Şükrü HÜSEYİNOĞLU
İSLAM COĞRAFYASI, TÜRKİYELİ MÜSLÜMANLAR VE ÜÇ TUTUM
Dünya istikbarı, Komünist blokun çökmesiyle birlikte, Amerikan emperyalizmi öncülüğünde İslam’ı ve Müslümanları yeni düşman olarak ilan etti ve planlarını İslam coğrafyası üzerine yoğunlaştırdı. Bu yeni konseptle birlikte Batı blokunun İslam coğrafyasına yönelik saldırı ve işgalleri birbirini izledi.
Batı blokunun yanı sıra, bu süreçte bölgesel güç olarak temayüz eden Rusya, Çin, Hindistan gibi güçler de işgalci olarak bulundukları İslam beldelerindeki baskı ve saldırılarını artırdı.
Soğuk savaş döneminden kalma “müttefiklik” ilişkisini bu süreçte de sürdürerek, Amerikan emperyalizminin hizmetinde bir savaş ve işgal üssü olarak işlev gören Türkiye, S. Arabistan ve benzeri “İslam ülkeleri”, bu süreçte güçlü ve bağımsız ülkeler olmanın (!) keyfini çıkardılar!
Evet, bugün İslam coğrafyası tam anlamıyla bir ateş topu. Müslüman toplumların bir kısmı emperyalist işgallerle kan ağlarken, bir kısmı da İslam dışı rejimlerin vesayet, baskı ve saldırılarına muhatap.
İslam’a ve Müslümanlara “NATO’nun yeni düşman konsepti” çerçevesinde açılmış ve kanlı şekilde sürdürülen savaşta bir NATO üyesi olarak fiilen Batı bloku safında yer alan bir ülkede yaşayan Müslümanlar olarak bizler hangi safta yer alıyoruz? Bizim açımızdan önemli olan, bu sorunun cevabıdır.
Bu çerçevede son dönemde Türkiyeli Müslümanların İslam coğrafyasında yaşananlarla ilgili aldıkları pozisyonları, ortaya koydukları tepki ve refleksleri değerlendirdiğimizde, üç farklı tutumun belirginleştiğini görmekteyiz.
Bugün bir kısım Müslümanların İslam coğrafyasında yaşanan hadiselere yönelik değerlendirme ve reflekslerinin, Türkiye’deki mevcut hükümetin pozisyonuyla eşgüdüm görüntüsü verdiğini, onunla paralel yürüdüğünü görmekteyiz.
Diğer bir kısım Müslümanların ise, emperyalizmin birincil hedefi konumundaki İran’ı tüm değerlendirmelerde merkeze aldıkları ve reflekslerini, İran’ın kendi güvenliği çerçevesinde geliştirdiği politikalara endeksledikleri görüntüsü içerisinde olduklarını müşahede ediyoruz.
Bu iki tutumun ortaya çıkmasında, her iki kısımda yer alan Müslümanların değerlendirmelerinde reel politik ve maslahat düşüncesinin baskın hale gelmesinin etkili olduğunu söyleyebiliriz.
Bir de, İslam coğrafyasının maruz kaldığı işgal, katliam ve baskı politikalar karşısında, “Müslümanların kardeş oluşu” (Hucurât 49/10), “Müslümanların bir saldırıya maruz kalmaları durumunda hep birlikte karşı koymaları gerektiği” (Şûra 42/39) şeklindeki Kur’ani ölçüleri, tüm reel politik ve maslahat hesaplarının üzerinde tutarak hareket eden ve tutumlarını şu veya bu ülkenin pozisyonuna göre değil, bu ölçülere göre belirleyen Müslümanlar vardır.
Bugünlerde söz konusu üç tutumun giderek daha da belirginlik kazındığını görmekteyiz. Filistin’de, Irak’ta, Afganistan’da, Suriye’de ve coğrafyamızın sair bölgelerinde yaşanmakta olanlar konusunda gösterilen refleksler ve takınılan tutumlar, kimin neyi öncelediğini net şekilde ortaya koyuyor.
Bakıyorsunuz sesleri epey gür çıkan ve Filistin, Suriye, Libya konusunda basın açıklamalarıyla, yardım kampanyalarıyla duyarlılıklarını taze tutan bir kısım mahalle sakini, söz konusu olan Afganistan ve Pakistan’daki ABD-NATO işgali ve katliamları olunca dut yemiş bülbüle dönüveriyor.
Şu son birkaç hafta içerisinde Afganistan ve Pakistan’dan en az dört defa katliam haberleri geldiği halde mahallemizin gür seslerinden bir çıt çıktığına tanık olmadık. Oysa aynı süre içerisinde Gazze ve Suriye ile ilgili birçok eylem ve basın açıklaması yapıldı.
Hatırlanacağı gibi Mayıs ayı sonunda Mavi Marmara’ya siyonist işgal çetesince yapılan kanlı saldırının yıldönümüydü ve bu vesileyle İstanbul Taksim’de binlerce kişinin katılımıyla bir eylem düzenlenmişti. Bu eylemden bir gün önce, NATO’nun Afganistan’ın Helmand eyaletinde 2’si kadın, 7’si çocuk 14 kişiyi katlettiği haberi gelmişti. Takip edebildiğim kadarıyla ne yazık ki o eylemde Afganistan’daki NATO katliamı gündeme bile getirilmedi.
Türkiye’de gerçekleştirilen son seçimlerden bir gün öncesinde ise, Pakistan’da ABD’nin insansız uçak saldırısıyla 15 kişi katledilmişti. Seçim zaferi konuşmasında çeşitli İslam beldelerinden söz eden AKP lideri Başbakan Tayyib Erdoğan haliyle NATO bünyesinde işgalin parçası olduğu Afganistan ve Pakistan’dan söz etmediği gibi, tepki ve reflsklerini iktidara endekslemiş görünen mahalle sakinleri de bu katliamı gündem etme gereği duymadılar.
Yine bakıyorsunuz bir kısım mahalle sakini, İran’ın yaşanan hadiseler karşısında aldığı pozisyonu tüm ölçülerin üzerine çıkararak olayları bu şekilde değerlendirme yoluna gidiyor. Bu sebeple de, mesela Suriye’de yaşanan Baas vahşetine açıkça tavır almaktan imtina edebiliyor, Baas’ın Muhaberat’ı tarafından Suriyeli Müslümanlarla ilgili üretilen komplo teorilerini gündem edebiliyor.
İslam coğrafyasının yaşadığı acılar karşısında, Müslümanlardan ve mazlumlardan yana ayrım yapmadan tavır almayı ve tepkisini ortaya koymayı bile başaramayan, reflekslerini vahyin ölçüleri yerine, Türkiye hükümeti veya İran’ın reel politik ve maslahat değerlendirmelerine endeksleyen mahalle sakinlerini, “iliştirilmiş / embedded duyarlılıklar” olarak gördüğümüz bu yaklaşımlarını gözden geçirmeye dâvet ediyoruz.