Mehmed MAKSUT

31 Mayıs 2011

İZZET GÖMLEĞİNİ GİYMEK

Yüce Allah’ın var ettiği dünyada insanoğlunun her zaman ve zeminde Rabbine karşı, toplumuna karşı, çevresine karşı ve kendisine karşı sorumlulukları vardır. Bu sorumlulukların başında Allah’a kulluk gelmektedir.

Hayatın diğer sahalarını kulluk ekseninde değerlendirmekle sorumlu olan Müslüman, Rabbimizin emrini yaşama ve yaşatma görevini son nefesine kadar yüklenmekle mükelleftir. Bu bilinçte olan Müslümanların, İlahi değerleri yaşama ve yaşatma kaygısı hayatın tüm alanlarını kuşatmak durumundadır.

Beşeri kaynaklı sistemlere karşı nelerin, nasıl yapılması sorusuna bizim vereceğimiz cevabı, Peygamberler hayatlarıyla, gayretleriyle ve yöntemleriyle ortaya koymuştur. Allah’ın arzında Allah’ın hükümlerin geçersiz kılınması, Rabbimizin istemediği bir durumdur. Bu durum, yani insanoğlunun beşeri ideolojilere yönelmesi ve hakkın hâkimiyetinin raflara kaldırılması insanlık ve toplum adına ciddi problemler doğurmuş ve insanı çeşitli zulümlere sevk etmiştir.

Kendisini mustağni gören ve merkeze kendisini alan insan, her şeyi kendi konumuna göre değerlendirecek şekilde diğer mefhumları konumlandırmıştır. Nankörlükte ve sınırı aşmada oldukça ileri giden insan; hayatın içinde Allah’ı, Peygamberi, Kur’an’ı bile kendisine göre konumlandıracak dereceye gelmiştir.

Oysaki konumlanan / konumlanması gereken bizatihi insanın kendisidir. İnsan, Yüce Allah’ın kendisini konumlandırdığı şekilde hareket etmek zorundadır. Kendisi konumlandırılmışken insanın kalkıp hayatı için temel olan ölçüleri kendisine göre konumlandırması Rabbimizce tasvip edilmemektedir.

Yanlış konumlanma sonucu artan sapkınlık ve zulümlerin ardından, insanı tekrar İlahi olana davet için birçok peygamber görevlendirilmiş ve onlar, bu alanda yapılması gerekenleri canla başla yerine getirmişlerdir. Bu misyon, tüm peygamberler üzerinden peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed’e (s) ve ondan sonra da ümmete intikal etmiştir. Müslümanlar, peygamberlerin misyonunu,  onların uygulamaları ve çizgileri ışığında üstlenmekle mükelleftir.

Bu misyon, insanların bâtılla yönetildiği ve dolayısıyla zulmün yoğunlaştığı, hak ile bâtılın birbirine karıştırıldığı, ümmetin paramparça olduğu bir dönemde daha da bir önem kazanmaktadır.

Yukarıda zikredilen vahim durum (insanın her şeyi kendisine göre konumlandırması) maalesef yaşadığımız coğrafyada da şahit olduğumuz bir durumdur. Bu durumun ortaya çıkardığı sorunlar karşısında ağlamanın, sızlanmanın, pasif bir şekilde yerimizde beklemenin ve işi nebevi yöntemle, tevhidi çizgiyle hareket etmeyen siyasetçilerin net olmayan niyetlerine bırakmamız biz tevhidi Müslümanlara yakışmayacak bir durumdur. Yapmamız gereken, ümitsizlik ve gayretsizlik örtülerini üzerimizden atıp, halkın üzerine zorla giydirilen bâtıl gömlekleri çıkarmaya gayret etmek ve onları hakkın ve izzetin gömleğini giymeye davet etmektir. Peygamberler gibi bu dâveti öncelikle toplumun tüm etkin katmanlarına iletmektir.

İlahi mesajın tüm toplumsal tabakalarda mâkes bulması için mücadele etmek, nebevi diriliş ve direnişin gereğidir. İslami dâvetin hiçbir ayrım olmadan tüm toplumsal katmanlara, yaşlara, renklere, dillere, sınıflara ve mesleklere indirilip iletilmesi üzerimize farzdır. Bundan dolayı İslami harekette sınıfsızlık esastır ve İslami hareket salt kendisini bir sınıf, renk, bölge, dil, meslek ve yaş üzerinden kurgulayamaz. Böyle bir kurgunun olması nebevi harekete uygun değildir. İslam’ın evrenselliğine aykırıdır.

Toplumun tüm katmanlarına vereceği mesajı olan İslam’ı, insanlığın gündemine evrensel İslami çizgide taşımak, toplumsal değişim ve dönüşüm açısından oldukça önemlidir. Toplum dediğimiz olgu unutmayalım ki homojen değil heterojendir. Bu konuda nebevi hareket metodundaki yapı, bizim için modeldir. Genci yaşlısı, fakiri zengini, kadını erkeği, siyahı beyazı, kölesi efendisi, tüccarı meslek erbabı, muallimi talebesi hep birlikte İslam’ı kuşanmış olan fertlerden oluşan topluluk, arzulanan İslami toplumu oluşturmuştur.

Türkiye’de 1960’lı yıllarda temeli atılan tevhidi uyanış sürecinin, yukarıda saydığımız bütünlüğü bir türlü istenilen düzeyde ortaya koy(a)madığını belirtmemiz gerekir. Farklı İslam coğrafyalarındaki islami uyanışlardan etkilenerek gerçekleşen Türkiye’deki uyanış, aradan geçen yaklaşık yarım asra rağmen bir türlü tüm toplumsal alanları kuşatamadığı gibi istenilen ve arzulanan ilahi toplumsal değişimi gerçekleştirecek bir yapı ve tecrübe de biriktirememiştir.

“Topluca İslam’a giriniz”İlahi emrindeki topluluğu oluşturamadığımız için, barış ve güven ortamını / toplumunu maalesef yaşadıgımız bölgeler özelinde bile oluşturmayı başaramadığımızı görmekteyiz.