Mehmed MAKSUT

20 Ağustos 2011

KÜRESEL SALDIRILAR KARŞISINDA MÜSLÜMANLAR

Genelde insanlık özelde ise Müslümanların yaşadığı ülkeler son yüzyıldır acı, kan, gözyaşı deryasında yaşamaya mahkûm edilmiştir. Bir nesil acılarla, işgallerle, umutsuzluklarla, yaşama kaygılarıyla, savaş ve açlıkla büyümüştür. Bu durum daha büyük katmerli acılarla gitgide artacağa benziyor. Tüm bu yapılanlar bir sorun ve zulümdür. Tüm sorunlar ve zulümler de Allaha bağlı, sorumlu, kolektif irade sahiplerinin güçlü bir dayanışma ve direnişiyle düzelebileceğinden başka insanlık, başka yerlerde umut aramamalıydı.

Hal bu durumdayken Batı, Doğu toplumlarının temel dinamikleriyle sinsice oynamış, onları değiştirmiş ve değerlerinden uzaklaştırmıştır. Bu unsurlardan sonra Müslümanlar zaten işgale karşı direniş ruhlarını kaybedecek duruma gelmiştir. Yani Malik bin Nebi’nin ifadesiyle “işgale hazır bir pozisyona” getirilmişlerdir.

Elbette ki İslam’ın yaşadığı topraklara yapılan işgallerin müsebbibi sadece Batı toplumlarının işgalci yanları değildir. Buna zamanında duyarlılık göstermeyen ve bazı zaafiyetlerden dolayı göstermesi gereken direnişi sergilemeyen tüm Müslümanlar sorumludur. Eğer kendi içimizde dağılmasaydık kimse bizi dağıtamazdı. Temel dinamiklerimiz olan Kuran’ımızı, kavramlarımızı yerli yerinde kullansaydık elbette kültürel, bilinçsel ve bedensel işgali yaşamazdık. Birileri oturup bizleri nasıl işgal edeceğini düşünürken biz birçok kere hiç gereği olmayan tartışmalar içerisinde enerjimizi tükettik. İnsanımız çözümü çözümsüzlükte aramaya başladı.

Tüm bu acılara ve saldırılara rağmen Müslüman zihinlerin batıya, onun yol, yöntem ve kavramlarına duydukları hayranlığı hiç anlamıyorum. Demokrasi… Özgürlük… Liberalizm… Sosyalizm… Milliyetçi dindarlık… Gelişmiş toplumlar… Sivil anayasalar… İnsan hakları… diye uzatıp gidebiliriz. İşgalcilerin kavramları değil mi bunlar?! Peki daha ne diye demokrasinin havariliğini Müslümanlar yapıyor. İnsan hakları mücadelesini bayraktarlığını yapıyor. Siz önce esaret zincirlerinizi kırın ve önce insan olma hakkınızı elde edin. Zalimlerin, dejenere eden ve toplumu uyutan bu tür kavramlarını kullanmak zalimlere sevdalanmanın yoldaki işaretleridir. Sürecin sonrası köleliktir ve son dünya konseptindeki kölelerin boyunlarında zincirler yok. Bu zincirlerin yerine kavramlar konulmuş. Yeni köleler kavramlarla kendilerine bağlanılmış. Kavramlar zincirini zihnimize yerleştirip kendi katillerine aşık edilmek istenilen başka bir toplum var mıdır acaba?

Zamanında müdahale ve mücadele edilmeyen her sorun bir diğer nesile daha büyük acılar ve sorunlarla gelir. Zaten yaşadığımız sorunların tarihine baktığımızda yüzyılların ihmalkârlığını görürüz. İhmal edilen her konu başka sorunları; başka sorunlarda başka acıları doğuracaktır. Ve yeni nesiller büyüdüklerinde karşılarında belki de biriken bu sıkıntılardan dolayı kaldıramayacakları kadar bir yük göreceklerdir. Bu durum gençliği farklı yerlere ve mevzilere sürükleyecektir. Bence son dönem gençliğin İslam’dan uzaklaşmasının bir sebebi de bu olabilir. Ortadaki manzaraya bakan insanlar geleceği farklı kulvarda kurma yanlışına girerek hayatlarını tamamen mahvetmektedirler.

Özellikle 1990’larda Sovyet Rusya’nın dağılmasından sonra kurulmaya çalışılan “yenidünya” düzenini anlamak gerekmektedir. “Yaşanılan süreç nasıl bir süreçtir ve Müslümanlar için ne anlama gelmektedir” sorularını sormak gerekmektedir. Sovyetlerin kendisini fesh etmesinden sonra kurulmaya çalışılan “yeni dünya” düzeninde ABD, NATO ve onların yan sanayileri olan diğer kuruluşlarla birlikte bir konsept oluşturuldu. Bu konseptte en büyük düşman olarak İslam ve onun bilinçli müntesipleri yerleştirildi. Yıllardan beridir dağınık olan ve yutulmaya hazır bir konuma hazırlanmış olan Müslümanlar, bu duruma nasıl cevap vereceklerinin ve karşı koyacaklarının hesaplarını kısmi ve küçükte olsa yaptılar. Bu yeni konseptin aktörlerinin Müslümanlar açısından ciddi tehlikeler oluşturacağı ve çetin mücadeleler verileceğini bildiği için çok ciddi hazırlıklar yapmışlardır. Hem şeytani hem de meleki yüzlerini ortaya koyarak mücadeleye girişmişlerdir.

1990’lara biraz inersek karşımıza çıkan manzara üzerinden yapılmak istenilen anlaşılacaktır:  Cezayir’de, Kosova’da, Çeçenistan’da, Afganistan’da ve Filistin’de vahşice katliamlar, işkenceler ve işgaller yapıldı. Pakistan’da, Yemen’de, Somali’de, Filipin’lerde, İran’da, Suriye’de, Lübnan’da oynanan oyunlar hep bir projenin ürünüydü. Müslümanlara yapılan baskının daha da artırılması için 1990’nın bir diğer ileri aşaması olan 11 Eylül bahanesiyle yeni işgallere zemin hazırlandı. Dünya kamuoyunda, yapılan işgallerin haklılığına yönelik ciddi programlar devreye koyuldu. Bunun için Batı, bölgelerinde bazı operasyonlar yaparak kendisinin haklılığını medya önünde ilan ediyordu…! Son olarak Irak’ın işgali, katliamlar, işkenceler ve tecavüzler, yıllarca uşak olarak kullanılan Saddam’ı bahane edip olmayan silahların peşine düştüler. Yaktılar, yıktılar, yerleştiler, beslendiler, birbirine düşürdüler. Sonra utanmadan alaylı alaylı “üzgünüz silahlar yokmuş” deyip Müslümanlara ayrı bir acı tattırdılar.

Kendi içinde yenilenen konsept “Büyük Ortadoğu Projesi” ile yeniden kendisini canlandırmıştır. Bu yeni dünya düzeninde hedef tahtası olan İslam ve Müslümanların yaşadığı toplulukların tek taraflı bir işgalle elde edilemeyeceğini bilen konsept, tüm bölge sistemlerini kendisine muhtaç bir duruma getirerek kendi uydularını siyasal, dinsel, ekonomik olarak bölgeye yerleştirmiştir. Diktatörler, laikler, krallar, baasçı rejimler, soylu ( soysuz) aileler, ılımlı İslam’dan yana olanlar bu konseptin içerisinde oynuyorlar. Ve oyuncular kendi işlerini gördüğü müddetçe çok ciddi beslenilmektedirler. Yaşadığımız bölge olan Türkiye’ye de bu konseptin muhtarlığı verilmişti. Öyle bir muhtarlık ki mührü başkalarının elinde, görevleri sınırlı ve bağımlıydı. Merkezden gelen kararları uyguladığı ve temsil ettiği sürece desteklenecekti.

NATO’nun da üyesi olan ve aynı konsepte katılması istenen Türkiye, sürece nasıl katıldı. Neler vaat edildi. Neler yapılarak Türkiye konseptin politikalarına mahkûm edildi? Bu soruya cevap, Türkiye’de düşman algısı değiştirildi. Yeni süreçte en tehlikeli düşman olarak PKK, Marksizm, Komünizm vb sol örgütler yerine “Şeriat tehlikesi!” konuldu. Bir dönem şeriat gelecek diyerek Batı, Türkiye üzerinden birçok şeyi yaptırdı. Buna toplumu ve siyaseti inandırabilmek için birçok olay yaşanıldı. Birçok siyasetçi ve özellikle yazar öldürüldü. Suikastlar, hücre evleri devreye konuldu ve medya aracılığıyla çok ciddi olarak toplum bu duruma hazır hale getirildi. Topluma şeriat tehlikesinin! olduğunu algılatabilmek için genelde laik, Kemalist çizgideki birçok yazar öldürüldü. Öldürülenler Laik Kemalist iken öldürenler olarak hep İslami kimlikler adres olarak gösterildi. Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Turan Dursun, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı bir kaçıdır. Ayrıca Sivas olayları, Kudüs Günü programı, 28 Şubat öncesi İslami hareketlerdeki gelişmeler ve bazı eylemler sürekli medyada buna yönelik yorumlandı. Ve medya yoluyla Şeriatçı-Kemalizm kavgası verdirilerek Şeriat tehlikesine dikkat çekildi. Abartılı psikolojik hareketle adım adım Türkiye konsepte hazır hale getirildi. Yaşanılan ekonomik krizler, borç batağına giren bir ülke olarak Türkiye, ABD’ye mahkûm hale getirildi. Ve sonunda Türkiye de Batı için Ortadoğu’da çok büyük bir aktör olarak yerini aldı. Türkiye’de bu işi yapanların veya Batı tarafından bu iş için seçilen kişilerin köken olarak dindar olarak bilinmeleri ayrı bir uyanıklığın göstergesiydi. Yeni yöntemde Batı hem gerçek İslam’ın bölgede yeşermemesi için ılımlı, Amerikancı İslam’ı yaygınlaştıracaktı hem de İslamcı denilen kişilerle sistemlerin açmazlarını rahatlatacaktı. Aç bırakılan ve sorunlar yumağından çıkamayan devletler, yeni siyasi aktörlerle biraz düzelecek. Bunu gören siyasi İslam söylemine sahib Müslümanlar, artık söylemlerinden vazgeçerek farklı alanlarda hizmet ettirilecektir. AKP ve Neo nurculuk silahıyla ABD, Müslümanları şaşkınlıklara sürüklemiş ve onlar üzerinden bölge insanının zihninde oluşan “karşıt imajı” yıkmıştır. Bu iki yapının toplum tarafından kabulü için birçok iyileştirmeler ve düzeltmeler yapmıştır. Türkiye’de son dönemlerdeki değişimi küresel çerçevede okumanın Müslümanlar için gerekli olduğunu düşünüyorum. Tüm yaşanılan olayları tek yönlü okumak, görülmesi gereken birçok tehlikeyi görmemize neden olacaktır ki şu an Müslümanlardaki okuma algısı tek yöndedir.

Sonuç  olarak, Batının Müslüman toplumlar üzerindeki emelleri sürüyor ve uzun bir süre daha da sürecektir. Bu durumdan hiç şüphesiz kendilerini Müslümanlar olarak tarif eden sessiz ve bilinçsiz yığınların payı büyük olduğu gibi İslami dönüşüme öncülük etmesi gerekirken kendilerini dönüştüren yapılarında payı büyüktür. İleriki süreçlerde de Müslümanlar küresel güçler tarafından iç çatışmalara, savaşlara ve bölünmüşlüklere daha da yönlendirilecektir. Ayrıca Müslüman kitleler gittikçe yozlaştırılacak, değişime maruz bırakılacak ve böylece psikolojik olarak yenilgiye razı kılınacak bir konuma getirilecekler. Umutsuzluk ve yenilgi psikolojisiyle toplumlar teslim alınacak ve “alışılmış çaresizlik” girdabında boğulmak isteneceklerdir. Ve Müslümanlar seküler dünyanın pasif ve sessiz yığınları haline getirilecektir.

Duyarlı  ve dert sahibi müminler açısından yukarıda söylenen süreçler her zaman devam edecektir. Egemen güçler sorumluluklarıyla kuşanmış vahye talip olup yaşamak isteyen müminleri tüm plan ve programlarıyla baskı altında tutup bir şeylere razı oluncaya kadar boş durmayacaktır. Bilinçli Müslümanların faaliyet alanlarının engellenmesine, daraltılmasına veya saptırılmasına yönelik çalışmalar yapacaklardır. Yumuşak siyasetlerle eklemlenmeye, baskı sonucu şiddete yönlendirmeler olacaktır. Tüm bunları görerek müminlere düşen görev; kadınıyla erkeğiyle, yaşlısıyla genciyle ne pahasına olursa olsun büyük hesaplaşmayı göğüsleyecek bir nesil ve birliktelik ortaya koymak ve yaşanılan süreçleri zafere dönüştürecek bir tavır ortaya koymaktır. Huzur İslam’da deyip etrafımızı İslam’la huzura kavuşturma seferberliğine girmek gerekmektedir.

Eğer size bir yara, sıkıntı dokundu ise o topluluğa da benzeri bir yara sıkıntı  dokunmuştur. Böyle günleri insanların arasında çevirip dururuz ki iman edenleri ve hakikate şahitlik edenleri seçip ortaya çıkartalım. ( Al-i İmran-140 )

Şüphesiz: “ Bizim Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra doğru bir istikamet tutturanlar; artık onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. İşte onlar cennet halkıdır; yaptıklarına karşılık olmak üzere içinde ebedi olarak kalacaklardır. ( Ahkaf 13-14 )

Ey Rabbim; acılarımızı gören, bilen, işiten sensin. Sen mazlumların yarenisin. Bizlere yardım et. Bizi, senin yardımına mazhar olacak çalışmalara sevk et. Senin razı olduğun amelleri ortaya koyabilmeyi bizlere nasip et ve senin razı olmadığın amellerle hayatımızı, vaktimizi geçirtme. Bizi, senin kulun olmakla ve imtihanını kazanmakla şereflendir. Mazlum ümmetimizin acılarını dindirecek merhemler olmayı bizlere nasip et.

Ey Rabbim, Senin davanın derdine vurulduk. Senin davanı kendimize kurtuluşun yolu ve hayatın amacı edindik. Senin davanı kendimize dert edindiğimiz için tercihlerde bulunduk. Sen yanlış tercihlerde bulunmayı ve yanlış kulvarlarda dolaşmayı bizlere nasip etme. Ve tercihlerimizi doğru tercihlerden kıl. Senin dinini tercih eden bizleri sana layık kullardan kıl.

Ey Rabbim, senin dininin sancısını çeken Fatma’ları, Zehra’ları, Zeynep’leri, Ayşe’leri, Meryem’leri, Mehmet’leri, Ahmet’leri, Mahmut’ları Yusuf’ları, Ebubekir’leri, Ömer’leri, Osman’ları, Ali’leri, Musap’ları, Hamza’ları bizlere lütfet et. Bizi korkaklarla imtihan etme. Yiğitlerle buluşup mücadele etmeyi ve bu uğurda hayat yaşamayı nasip et…

Ey Rabbim Şehadeti bahşet… İzzeti bahşet… Kardeşliği bahşet… Hablullah’a topluca sarılmayı bahşet… Tevhid sancağının dalgalanıp adaletin hakim olduğu günleri bahşet… İstikbalin İslam’ın olduğu günleri bahşet bize…

Selam ve Umut ile… Bı sılaw u hewi