24-02-2008 15:11

İtinayla proveke edilir!

“Alışveriş tapınağında namaz” ya da “akü suyu ile cihad” derekesine kadar indi provokatif “haberler”. Belki haberler haber de, olaylar provokasyon; bilemeyiz. Bildiğimiz ise şu: Basının mazisinde kurgulamacaya dair yığınla malzeme var.

İtinayla proveke edilir!

Yeni Şafak'tan Taceddin Ural, anlı şanlı türk medyasının bitmek bilmeyen "provokatif" haberciliğiyle ilgili bol örnekli bir yazı kaleme almış. Okumakta fayda var:

Sözlüklerde; provokasyona dair en masum tariflerden birisi, “mevcut dengeyi bozacak bir unsurun sisteme dahil edilmesi” diye geçiyor. Türkiye özelinde hemen bir fikir vermesi bakımından hatırlatacak olursak, Demokrat Parti döneminde, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden Musevi asıllı Alman Profesör Ernst Hirsch'in önerisiyle “Atatürk'ü Koruma Kanunu” çıkartılması girişimi vardı. Konuya dair tartışmaların baş gösterdiği sırada, ilginç bir zamanlamayla “Ticaniler” türemiş, bunlar elde nacak, balyoz ne buldularsa heykellere saldırmaya başlamışlar, olaylar basında genişçe yer almıştı. Bu gelişmeler üzerine “kişiye özel kanun olmaz” diyenler susmak zorunda kalacak ve kanun kolayca çıkacaktı.

YASAKÇILARA “MECZUPANE” GEREKÇE

Eski ANAP'lı Milletvekili Bülent Çaparoğlu da, Meclis Hatıraları'nda benzer şeyleri yazıyor. Merhum Turgut Özal'ın girişimiyle TBMM 11 Nisan 1991'de, laiklik karşıtı düşüncelere nefes aldırmayan meşhur TCK'nın 163'üncü maddesini kaldırmıştı. Bu rahatlamanın ardından bazı DYP'liler ve ANAP'lılar ile SHP'liler Terörle Mücadele Kanunu'na 163'ün işlevini görecek bir hüküm koyma girişimi başlatmışlardı. “Laikliği hedef aldığı” iddia edilen bir toplantıya katılanlar iki yıl hapisle cezalandırılacaktı. Kamuoyu, basın aracılığıyla hararetli bir şekilde gelişmeleri tartışırken, 10 Kasım 1994'te Anıtkabir'deki törenlerde birisi ortaya atılmış, bağırarak Tekbir getirmişti. Basın da, düzenlemenin ne kadar gerekli olduğunu yazmaya başlamıştı. Peki acaba, 9 Kasım 1994'te ne olmuştu? Meclis Adalet Komisyonu o gün güya varılan mutabakat gereği, tepkileri dikkate alarak yasanın özgürlükleri daraltmayacak şekilde çıkması için toplanacaktı. Fakat, “ne olduysa oldu” DYP ve SHP'li üyeler gelmediği için komisyon 9 Kasım'da toplanamadı. Ertesi gün de malum gösteri yaşanınca, “özgürlükler kısıtlanmasın” diyenler azınlıkta kalmışlar ve böylece TCK'ya 163'ün benzeri sokuşturulabilmişti.

ERBAKAN'IN ARKASINDAKİ TABLO

Başbakanlık muhabiriyken şahit olmuştum olan bitene. Tarih 28 Haziran 1996'ydı. Refah Partisi, Doğru Yol Partisi ile hükümet kurmada anlaşmış, Başbakan Necmettin Erbakan kabineyi onaylatmak üzere Köşk'e çıkmıştı. Bizler de, çıkış kapısındaki küçük binada açıklama yapılmasını bekliyorduk. Bu sırada kürsünün arkasında bir hareketlilik yaşanıyordu. Birkaç foto muhabiri ve kameraman, duvardaki Atatürk portresinin orada “bir şeyler yapıyorlardı”. Biri, “tamam oldu” dedi. Baktım, çerçeve belli belirsiz yerinden oynamıştı. Çerçeve ile kürsü arası o kadar dardı ki, orada kim dikilse büyük bir ihtimalle tabloya çarpacaktı. Tam bu sırada Erbakan geldi, kürsünün arkasına geçti, alan dar olduğu için de “kurgulandığı” gibi tabloya temas etti ve… Final! Gazetecilerden bazıları bağırdı: “Sayın Başbakan Atatürk resmi düşüyor!” Erbakan da, gayri ihtiyari geri döndü ve -yerinden gevşetildiği için- gerçekten de düşmek üzere olan tabloyu tuttu. O gece televizyonlar, ertesi gün de gazeteler bu görüntü ve fotoğraflarla doluydu. Merak eden, “o görüntü” münasebetiyle yazılan fotoğrafaltları ve sair köşelerdeki yorumlara arşivlerden bakabilir…

Milletvekili “tekbir alırken”

Bülent Çaparoğlu, orta öğretimdeki derslerde dinî bilgilerin bazılarının uygulamalı gösterilmesini düzenleyen bir önerge vermiş; basın da, “Sınıflarda namaz kıldıracaklar” diye ayağa kalkmıştı. O günlerde Güneş Gazetesi Çaparoğlu ile bir röportaj yapmıştı. Görüşme sırasında foto muhabiri, Bülent Çaparoğlu'na “Efendim saçınızı düzeltin de bir fotoğrafınızı çekeyim” demiş, o da saçlarını düzeltmek üzere iki elini yüzüne doğru yaklaştırırken flaş patlamıştı. O an bu duruma bir anlam veremeyen Bülent Çaparoğlu, ertesi gün, 7 Kasım 1990 tarihli Güneş'in manşetinde “tekbir alır” gibi çıkan fotoğrafının altında şu başlığı okuyacaktı: ANAP'lı Çaparoğlu: Okullarda namaz inşallah kılınır!

Say ki 1936'dayız…

Yaklaşık on gündür, İstanbul'da bazı apartman kapılarına “Allah” lafzının yazıldığı, bunun da “mahalle baskısı”na delil olduğu yazılıp çiziliyor; failler ise elbette bulunamıyor! Abdullah Yıldız'ın Sanal İrtica kitabına aldığı şu habere nasıl bakmalı peki? “Tarih tekerrür ediyor” mu, “Aman ne bayat numara” mı? “Bursa - Bugün Mustafa Kemal Paşa kazasında büyük bir hadise olmuştur. Bazı evlerin kapısına 'Dininizi unutmayın' yaftaları yapıştırılmıştır. Meselenin bir yobaz tarafından yapıldığı zannedilmektedir.” Cumhuriyet Gazetesi, 23 Ekim 1936

Üniversiteye mescit ha!

Peyami Safa'nın Din-İnkılâp-İrtica kitabında var. Aralık 1959'da, İstanbul Üniversitesi öğrencileri bodrum katta bir mescid açıyorlar. Gazeteler peşpeşe haberlerle konuyu sayfalarına taşıyor. Kimi, öğrenci yokken mizansenle namaz fotoğrafı çekiyor, kimi de cemaatin rükua vardıkları anın fotoğrafını manşet yapıyor. Nihayet 1960 Şubatı'nda mescid kapatılıyor. Yeni göreve gelen Rektör Sıdık Sami Onar, kapatmanın masum gerekçesini şöyle açıklıyor: “Tuvaletlerden yayılan kokular mescittekileri rahatsız ediyordu.” Öğrenciler istedikleri kadar, aradaki mesafenin uzak olduğunu, bir rahatsızlık duymadıklarını haykırsınlar. “Kurgu” tamamdı!

Şaka yaptım manşet oldu

Refah Partisi'nin kapatılma sürecine girdiği günlerdeydi. RP Genel Merkezi önünde bitmek tükenmek bilmez bekleme nöbetlerinin birindeydik yine. Laflarken; can sıkıntısından, “Erbakan Hoca, parti kapatılacak mı kapatılmayacak mı diye istihareye yatmış” diye bir laf savurdum. Gazeteci arkadaşlarla gülüp geçtik. Meğerse bazıları gülüp geçmemiş. Ertesi sabah Hürriyet'in manşeti benim esprimdi: RP'den ermişlere istihare talimatı. “Haber”in çıktığı gün partinin yöneticilerinden Şevket Kazan'a giden gazeteciler -tabiî ki ben gitmedim- manşete ne dediğini, tavzih ya da tekzip olup olmayacağını sormuş, ondan, “Böyle bir 'haber'in nesine, ne diyeyim?” cevabını almışlardı.

Baba Tahir'i nasıl unuturuz?

Siyasi, ticarî ya da moral fark etmez, provokeden amacın -hadi “çıkar” demeyelim- beklentinin, durumu lehe çevirmek olduğu çok aşikâr. Bu hastalığın kökenleri ise Meşrutiyet basınına kadar uzanmakta. Malûmat gazetesinin sahibi Baba Tahir, Terkos Suları'nı işleten Fransız şirketten gazetesine reklam koparmaya çalışıyor ancak sonuç alamıyordu. Birgün yine, Fransız müdürün yanından boş elle çıkınca, ertesi gün manşeti patlatmıştı: “Terkos Gölü'nde domuz leşleri!” Halk infialdeydi. Şirket hemen Baba Tahir'e koştu, kendisini bir güzel “ikna” etti. Ertesi sabah Malûmat'ın manşetinde şu başlık vardı: “Yanlışlık oldu. Domuz leşi sandığımız ağaç kütüğüymüş.”

“Keçi çalan müftü”

1950 yılında bir müftünün keçisi çalınınca; o olay nasıl, “müftü keçi çaldı”ya dönüşmüştü, rahmetli Osman Yüksel Serdengeçti Mabetsiz Şehir'de anlatır: “Bu müftü Reyhaniye (Hatay Reyhanlı) müftüsüdür. Hakikatte keçiyi çalan müftü değil, müftünün keçisi çalınmış, müftü efendi mahkemeye müracaat etmiştir. Elimizde mahkeme ilâmı var. Zavallı hoca tekzip gönderir, mağrur Cumhuriyet neşretmez. Kimin kimin malını çaldığını biz biliyoruz ama burası yeri değil. Çok ileri gidiyorsunuz. Müftülerimize keçi hırsızı, imamlarımıza üfürükçü, yobaz, ırz düşmanı diyorsunuz.”

“Siz isterseniz anayasayı değiştirirsiniz” deyince

En acıklı provokasyon haberlerden birisiydi merhum Adnan Menderes'e atfedilen, “Siz isterseniz hilafeti bile getirirsiniz” haberi. Sadece 1955-1960 yılları arasında tekrar tekrar kullanılmakla, kanlı darbeye gerekçe yapılmakla kalınmamış, 2000'li yıllarda bile “sağ” iktidarları tedip etmek isteyenler bu “beyan”a sarılmıştı / sarılıyor. Oysa Menderes milletvekillerine, “Benim sizin karşınızda diktatör olmama imkân var mı? Sizin kudretiniz o kadar büyüktür ki, isterseniz anayasayı bile değiştirirsiniz” demişti. Ama Vatan dışında bütün ulusal gazeteler haberi “hilafet versiyonu” (!) ile kullanmayı tercih etmişlerdi. Bir kez daha galat, meşhur olacaktı.

“İrticaî” yayın

Hürriyet'in 1997-2007 yılları arasındaki arşivini taradığınızda, gazetede 3,5 günde bir “irtica” yazıldığını görüyorsunuz. Bu kelimeyi kullanmada Emin Çölaşan, Bekir Coşkun, Oktay Ekşi, Ertuğrul Özkök ve Tufan Türenç ilk beşi oluşturuyor. Son 10 yılda 408 defa kayıtlarına geçen kelime ise “yobaz”. Milliyet ise sadece 2007 yılında 143 kez “dinci”, 84 kez “irtica”, 54 kez de “yobaz” demiş. Vatan'ın son üç yılı içine alan kayıtlarında da 409 defa “irtica”, 67 defa da “yobaz” yer alıyor. Akşam'ın 2000-2007 aralığında ise “irtica” bin 800, “gerici” 572, “yobaz” da 387 kez geçiyor.

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !