Murat KURTULDU

22 Eylül 2011

KIVILCIM ÜFLEME SANATI

İnternette dolaşırken Ali Murat Daryal’ın tebliğ ile ilgili ilginç bir sözüne rastladım:

“Kıvılcım üfleme sanatı. Fazla üflersen söndürür, az üflersen yanmaz.”

Gerçekten de tebliğin karşıladığı anlamı çok iyi anlatıyor bu ifadeler.. Kelime anlamıyla tebliğ her ne kadar belirli bir amaca odaklı bilgileri muhatapla paylaşmayı, onu İslam çerçevesinde bir kavrayış sahibi kılmayı hedeflese de aslında “iletişim”in çok özel bir çeşidi durumunda.

İnsan psikolojisini bilmenin, onu kuşatan koşulları anlamanın daha doğrusu varlığına bugün için anlam kazandıran yaşam tarzını kavramanın gerekliliği tebliğde daha da belirginleşiyor.. Sadece entelektüel düzlemde birikim edinmiş olmak, belirli kavramsal çözümlemeleri mükemmel yapıyor olmak ne yazık ki tebliğ için yeterli değil.

Kuşkusuz bu problemleri oluşturan en büyük etken “tebliğ”i insanın özbenliğine dönük bir hitap olarak algılamak yerine çeşitli kalıplara sığdırıp basit bir bilgilendirme süreci olarak düşünmek yatıyor.. Tarihin pek çok evresinde Müslümanlar bu algı karmaşası nedeniyle gerek kendi aralarındaki iletişimde ve gerekse de farklı inançlara müntesip insanlara islamı anlatırlarken tebliğin bir iletişim olduğu gerçeğini fark edememişler… Hangi inanca gönül verilmiş olursa olsun insan kendi özünde gerçeğe ilişkin bir kıvılcımı sürekli korur. Ancak asıl önemli olan o kıvılcımı gerçeğe özlemle şekil verip bir yangına ve dönüşüme sürüklemekle ilgilidir.. İnsanı bir makine ya da mantık küpü olarak değerlendirmenin ötesinde “zaafları” dikkate alarak iletişim kurmayı gerektiren bu durum doğal olarak belirli bir özeni, birikimi de gerekli kılar.

İşte tam bu noktada tebliğin ardında, onu amacına yakınlaştıran ana faktörler ön plana çıkıyor.. İletişimi anlamlı kılan, onu basit bir bilgilendirme olmaktan çekip çıkaran gerçek anlamda eğitim faaliyetine dönüştüren unsurlar..

Bu unsurlar kimi iletişim kalıplarından öte bir vizyonu ifade ediyor. İnsana nasıl bakılması gerektiğinden, onun ihtiyaçlarına verilecek cevaplara dek birçok önemli püf nokta üzerinden geliştirilen bir vizyon. Ne yazık ki bugün bu vizyonu gerçek anlamda oluşturabilenler, kapitalist bir çağda insana seslenip duyargalarını hareketlendirenler bu çağın oluşturucuları “kapitalistler”.. Adeta kutsal bir görev gibi (ki onlar için öyle) arz-talep ilişkisi çerçevesinde bireyi bu kültürün bir parçası kılmanın yollarını arıyor ve buluyorlarda.. Popüler kültürün toplumun farklı katmanlarını nasıl dönüştürebildiğini, bilinçli bireylerin bile zaman zaman tüketim çılgınlığı karşısında kendine nasıl hakim olamadığını düşünün. Söz konusu bir çikolata ya da bir başka ürün / hizmet olmasına karşın ürünün / hizmetin reklamının kullanıcıyı kendisine aşık eden (reklamcılar buna evangelist tüketici / kullanıcı diyorlar) en önemli faktörü “sıradan” bir ürünü “ateşleyici kelimeler” ve “doğru görseller”le birleştirmesiyle ilgili. Kullanıcının zihninde ürünle ilgili oluşan “sıradışılık, güven, ucuzluk” gibi her imge onun satın alma mekanizmasını dayanılmaz biçimde bombardıman ediyor. Aslında bu tüketim çılgınlığını bir anda yükselten, tüketicinin ihtiyaçlarını belirleyip satın almasını destekleyen süreç üç ana unsurun çok iyi analizi ve birbiriyle olan irtibatından geçiyor:

Ürünün / hizmetin öne çıkan özelliklerini iyi tesbit etmek + Kullanıcının / tüketicinin konuyla ilgili hassasiyetlerini, kaygılarını, korkularını, zaaflarını belirlemek + Ürün imajını tüketicinin hassasiyetlerine göre yeniden oluşturup, ürünü “sıradan” olmaktan çıkarıp tüketici için “güvenli, dikkate değer, sıradışı vs.” haline getirecek doğru kelimeleri / imgeleri doğru görselliklerle birleştirip anlamlı bir kompozisyonla bir araya getirmek.

Tüm bunlarda insanı doğru anlamakla başarılabiliyor.

***

Bir giriş olmasını planladığım bu yazıda aslında bir anlamda iletişimi oluşturan unsurlar üzerine yoğunlaşmayı düşünüyordum, sanırım henüz başaramadım

Kendi kendime soruyorum: “ürününü / hizmetini satmak için potansiyel müşterisini en küçük ayrıntılarına dek sorgulayan, ihtiyaçlarını hatta gizli yönelimlerini ortaya çıkaran sonra da buna uygun imaj yaratarak tüketimi tetiklemeyi becerenler” kadar olamayacak mıyız?

Bir Müslüman olarak sadece dışa dönük değil kendimizle ailemizle ve komşularımızla iletişim kurarken söylediklerimizi / yaptıklarımızı / kurguladıklarımızı gerçekten düşünüyor, planlıyor ve muhatabı dikkate alarak mı oluşturuyoruz? İnsanı en çok incelemesi gereken, çağın gereklerini yapay da olsa yaratılan dünyanın yapı taşlarını en iyi bilmesi gerekenler Müslümanlarken “ahlaki” hedeflerden yoksun kapitalistler nasıl olupta çok daha mükemmel analizlere imza atıyorlar??

Bir perspektifsizlik içerisinde boğuluyoruz.. Paylaşımın, üretkenliğin, birlikteliğin yani “ben” dışında söz edebileceğimiz her aktivitenin ana unsuru / harcı olan iletişime yeterince önem vermiyoruz.. Sadece bireysel bazda bir problemden söz etmiyorum..

Aksine bu “iletişim”sizlik en çok bizlerle oluşan kurumların yani derneklerin vakıfların sivil toplum kuruluşlarının sorunu.. Ne yazık ki popüler kültürün çok iyi kullandığı, çeşitli duygusal çağrışımları etkili görsel enstrümanlarla birleştirerek kitleleri yönlendirmeyi başardığı grafik tasarım alanında müslümanlar henüz ilk adımlarını atıyorlar. Şöyle düşünelim: hangi vakıf, dernek ya da kurum savunduğunu söylediği konuda veya halkı bilgilendirmeyi hedeflediği alanda doğru bir hedef kitle analizi yaptı? bastığı broşürlerinde, web sitesinde ya da dışa dönük çalışmalarında hangi kurum bu analizlerin sonuçlarına uygun görselleri “ateşleyici kelimelerle” anlamlı bir kompozisyonda birleştirmeyi düşünüyor? Maalesef sözünü ettiğimiz süreci önemseyen, aslında karşısında olduğumuzu sık sık vurguladığımız popüler kültürün halk nezrinde bu denli önemli hale getiren en temel araçlardan biri olan görsel tasarımı / reklam - tanıtım konseptini oluşturabilmiş bir kurumdan söz etmemiz çok zor.

Oysaki müslümanlar görsel tasarımı salt ticari bir formatta düşünmekten vazgeçip, ideallerini, bakış açılarını, bilgilerini, kaygılarını kullanıcıya aktarmak, bunlar için “sanatsal yaratıcılığı teknoloji ve doğru perspektifle ile birleştirmek” adına ciddi ciddi düşünmeliler..

Kıvılcımı yangınlara dönüştürmek istiyorsak önce iletişimin doğasını yeniden keşfetmeliyiz…