27-06-2017 01:51

İslam dünyasında “Dindar-Seküler Ulema” projesi

Bir yanda iktidarların emrine giren ulema, diğer yanda ‘terörist’ ilân edilenler, öte yanda ise yoğun medya bombardımanı altında kalarak dinî meselelere dair bütün referanslarını ve dayanak noktalarını yitirmeye başlayan şaşkın kitleler…

İslam dünyasında “Dindar-Seküler Ulema” projesi

İslam Dünyasında “Dindar-Seküler Ulema” Projesi

Taha Kılınç / Yeni Şafak

Katar krizi, Arap dünyasında ulema sınıfının siyasetçiler karşısında durduğu yeri göstermesi açısından da öğretici oldu. Az sayıda müstakil ilim adamı hariç, -bilhassa kurumsal olarak örgütlenmiş- din adamları, Katar’a uygulanan ambargoyu destekleyen beyanlarda bulundu. Buna Ezher Üniversitesi ve Suudi Arabistan Yüksek Ulema Meclisi dâhil. Suudi Ulema Meclisi, Katar’ın kuşatılma sebeplerinden biri olarak gösterilen Müslüman Kardeşler Teşkilâtı’nın (İhvân) ‘terörist’ faaliyetlerinden örnekler verdiği resmi bir açıklama bile yayımladı.

Kâbe’de kıldırdığı teravih namazının sonunda “Terörü destekleyen ve finanse edenlere” özel bir başlık açtığı duasıyla Şeyh Abdurrahman es-Sudeys, takipçilerini şaşırttı. Tam da Körfez ülkelerinin “terör listesi”nin duyurulduğu gün, Şeyh Sudeys’in Katar’ı kastettiği düşünüldü. Sudeys, 2013’teki askeri darbenin ardından yine Kâbe’deki cuma hutbesinde dönemin Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın Abdulfettah Sisi’ye desteğini övmüş, İhvân’ı da terörle ilişkilendirmekten çekinmemişti. Dolayısıyla Sudeys’in tavrı aslında şaşırtıcı değildi.

Suudi Arabistanlı iki önemli âlim, Muhammed el Ureyfî ve Âid el Karnî de Katar’a uygulanan ablukayı destekleyen açıklamalar yaptılar. Sosyal medya kullanıcıları, bu isimlerin siyasi baskı altında böyle konuşmak zorunda kaldıklarını düşünse de, henüz buna mecbur kaldıklarına dair herhangi bir işaret de belirmiş değil.

Kervana Mısır’dan, Kuveyt’ten, Libya’dan ve hatta Moritanya’dan bile katılan önemli isimler oldu. Hepsi de, içinde Yûsuf el Karadâvî’nin de bulunduğu “terör listesi”ni onaylayan, Katar’ın ablukaya alınmasını destekleyen beyanlarda bulundular. Mısırlı ünlü davetçi Amr Hâlid’in “Devletim ne yaparsa onaylıyorum” şeklindeki sözü ise, hepsinin üstüne geldi.

Katar ablukasının açıktan desteklenmesi, İhvân ve Hamas’ın terörist ilân edilmesi ve Mısır darbesinin de benimsenmesi anlamına geliyor. Böyle bakınca, Arap ülkelerindeki ulema sınıfı ve dinî kurumlar da, aslında dünya görüşü açısından birbirinden ayrışmış oldu. Çoğunluk, “Siyasal İslâm”ın karşısında yer aldığını deklare etti; yöneticilerin kendi politik hesapları uğruna oluşturduğu çerçeveyi sorgulamadan onayladı. Adeta önlerine koyulan boş kâğıdı imzaladı.

Siyasi iktidarların ve monarşilerin yapmak istediği tam da buydu: Din adamlarının kendilerine itiraz etmeyecek, siyasi kararlarını tasdik edecek ve benimseyecek bir çizgide durmaları. Katar krizi, bu amacı tam olarak gerçekleştirmiş görünüyor. Az sayıdaki “ayrık otu” da “terör destekçisi” olarak yaftalanıp mahkûm edilecek.

***

Katar krizinde konsensüs sağlanmış olsa da, Arap yöneticiler, ulema sınıfının gelecekteki başka meselelerde ‘sorun’ çıkarmasının tamamen önüne geçmek için, medya gücünden de destek alıyor. Siyasi iktidarların emriyle sadece övgü ve destek yayını yapan basın-yayın organlarının dışında, bir de “tabuları yıkma” adı altında dinî meseleleri sınırsız ve ölçüsüz biçimde tartışan medya kaynakları mevcut. Özellikle “Siyasal İslâm” olarak isimlendirilen akıma savaş açmış durumdaki bu kaynaklar, yayınlarıyla kitleleri yönlendiriyor, değiştiriyor, törpülüyor.

Mısır’da İhvân iktidardayken Muhammed Mursi ile ilgili birçok yalan haberi süzmeden yayınlayan El Arabiya televizyonu, müstehcenliğin sınırlarını zorlayan MBC kanalı, aynı çizgiyi izleyen Sky News Arabia ve bu medya gruplarının yazılı ve dijital ürünleri, muazzam bir kamuoyu çalışmasıyla meşguller. Katar merkezli El Cezire, bu medya savaşında durduğu yer sebebiyle de hedefte.

***

Dinî canlılığın ve eleştirel düşüncenin siyasi hırslar için tamamen yok edilmesinde, Araplar Mısır örneğini takip ediyor. Zaman zaman “İslâm dünyasının en eski aktif eğitim kurumu” olarak anılan Ezher’e ev sahipliği yapan Mısır, ulema sınıfının zapturapt altına alınması noktasında ibretlik ve dikkat çekici bir numune teşkil ediyor.

Askeri darbenin ardından hutbeleri merkezileştiren Sisi yönetimi, bu ramazan ayından itibaren de hoparlörle cami dışına Kur’ân kıraatı ve vaaz-hutbe yayınını durdurdu. Gerekçe olarak “gürültü kirliliği” ileri sürülse de, bu adım daha çok, camilerin “nefes alan ve hayat veren merkezler” olma özelliğini yok etme girişimi olarak yorumlanıyor. Ezher Üniversitesi’nin de “din dilini ıslah” adı altında birçok ayet ve hadisi müfredattan çıkardığı ya da yorumunu gündeme adapte ettiği zaten biliniyor.

Mısır’da dinî tefekkür ve fikrî üretim, siyasi iktidarın sert müdahaleleri yüzünden durma noktasında bugün. Darbe yönetimine adapte olan kişi ve gruplar ise -kimliğine bakılmaksızın- sonsuz itibar ve izzet u ikrama nail oluyor.

Körfez Arapları ve onları izleyen ülkeler de, din adamları sınıfını Mısır örneğine uydurma peşinde. Bu aynı zamanda, İslâm’ın duvarlar arkasına hapsedilmesi ve güncel hayata dair herhangi bir dinî referansın ortaya koyul(a)maması demek. Bir tür “dindar ama seküler ulema üretme projesi” de diyebiliriz.

***

Bir yanda iktidarların emrine giren ulema, diğer yanda ‘terörist’ ilân edilenler, öte yanda ise yoğun medya bombardımanı altında kalarak dinî meselelere dair bütün referanslarını ve dayanak noktalarını yitirmeye başlayan şaşkın kitleler… Arap (ve İslâm) dünyasının gelecek nesillerini, İslâmî kimlikle ve İslâmî siyasetle ilişki bakımından oldukça karmaşık ve fırtınalı bir süreç bekliyor.

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !