenmesi ve onu desteklemesi risklidir. Nedeni ise; Esad yönetiminin kişisel ve menfaatçi tavrıdır. Evet, Suriye ABD ve İsrail’e karşıdır. Fakat bu karşı oluş İran gibi dini ve siyasi değildir. Sadece çıkarlar çatışmasından kaynaklanan bir düşmanlıktır. Yarın bu çıkarlar uyumlu hale geldiği zaman Esad’ın İran’ı bölgede yalnız bırakmayacağı ne malum. Ayrıca İran, Beşar Esad’a verdiği destekle bölgedeki birçok tevhidi duyarlılığa sahip insanın yanında eski itibarını kaybediyor.
Burada şunu da belirtelim ki; devlet politikalarının çıkar ekseninde olduğu bir dünyada müslümanca siyaset yapmanın zorlukları vardır. Bu zorluklar içerisinde yanlış yapmamak olanaksız gibi bir şeydir. İran devrimden sonra Batı’yı karşısına almış Doğu’dan da umduğu desteği tam anlamıyla bulamadığı için doğu ile batı arasında sıkışmıştır. ABD’nin de etkisiyle yalnızlığa itilmiştir. Günümüzde İran yalnızlığını gidermeye çalışmakta, bunun için sınır komşusu ülkelerle işbirliğine girmeye gayret etmektedir. Bu gayretler sırasında da bazen İslami ve ümmet kimliğiyle çelişmektedir. Bu çelişkilerin ortaya çıkmasında bu yalnızlık olgusu önemlidir. Günümüzde yaşanan ve “Arap Baharı” diye nitelenen olayları yakından izleyen İran, bu olayları lehine çevirerek bölgede yalnızlıktan kurtulmaya çalışmaktadır.
Bize dayatılan zalimleri ve zulümleri; devlet ve ulus çıkarlarına, renklerine, mezhebine ve yerlerine göre beğenirsek kendi değerlerimizle çelişiriz. Tıpkı İran’ın Rusya üzerinden Afganistan ve Çeçenistan ile Çin üzerinden Doğu Türkistan’daki Müslümanlarla Suriye üzerinden Ortadoğu’daki “tevhidi Müslümanlarla” çeliştiği gibi... Adil olmak ve adaletle hükmetmekle mükellef olan Müslümanlar, mezhebi ve ırki unsurları bir tarafa bırakarak İran’ın ABD ve İsrail karşısındaki İslami ve insani duruşunu destekliyoruz. ABD ve İsrail’in bölge içerisindeki Sözde Müslüman görünen uydu ülkelerin duruşlarını ve zulümlerini de kınıyoruz. Mezhebi ve çıkarcı algıları bir tarafa bırakarak yeryüzünde ezilen tüm Müslümanları gücümüz nisbetince sahiplenmek bizim İslami sorumluluğumuzdur. Bu minvalde ne Yemen ve Bahreyn’deki katliamlara sessiz kalınabilinir ne de Suriye ve başka ülkelerdeki Müslümanlara kayıtsız durulabilir. Zalimler içerisinde zalim beğenmek yanlış ise mazlumlar içerisinde mazlum beğenmek de yalnıştır.
İRAN’IN DIŞ POLİTİKASI
11 Şubat 1979 Devriminden sonra İran’ın dış politikasının belirlenmesinde “iç politika, din ve düşman algısı, anayasa maddeleri, petrol ve doğalgaz ile nükleer çalışmalar” önemlidir. Bunlara bakarak İran’ın dış siyasetini okuduğumuz zaman daha nesnel değerlendirmeler yapabiliriz.
İran’ın dış politikasında, komşularıyla ve özellikle Amerika ve Avrupa ile ilişkilerinde iç politikadaki aktörlerin etkisi yoğundur. Dönemsel olarak çizgi noktasında olmasa da tavır noktasında bazı değişiklikler olmuştur. Değişikliklerde; liderlerin, dış siyasetteki gelişmelerin ve İran’ın iç siyasetinin etkisi önemlidir. Irak- İran savaşının etkilerinin çok sıcak olduğu Rafsancani (1987-1997) döneminde komşu ülkelerle özellikle Rusya ile ilişkiler geliştirmeye başlayan İran, Sovyetler Birliği’nin yıkılışı sonrası bağımsızlığını kazanan Orta Asya ülkeleriyle iyi ilişkiler geliştirmeye çalışmıştır. Hatemi (1997-2005) döneminde İran, daha müzakereci ve esnek bir dış politika izlemiştir. “Büyük şeytan” olarak nitelendirilen Amerika ile diplomatik ilişkiler kurmamışsa bile bu dönemde polemikten mümkün mertebe uzak durmuştur. Ahmedinejad (2005--) ile başlayan dönemde Amerika ve İsrail’e karşı sert söylemler politikaya dönüşmüştür. İran üzerindeki baskıların yanında İran’ın sıkıntılı dönemlerini büyük oranda atlattıktan sonra gerçekleştirdiği siyasal ve teknolojik gelişmelerin de bu sertlik politikasında etkisi vardır.
ABD ile İran arasında bugüne kadar herhangi bir sıcak çatışma yaşanmadı. (Irak-İran savaşında perde arkasından böyle bir mücadele olmuşsa da bizzat karşı karşıya gelinmemiştir.) ABD-İran arasındaki ilişkiler daha çok polemikler düzeyinde ve Amerika’nın uluslararası alandaki ağırlığını kullanarak İran’a yönelik yaptırımlar uygulaması şeklinde tezahür etmektedir. Ancak son nükleer kriz dolayısıyla ABD, İsrail, Japonya ve Avrupalı devletlerin yeni yaptırımlar gündeme getirmeleri; diğer taraftan BM’nin daimi üyelerinden Rusya ve Çin’in bu yaptırımlara karşı olmaları İran üzerinde bir soğuk savaşın yaşanıldığına işaret etmektedir. Buna karşılık olarak İran, Latin Amerika ülkeleri ile ilişkileri geliştirmekte, Rusya ve Çin ile ekonomik ilişkilerini yoğunlaştırmaktadır. Bu yoğunlaşma beraberinde ekonomik-siyasi yakınlaşmayı getirmekle birlikte kamplaşmayı da ortaya çıkarmaktadır.
Reel ve küresel şartlardan dolayı Amerika, İran politikasında bir taraftan Ortadoğu’da ortaya çıkan yeni yönetimlerle iyi geçinmeye çalışmak ve İsrail’i koruma endişesini taşımaktadır. Diğer taraftan Çin, Rusya gibi devletleri doğrudan karşısına almadan İran’ın nükleer silah tehdidini ve Hürmüz Boğazı sorununu yumuşak bir geçişle çözmek için uğraşmaktadır. Amerika-İran arasındaki sorunlardan biri de bugünlerde tekrar gündeme gelen Hürmüz Boğazıdır. Boğaz, bütün bir dünyayı ciddi bir şekilde ilgilendirmektedir. Çünkü bölgedeki ham petrolün ve sıvılaştırılmış doğalgazın dünyaya sevk edilmesi için Hürmüz bogazı stratejik ve alternatifi olmayan bir geçiştir. Dünyadaki ekonomik durgunluğun devam ettiği bir dönemde İran’ın boğazı kapatması mevcut küresel ekonomik krizi daha da derinleştirecektir. İran, boğazın bu öneminden dolayı Amerika ve İsrail’in muhtemel saldırılarına karşı boğazı kapatma tehdidinde bulunuyor. Her ne kadar İsrail kışkırtıcı bir şekilde İran’a karşı savaşı istese de Amerika’nı şu an içinde bulunduğu ekonomik koşullar ve dünyadaki konjonktürel yapıdan dolayı böyle riskli bir sıcak çatışmaya giremeyecektir
İran İslam devriminden sonra yapılan anayasaya göre; sadece İran değil tüm dünya İslam’a göre yeniden şekillendirilmelidir. Nitekim anayasanın 10. bölümü dış siyasete ayrılmış ve 152–154. maddeler İran’ın dış siyasetteki duruşunu belirtmektedir: “İran İslam Cumhuriyeti dış siyaseti; her tür egemenlik kurmak ve egemenlik altına girmeyi reddetmek, ülkenin her alanda bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü korumak, bütün Müslümanların haklarını savunmak, egemenlik peşindeki güçlere karşı hiçbir taahhütte bulunmamak ve savaş açmayan devletlerle barışçı ilişkiler kurmak esaslarına dayanır.”(152) “İİC Beşeri toplumların tümünde insan saadetini, kendi gayesi bilir ve bağımsızlık, hürriyet, hak ve adalet yönetimini dünya insanlarının tümünün hakkı olarak tanır. Bununla beraber, diğer milletlerin içişlerine her tür müdahaleden tam olarak çekinmekle beraber, mazlumların zalimlere karşı haklı mücadelelerini dünyanın neresinde olursa olsun himaye eder.”(154)
İran anayasasında dış siyasette temel mihenk taşını taşıyan yukarıdaki iki maddenin de Müslümanlar açısından yeterli derecede uygulanmadığını görüyoruz. Hele ki Suriye örneğinde olduğu gibi. Özellikle altı çizili olan noktalar hakkıyla uygulansa İran’a yönelik eleştiriler (kasıt ve mezhebi aşırılıklardan dolayı yapılan eleştirilerin dışında) ortadan kalkar ve ümmet içerisinde gittikçe açılan makaslar daralırdı. Dünyanın neresinde olursa olsun İslam’a yapılmış bir saldırıyı kendilerine yapılmış sayacaklarını söyleyen ve bu yönde tavır alan İranlı yöneticilerin, dini söylemle Ortadoğu’ya yayılması, mezhebi ve ulus algılarının dışında İslami olduğu sürece herkesin desteklemesi gerekir. Bu anlamda “onlar yapmış biz yaptık” hesaplarının ötesinde “İslam kazansın” düşüncesiyle hareket etmeliyiz. İran’ın ABD ve İsrail’in bölgedeki etkinliğini azaltma çalışmaları; ABD-İsrail ve bazı Sünni görünümlü saltanatçı devletlerin tepkisine neden olsa da sahiplenmelidir. Geçmişten gelen Türk-Arap-Fars rekabetiyle ırklar, devletler ve tarihsel süreçteki Şii-Sünni mezhepsel kimlikler ekseninde meselelere bakmak düşmanların elini güçlendirmekten başka bir şeye yaramaz.
İran’ın dış politikasını belirleyen en temel konulardan biri de sahip olduğu “petrol ve doğalgaz” kaynaklarıdır. Zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarına sahip olan İran, bunun için uygun pazar arayışına girmektedir. Uygun pazar bulmak için düşman olduğu Amerika ve Avrupa’nın dışına yönelen İran, büyüyen Çin’e petrol ihraç ederek bu açığını kapatmaktadır. Çin ile İran arasındaki bu ticari ilişki Çin’in Ortadoğu pazarına girmesine, İran’ında Amerika ve İsrail karşısında güçlü bir müttefik kazanmasına zemin oluşturmaktadır. Çin’in yanı sıra diğer bazı ülkelere günlük 2.2 milyon varil petrol ihraç eden İran, petrol ihracıyla Batı’nın izolasyonunu aşıp uluslararasında yer edinmeye çalışmaktadır.
İran dış politikasında bir diğer önemli konu İran’ın “nükleer” çalışmalarıdır. İran, barışçıl ve enerji elde etmek amacıyla nükleer programı devam ettirdiğini her defasında ifade etse de başta Siyonist İsrail ve Emperyalist ABD’nin baskısıyla uluslararası kamuoyundan tepkiler almaktadır. Bu iki işgalci güç İran’ı hem İslami hem de gelişim potansiyelinden dolayı bölgede bir tehdit olarak algılamaktadır. Bu tehdit algısının en yüksek düzeyde olduğu ülke İsrail’dir. Bundan dolayı İsrail sürekli Amerika ve diğer Batılı devletleri İran aleyhine kışkırtmakta; İran’ın nükleer silahlara sahip olmasını engellemeye çalışmaktadır. İran’ın tehdit olma algısını Ortadoğu’daki devletlere de işleten ABD, diğer taraftan Suudi Arabistan ve diğer Arap emirliklerine muhtemel bir İran tehlikesine karşı silah satarak ekonomisindeki sıkıntıları atlamaya çalışmaktadır.
Sonuç olarak; yukarıda saydığımız gerekçelerden dolayı İran her ne kadar ABD- İsrail- İngiltere ve bazı Ortadoğu ülkelerinin oluşturduğu zalim cepheye karşı, içerisinde başka zalimlerin olduğu Çin-Rusya-Suriye hattında yer almaktadır. Bunun gerekçelerini de elimizden geldiği kadar sosyal-siyasi- ekonomik gerekçelerle izah etmeye çalıştık. İran’ı veya başka bir bölgeyi konuşurken olaylara mezhebi duygularla veya devletsel çıkarlarla yaklaşmaktan çok vahyin ekseninde ve ümmet çizgisinde okumanın Müslümanlara yararlı olacagını bilmeliyiz. Safların genel anlamda birbirine karıştığı dünyada olayları "Ey müminler, her davranışınızda Allah'ı sıkı sıkıya gözeten ve adalete bağlı şahitlik eden kimseler olunuz. Sakın herhangi bir gruba karşı duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya sevk etmesin." (Maide-8) ışığında okumanın hayırlı olacağını düşünüyorum. Bölgede ve özellikle Suriye’de emperyal güçlerin hesabı olduğu gibi Müslümanlarında bazı uyanış çabaları var. Rabbimizden dileğimiz emperyal güçlerin planlarına karşı Müslümanların uyanışı galip gelsin. Suriye olaylarına kayıtsız kalmak ve orada ölen insanlara duyarsız olmak ne kadar yanlış ise İran’ın (bize göre) onca zorluk içerisinde ister bilerek ister bilmeyerek düşmüş olduğu hata ve yanlışlıkları düşmanlığa varacak derecede eleştirmekte yalnıştır.
Allah’ım, bizi kardeşlerimizle imtihan eyleme…
Selam ve Umud ile...