Katar krizinin mimarları
ABD ve Batı ile sıkı-fıkı, seküler yönelimli, dünya pazarlarına sınırsızca açık, yabancı müdahalelerine ses etmeyen, hak ve hürriyetlerin olabildiğince kısıtlandığı, İslâmi alternatiflerin boğulduğu, Arap Baharı öncesindeki Ortadoğu düzeninin peşindeler. Arap Baharı’yla beraber doğan boşluğu ve karmaşayı, coğrafyayı yeniden bu istikamete kanalize ederek doldurabileceklerini hesaplıyorlar.
Krizin mimarları
Taha Kılınç / Yeni Şafak
Yaklaşık 10 gün önce bazı Arap ülkelerinin Katar’a başlattığı kapsamlı kuşatma, Ortadoğu coğrafyasındaki manzarayı biraz daha net görmemizi sağlıyor. Özellikle Mısır ile Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) oluşturduğu, Suudi Arabistan ve Bahreyn’in de sonradan bunlara eklemlendiği bir cephe, bölgeyi kendi öncelikleri doğrultusunda yeniden şekillendirme telaşında. Katar’a yönelik düşmanlık da zaten, bu planlara gösterdiği direniş yüzünden.
Körfez’de ve coğrafyanın diğer kısımlarında durmaksızın mekik dokuyan, ABD ve İsrail’i de denkleme dâhil ederek cepheyi genişleten bazı isimler, sürecin de perde arkasındaki mimarları konumunda. Bunların en önemlilerine şimdi biraz daha yakından bakalım:
*4 Haziran Pazar günü, yani Katar’a toplu ambargonun başlatılmasından sadece bir gün önce elektronik postaları ortalığa saçılan BAE Washington Büyükelçisi Yusuf Uteybe, cephenin Amerika ayağını oluşturuyor. Özellikle Müslüman Kardeşler (İhvân), Hamas ve Katar yönetimi aleyhine lobicilik faaliyetleri yapan ve İsrail’le oldukça yakın ilişkiler geliştiren Uteybe, aynı zamanda sıkı bir Türkiye karşıtı. Ülkesinin (ve bu arada Mısır ile Suudi Arabistan’ın) menfaatlerini koruma adına Amerikalı muhataplarına oldukça bonkör davranan Uteybe, bunun için milyonlarca dolar harcıyor. Uteybe pahalı hediyeleri, ultra-lüks partileri ve yemekleriyle ABD’de epey meşhur. Aracılık ettiği yüksek rakamlı anlaşmalar ve projeler de cabası. Kral Selman’dan sonra Suudi Arabistan tahtına Muhammed bin Nayif yerine Muhammed bin Selman’ın geçmesi için ABD’de kulis yapan da Yusuf Uteybe’den başkası değil. Katar’a başlatılan ambargonun, Uteybe’nin kritik içerikli özel yazışmalarının konuşulmasını önlemek için öne çekildiği, bugün yaygın bir kanaat.
*BAE kabinesinde “dış ilişkilerden sorumlu devlet bakanı” olarak görev yapan Enver Muhammed Gargaş, özellikle İhvân ve Hamas’a karşı düşmanlığın teorisyeni. Körfez’de İhvân avı yapan istihbarat birimlerini de kontrol eden Gargaş, İsrail’le BAE arasında diplomatik münasebetleri geliştirmesiyle biliniyor. Gargaş, Katar krizinde de sosyal medya üzerinden Doha’yı açıkça tehdit eden sözleri ve Türkiye aleyhtarı açıklamalarıyla öne çıkıyor.
*Resmi sıfatı sadece “emekli general” olarak geçen Enver Aşkî, Suudi Arabistan’la İsrail arasındaki yakınlaşmanın mimarı. İsrail basınına verdiği “dostluk” içerikli demeçlerle Arap kamuoyunda sık sık tartışmalara yol açan Aşkî, “Büyük Kürdistan’ı destekliyoruz” açıklamasıyla da gözleri üzerine çevirmişti. Aşkî, “İran karşıtlığı” ortak paydasında İsrail’le ittifak kurmak ve yan yana yaşamak gerektiğini ısrarla yineliyor. Suudi kimliği, tüm bu beyanlarını daha da ilginç kılıyor.
*Ve Muhammed Dahlan... Daha önce bu köşede Dahlan iki ayrı yazıya konu edilmişti, dikkatli okurlar hatırlayacaktır. İsrail’in Mahmud Abbas’tan sonraki Filistin devlet başkanı adayı olan Dahlan, Mısır-BAE ittifakının kilit ismi. Körfez’den Tunus’a çok sayıda ülkedeki sürpriz gelişmelerde Dahlan’ın parmak izini görmek mümkün. Medya gücüne de sahip olan Dahlan’ın lakabı “karanlıklar prensi”.
Bu listeye bölge ülkelerinin istihbarat başkanlarını, çok sayıda işadamını, gazeteciyi, akademisyeni ve sosyal medya trol’ünü de ekleyebilirsiniz.
***
15 Temmuz darbe girişimine de açık şekilde destek veren ve Türkiye’nin uçuruma yuvarlanmasını dört gözle bekleyen bu koalisyon, sırf Türkiye’ye zarar verebilmek için şu anda FETÖ mensuplarına kucak açıyor. Özellikle Mısır ve BAE, FETÖ’nün sığınağı konumunda bugün. Eline silah almayan hareketler ve isimler ‘terörist’ ilan edilirken üstelik.
Amaçlarını kendileri de gizlemiyor: “Terör ve aşırılık” sıfatını yakıştırdıkları akımlara karşı savaşta, kabaca “Siyasal İslâm” olarak tabir edilen dünya görüşüyle mücadele ediyorlar. İhvân’ı, Hamas’ı, AK Parti’yi ve Katar’ı (hatta Tunus’taki Nahda Hareketi’ni) kasten El Kaide ve DAEŞ’le yan yana zikretmelerinin ve hepsini birden terör parantezine almalarının sebebi bu.
ABD ve Batı ile sıkı-fıkı, seküler yönelimli, dünya pazarlarına sınırsızca açık, yabancı müdahalelerine ses etmeyen, hak ve hürriyetlerin olabildiğince kısıtlandığı, İslâmi alternatiflerin boğulduğu, Arap Baharı öncesindeki Ortadoğu düzeninin peşindeler. Arap Baharı’yla beraber doğan boşluğu ve karmaşayı, coğrafyayı yeniden bu istikamete kanalize ederek doldurabileceklerini hesaplıyorlar.
***
Arap cephesinde tüm bunlar olurken, Suriye ve Irak’ta İran’ın ilerleyişi sürüyor. Arapların Körfez’de Katar’ın ümüğünü sıkmakla uğraştıkları sırada, İranlı General Kâsım Süleymani, DAEŞ’ten boşalan cephelere Şii milisleri yerleştirmekle meşgul. Araplar arasındaki kavga biraz daha devam ederse, İran Akdeniz’e kadar uzun ve geniş bir koridoru açmayı başarmış olacak. Bu da bölgede daha geniş çaplı çatışma ve savaşların başlayacağının, devam edenlerin de şiddetleneceğinin işareti.
Katar krizi, bu bağlamda aslında bir kilit taşı. Bu taş düşerse, Körfez’deki mevcut kırılgan düzenin hızla dağılması ve bölgenin topyekûn bir savaşlar silsilesine savrulması tehlikesi söz konusu. Mısır-BAE-Suudi Arabistan koalisyonu, bu anlamda tarihi bir sorumlulukla da karşı karşıya. Katar’ı ve onun temsil ettiği çizgiyi boğma uğruna coğrafyayı ateşe atmayı göze alacaklar mı, hep birlikte göreceğiz.
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !