
Murat KURTULDU
İSLAM, MUHAFAZAKARLIĞI ONAYLAR MI? -I-
Muhafazakarlığın Tarihsel Serüveni – Bu coğrafyadaki karşılığı
Yıl 1789. Güçlü monarşilerce yönetilen kıta avrupasında ilk kez topyekün bir baş kaldırı hareketi tüm dünyanın gözlerini Fransa’ya çevirmiştir. Yüzlerce yıllık Fransız kraliyet geleneği ona karşı oluşan öfkeli kalabalığın taleplerini karşılayamamış ve monarşi ilk kez topyekün giyotinle tanışmıştır. İhtilal öylesine büyük bir korku doğurmuştur ki Avrupalı ülkeler Fransa’ya askeri müdahalede bulunmak zorunda kalırlar. Tüm itirazlara rağmen ihtilal Avusturya, Osmanlı, İngiltere gibi Avrupanın çok uluslu imparatorluklarını sarsacak bir sürecin başlamasına neden olur. Hatta devrimin ardından Napolyon’la beraber Fransa’da yeniden monarşi egemen olsa da artık dünya için bambaşka bir süreç başlamış; yüzlerce yıllık yerleşik monarşi kültürü zarar görmüştür.
İşte bu kaosu ufak tefek sıyrıklarla sadece İngiltere’nin atlatabildiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Karşı kıyısında son derece ürkütücü bir değişim yaşanırken İngiltere, Edmund Burke’nin tanımıyla “muhafazakarlık” refleksine sığınmıştır. Burke, her liberal gibi çağın gerekliliklerini taşıyacak yeniliklere açıktı. Ancak temel dinamikleri sarsacak ve elit / yönetici zümreyi tasfiye edecek hiçbir gelişmeyi olumlamıyor, bunu muhafazakarlığa karşı düşmanca bir tavır olarak görüyordu. Toplumun yerleşik değerleri; sosyal katmanları inşa eden tanımlamalar yani statüko kaosa karşı korunmalı, aksi her türlü girişimse durdurulmalıydı. Edmund Burke’nin ilk kez yüksek sesle söylediği ve artık dünyada siyasal ve sosyolojik bir vakıa tanımı olarak muhafazakarlık işte bu şekilde gündemimize girdi. Aslında muhafazakarlık çok temel bir sosyolojik ilkeye yaslanır: toplumlar “değişim”e karşı dirençlidirler. Direncin kuvveti ise değişimin boyutuna bağlıdır. Planlı, zamana yayılmış; toplumun temel değerlerine karşı düşmanca bir görünüme sahip olmayan talepler daha kolay kabul edilse de “inkılabî” bir değişim her zaman açık bir çatışma gerekçesidir. Sonuçta muhafazakar algı için asıl olan varolan toplumsal yapının “mevcut haliyle sürekliliği”dir. Ahlakilik, topluma kimlik kazandıran değer yargılarını inşa eden inançların sıhhati gibi “niteliği” belirleyen hiçbir etken muhafazakarlık için ana ekseni ifade edemez.
Muhafazakar teoriyi topyekün tartışmaya açmıyoruz ancak muhafazakarlığı toplumun değişime karşı direnci olarak okuduğumuzda şu iki nokta öne çıkıyor: Birincisi muhafazakarlık mevcut durumu yani statükoyu besleyen ana unsurdur. İkincisi ise inkılaplar Fransız ihtilali örneğinde olduğu gibi başarılı olursabu kez “muhafazakarlaşma” tehdidi ile karşılaşırlar. Nitekim Fransız ihtilali önceleri muhafazakar monarşi değerlerine karşı bir başkaldırı olsa da sonradan jakoben görünüm daha da güçlenmiş; ihtilale karşı tehdit olarak görülen herkes dinlemeden cezalandırılmış, yani ihtilalin kendisi muhafazakarlaşmıştır.
Muhafazakarlıkla ilgili bir yanlış anlamayı da yeri gelmişken düzeltelim: Muhafazakarlık islam’a ait bir kavram değil.Muhafazakar / gelenekçi gruplar her bölgenin yerleşik değerlerine sıkıca tutunmuş sosyal katmanı ifade eder. Söz gelimi Türkiye’deki muhafazakarlıkislami motiflere sahipken Amerika’da konservatif / gelenekçi yapılar hrıstiyan kültüründen beslenir. Bu yönüyle muhafazakarlık çoğunlukla sonradan seçilen ideolojik bir tercihten çok duygusal bir bağ ve milliyetçilik gibi kültürel bir refleks olarak düşünülmelidir. Diğer taraftan muhafazakarlık yerleştiği toplumun tarihsel köklerinde iyi-kötü her ne varsa hepsini içerir. Türkiye için konuşacak olursak muhafazakarlık islami bazı tonlar taşısa da arka planda Osmanlıya dek uzanan türk milliyetçiliğini, anadoludaki yerleşik geleneksel zihni ve pratik yansımalarını içerir.
Tevhidi Mücadele ve Muhafazakarlık
Muhafazakarlık ve İslam ilişkisine geçmeden önce muhafazakar kimliği üzerinde durmalıyız. Genel kanının aksine muhafazakarlık doğrudan siyasal bir tarafla, örneğin sağcılıkla ilişkilendirilemez. Çünkü değişime karşı direnç toplumun her katmanında görülebilir. Söz gelimi derin devletin ve statükonun kabuk değiştirdiği bu dönemde değişime karşı itiraz en çok ulusalcı-kemalist çevreden yükselmekte. Yine dini gerekçelerle muhafazakarlaşan bireyler olduğu gibi mevcut statükodan beslenen yönetici elit zümre de –modern görünümlerinin altında- muhafazakar reflekslere sahiptir.
Değişimin rahatsız ettiği muhafazakarların bu davranışlarına sebep olanpsikolojiye de ışık tutmak gerekiyor. Muhafazakarlıkinsanın belkide en belirgin zaafı olan “bilinmeyene duyulan korku”dan beslenir. Bu duygu, bilinen / keşfedilmiş olana karşı güveni arttıracağı gibi aslında itirazları olsa bile “ehveni şer” düşüncesiyle statükoyubenimsemesini hızlandıracaktır. Muhafazakarlıkvarolan toplumsal düzeni, “en iyi, en ahlaklı ya da en ideal” olarak görmese de devamlılığını arzular.
Muhafazakar itirazın en çarpıcı örneklerinden biri de Hz. Muhammed'in davetine karşı Mekke’nin müşrik oligarşisinin tutumudur. Mekke’nin güç ve iktidar sahibi aristokratları Resulullah’ın mesajına karşı son derece “muhafazakar”ca bir tavır ortaya koymuş; değişime karşı statükonun yanında yer almışlardır:
"Onlara: `Allah'ın indirdiği hükümlere uyun!' denildiğinde onlar `Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız' dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, hakikati de bulamamış idiyseler?" (Bakara sûresi:170)
Kur’an’daki bu ayet Mekke’nin müşrik yöneticilerinin muhafazakarlıklarınıadeta belgeler. Geçmişten gelen birikimi hiçbir değerlendirme yapmaksızın kutsallaştırmak ve yeni olanı dinlemeden inkar eden bir tavırdır bu. Kuşkusuz muhafazakarca bir direnç tıpkı bugün olduğu gibi ait olduğu toplumsal yapının inanç referanslarından güç alır. Bu nedenle Resulullah ile Mekkeli müşrikler arasındaki ilk kavganın temel inanç konuları üzerinden başladığını görebiliriz. Nasıl inanılacağı, inancın bireye yüklediği sorumluluklar gibi her alt başlık muhafazakar tepkinin direnç noktalarını oluşturmuş; Resulullah’a karşı Mekkelileri organize bir mücadeleye sürüklemiştir.
Muhafazakarlığın inançla ve yerleşik değerlerle ilişkisi inkar edilemez. Ancak muhafazakar tepkinin sadece bunlara tutunduğunu söylemek eksik hatta hatalı olacaktır. Muhafazakarlık aslında bu değerlerin oluşturduğu toplumsal düzene ait sınıfsal unsurları önemser, statü ve ünvanlarıninşa ettiğisosyo-ekonomik değerleri korumayı amaçlar. Nitekim Resulullah ile mücadele eden Mekkeli müşriklerin inançların ötesinde böyle bir kaygıyı taşıdıklarını Kur’an bize haber verir:
“Ve dediler ki: Doğru söylüyorsun, ama biz sana tâbi olup o doğru yolu tutarsak, yerimizden yurdumuzdan olur, burada barınamayız" (Kasas 57)
Toplumdaki statüden olmak, kalabalıklar tarafından kınanmak ve prestij kaybederek güven ortamının yerini kaosa bırakması muhafazakarlığın büyük korkulardır. Hz. Muhammed’in öne sürdüğü düzen işte bu ilişki biçimini tepeden tırnağa yeniden dizayn edecek bir içeriğe sahiptir. Resulullah’ın sosyal, siyasal ve ekonomik talepleri Mekke önderlerini hoşnut etmemiş; onların öteden beri devam eden gelir ve itibar ilişkilerini ortadan kaldırmayı hedeflemiş ve yepyeni bir “insan” tanımı ortaya koymuştu. İşte böylesi bir durumda müşrikler tıpkı tevhid mücadelesinin diğer inkarcı toplulukları gibi “geleneğe” tutunmuş; devam eden statükonun yıkılmasına izin vermeyecek “muhafazakarca” bir tavrı diğer bir değişle “atalar dinini” sahiplenmişlerdir.
Kur’an’ın pek çok yerinde farklı zaman dilimleri ve farklı kıssalarda anlatılan bu tablo aslında değişmez bir gerçeği ortaya koyar: Toplumlar varolan düzenin ve başkalarının zulme uğraması pahasına oluşturulmuş sosyal dengenin devamından yanadırlar. Resuller bu tepkiyi kıracak bir tebliğ ve daveti ortaya koysalar da çoğu kez statükonunzalimce tutum ve davranışlarıyla karşılaşırlar. Davete kulak asmamak, itirazını mantıklı bir dayanak noktasına oturtmak yerine geleneğe sığınmaksa en sık karşılaşılan muhafazakar tepki ve statükonun taraftar bulduğu meşruiyet alanıdır:
“Hayır, ‘atalarımızı bir yol üzerinde bulduk ve biz onların öğretilerini izliyoruz’ dediler. Tıpkı bunun gibi, senden önce, bir kente her ne zaman bir uyarıcı gönderdiysek kodamanları, ‘Atalarımızı bir yol üzerinde bulduk ve biz onların öğretilerini izliyoruz’ derlerdi. O da, ‘Size, atalarınızı üzerinde bulduğunuzdan daha doğrusunu getirmiş isem de mi?’ derdi. Onlar da, ‘Sizin getirdiğiniz mesajı inkarediyoruz’derlerdi.” (Zuhruf 22-24)
Muhafazakarlığı sadece islama karşı açık bir inkarcı tutum olarak yorumlamak doğru olmayacaktır. İslam’a karşı doğrudan cephe alanların tepkileri Kur’an’ın aktardığı müşriklere ait tavırlarla örtüşse de artık sosyal dokunun –görünürde de olsa- şekil değiştirdiğini söyleyebiliriz. Kendini islamla tanımlayan, geleneksel olarak köklerini islamla anlamlandıran büyük bir kitle ile karşı karşıyayız. Böylesi bir ortamda muhafazakarlık da islami bir görünüme bürünmüş; hatta “olumlu” bir değer olarak sahiplenilmiştir. Görünürde batılılaşmaya karşı bir itiraz ve geleneksel değerlerin erezyonunu durdurma çabasına sahip olsa da muhafazakarlık düşünsel çabayı donuklaştıran ve bireyi körleştiren bir din algısı üretir. Milliyetçilik, ümmet bilincinin yitirilmesi, mezhepçilik, geleneksel din algısına getirilen her itirazı koşulsuz reddeden tutucu ve çağa söz söyle/ye/meyen yaklaşım muhafazakarlığın doğal sonuçları olarak görülmelidir.
Özetle muhafazakarlık kavramsal olarak çok uzun bir tarihe sahip olmasa da toplumun değişime gösterdiği refleks olarak insanlık tarihinin başından beri varolagelmiştir. Bireyi duygusallaştırarak her teklif ya da davete karşı öfkeli bir dirence sokan bu yaklaşım bir bütün olarak tevhidi mücadele tarihinin her döneminde kendini belli eder. Kur’an’ın anlatımıyla Hz. Muhammed’e karşı aynı muhafazakar refleksleri gösteren müşrik Mekke toplumuysa bu sürecin en açık ve çarpıcı örneklerindendir. Mevcudu korumak, batıl inançların kazandırdığı statüyü kaybetmemek ve toplumun süregelen “düzen”ini dengede tutmak için ortaya çıkan bu tavır; aslında İslam’a ait değil bilakis karşısındaki nefsani duruşun adıdır. Buna rağmen Müslümanların muhafazakarlaşması gerçekten tartışılması gereken son derece ilginç bir süreç gibi görünüyor. Muhafazakar algının ürettiği siyasal ve ekonomik perspektif ise ayrı bir başlıkta derinlemesine tartışıldığında görülecek ki son yılların ılımlı islam anlayışının yanı sıra Müslüman bireyleri yozlaştırarak “modernleştiren” de aynı muhafazakarlık zeminine yaslanmaktadır.