Enver EMRE
KİMDİR EMPERYALİSTLER? -I-
Başta Müslümanlar olmak üzere, dünyadaki pek çok insan emperyalizm konusunda büyük bir yanılgı içindedir. Söz konusu yanılgı, Müslüman toplumları ve tüm insanlığı hem düşünce anlamında kısır bırakmakta; hem de anti-emperyalizm bağlamında değerlendirilebilecek organize tepkilerini ve eylemlerini yanlış hedeflere yönlendirmektedir. Bu durum, Allah’ın, Müslümanların ve insanlığın düşmanı oldukları aşikare görünen emperyalistler için büyük bir kazanıma dönüşmektedir. Gelinen noktada ilim adamlarına düşense, bir takım paratoner güçlerin arkasına gizlenmiş olangerçek düşmanı, gizlendiği yerden çıkartıp Müslümanların ve insanlığın önüne atmaktır. Böyle yapılmadığı taktirde düşman gizlendiği yerde saklanmaya ve insanlığı aldatmaya devam edecektir.
Klasik anlayışa göre emperyalizm olgusu, bir devletin başka bir devlet üzerinde, kendi çıkarı doğrultusunda tahakküm ve sömürü düzeni kurması şeklinde tanımlanır. Bu anlayışa göre dünyanın gelişememiş veya az gelişmiş devletlerini, büyük devletler sömürmektedir. Söz konusu sömürü düzeninin en tepesinde de Amerika Birleşik Devletleri bulunmaktadır.Böylece, tüm küreselleşme prosesi ve Yeni Dünya Düzeninin post-modern sömürü ağı, Amerikan hegemonyası üzerinden okunmaktadır. Oysa ABD, 22,5trilyon doların üzerinde bir meblağ ile dünyanın en borçlu ülkesi konumundadır. Bütçe açığı 780 milyar dolara dayanmıştır. Böylesi ciddi borç yüküne ve bütçe açığına sahip bir ülke, nasıl dünyayı yöneten büyük güç, büyük emperyalist devlet olarak kabul edilir?
Son yıllarda alternatif güç olarak pazarlananÇin Halk Cumhuriyeti’nin borcu ise 5 trilyon dolara ulaşmış durumda.Ve hızla borçlanmaya da devam etmektedir. Google’a World DebtClock (Dünya Borç Saati) yazıldığında önünüze çıkacak olan sonuç, hükümetlerin geldiği korkunç tabloyu açıkça ortaya koyacaktır. Elektrik sayacı gibi rakamları artarak değişen bu borç sayacı, devletlerin içine düştüğü borç sarmalını, görmek istemeyen gözlere dahi etkileyici biçimde göstermektedir.
Görüldüğü gibi başta “Büyük Güç” olarak empoze edilen ABD ve Çin olmak üzere, dünyanın tüm devletleri ciddi bir borç yükünün altında ezilmektedirler. Peki bu devletler kime borçlular? Bu kadar parayı, kimden almışlar? Bu sorunun cevabını aşağıdaki tablo ile verebiliriz sanırım;
Bu tabloya göre ABD’nin dış borcunun yüzde 32,5’lik kısmı ABD’li Yatırımcılardan temin edilmiştir, ki bu da, 22 trilyon dolarlık toplam borç yükünün içinde 6,9 trilyon dolarlık kısma tekabül etmektedir. “ABD’li Yatırımcılar” başlığı altında toplanan kişilerin kimler olduğu konusu ise, tahmin edileceği üzere, bir muammadır. ABD’nin borcunun 6,21 trilyon dolara tekabül eden yüzde 29,3’lük kısmı ise Yabancı Yatırımcıların elindedir. Hayret ki, bu “yabancı” yatırımcıların da kim oldukları son tahlilde bilinmemektedir. Borcun 5,73 trilyon dolarlık kısmı ABD Devleti’ne; 2,38 trilyon dolarlık kısmı ise (FED) Federal Reserve Bank’adır. Diğer bir tabloda ise ABD’nin borçlarının hangi devletlerin elinde olduğu gösterilmektedir:
Görüldüğü üzere, dünyanın en borçlu devleti konumundaki ABD’nin Yabancı Yatırımcılara olan 6,21 trilyon dolarlık borcunun ancak 1,73 trilyon dolarlık kısmı diğer devletleredir. Yani ABD’nin 22,5 trilyon dolarlık toplam dış borcunun yüzde 1,3’lük bölümü ancak Çin veya Japonya gibi devletlere olan borcuna tekabül etmektedir. Dolayısıyla, bugüne kadar oluşmuş olan genel kanaatin aksine devletler, birbirlerine değil başkalarına borçlanmaktadırlar. Peki, kimdir bu başkaları dediğimiz?
Yukarıda Yabancı Yatırımcılar, Amerikalı Yatırımcılar olarak isimlendirilen ve FED’in de dahil olduğu bu kesim, dünyada paranın, sanayinin, ticaretin, bankacılığın ve finans-kapitalin yükselişine paralel biçimde güçlenen; güçlendikçe daha da azgınlaşan kapitalist sınıfın ta kendisidir. Bu sınıf, imparatorlukları borçlandırmış, feodaliteyi sonlandırmış ve tüm dünyaya ulus-devlet düzenini hakim kılmıştır. Aynı sınıf, Kilise egemenliğine karşı Protestan ahlakını üretmiş, skolastik düşünce yerine pozitivizmi, diğer tüm alanlarda da insan aklınıve insanı öne çıkarmıştır. Burjuvazi ismi ile bilinen bu sınıf, Ortaçağ Avrupası’nda gittikçe şiddetlenen Kilise egemenliğini yıktıktan sonra, Allah’ın yeryüzündeki hakimiyet alanını sınırlandırmaya dönük düzenler kurmaya yönelmiştir.
Ve işte söz konusu sınıf, zaman içinde daha fazla güç sahibi olmuş ve ulus-devletleri borçlandırır hale gelmiştir. Dünyayı çok uzun süredir sarıp sarmalayan bu ahtapot, insanlığa ait maddi-manevi tüm değerleri massetmiştir ve halen daha da tüm bu değerleri sömürmeye, yok etmeye devam etmektedir. Komünist ideologlardan Lenin’in de belirttiği gibi, gücü ve kudreti kapitalizmin son aşamasına ulaşarak emperyalistleşen bu sınıf, günümüz post-modern çağında küreselleşmeci bir boyut kazanmıştır. Daha önceki aşamalarda ulus-devletleri, özellikle de ABD’ni maşa olarak kullanan bu yapı, emperyalizm çağında ulus-devletler arasındaki çıkar çatışmalarından faydalanmış ve bu çatışma noktalarını kendi lehine kullanmasını iyi bilmiştir. Bugün halen daha söz konusu yapı ulus-devletler arası çıkar çatışmalarından faydalanmaya, bu çatışma noktalarını öne çıkarmaya devam etmektedir. Dünya kamuoyu önünde yaşanan; Çin-ABD, ABD-AB, Rusya, Çin-ABD, AB çatışmalarının özü budur. Bu çatışmaların arkasında egemen emperyalist güçler, paranın sahipleri bulunmaktadır. İnsanlık, doğal olarak bunu bilmemekte, her zamanki gibi derin uykusuna devam etmek sureti ile gözünün önünde cereyan edeni hakikatin kendisi ‘’zannetmeye’’ devam etmektedir. Rabbi kendisine zanna tabii olmanın yanlış olduğunu buyurmuş olsa da...
Tabii bunda bir önceki toplumsal aşamanın zihni koşullanmışlıklarının payı büyüktür. Nasıl ki, insanlık feodal çağdan kapitalizme geçerken veya kapitalist aşamadan emperyalist aşamaya sıçrarken, bir önceki tarihsel aşama ile bağını bir anda koparamamışsa; emperyalist aşamadan, bugün yaşanmakta olan emperyalizmin küreselleşme boyutuna da tek kalemde geçemeyecektir. Bu nedenden ötürü insanlık, bir önceki aşamanın zihinsel koşullanmışlıklarından kolay kolay kurtulamayacaktır.