Mehmed MAKSUT

08 Mayıs 2011

KÜRTLER, MUSTAZAF-DER, PKK VE SON OLAYLAR

5 Mayıs 2011’de Hakkâri’nin Gewer ilçesinde (Yüksekova) meydana gelen olaylarda Mustazafder şube başkan yardımcısı Ubeydullah Durna, kalaşnikofla yapılan silahlı saldırı sonucu şehit olmuş; ardından cenaze konvoyuna ve dernek binasına saldırılar devam etmiştir.

Olay, son dönemde Tunceli’de yapılan operasyon sonucu öldürülen 7 PKK’lının cenazesi sırasında meydana gelmiş ve istenilmeyen olaylar zuhur etmiştir. PKK’nın her seferinde özellikle Mustazaf-Der camiasının dernek ve faaliyetlerine yönelik sert ve çatışmacı tutumları, seçim döneminin yaklaşmasıyla birlikte artmıştır.  Bu durum artık mezkûr camia için sabır zorlamalarına neden olmuştur. Özellikle emniyet güçlerinin her seferinde pasif kalması ve olaylara seyirci kalıyor olması bazı şüpheleri zihinlerde oluşturuyor.

Daha önce de Diyarbakır, Hakkâri, Adana, Mersin, Tarsus, Siirt vb gibi yerlerde sokak gösterileri yapıp İslami faaliyetler gösteren Mustazafder derneklerine saldırmış; derneğe ve üyelerine zarar vermiştir. Bu saldırılar sırasında İslami eserler ve özellikle Kuran-ı Kerimler yakılmıştır. Bu ve buna benzer faaliyetler PKK’nın bölge insanına yıllardan beri çektirdiği olumsuz sıkıntılardan bazılarıdır. Kurulduğundan beri Kürtlerin hem İslami değerlerine hem de kültürel dokusuna zara veren PKK; Kürtleri batılılaştırmanın ve dinden soyutlamanın bölgedeki en önemli aktörüdür. Bazı mazlumiyetleri ortadan kaldırma iddiasıyla ortaya çıktığını söylese de kendiside birçok mazlumiyete imza atmayı çok iyi yapmış bir yapıdır PKK.

PKK kurulduğu 1979'dan ilk eylem sürecine geçtiği 1984 yıllarına kadar çok ciddi bir tehdit olarak algılanmazken özellikle 1984 de Eruh baskınından sonra çok ciddi bir şekilde gündeme gelmiştir. Bu tarihten sonra şiddete fiili olarak başlayan PKK, ilerleyen süreçler içerisinde özelliklede Türkiye’de 80 darbesi sonrasında bölgede yaşanılan trajedilerden dolayı güçlenmiş ve kendisini bölge halkının yegâne temsilcisi sayarak faaliyette bulunmuştur. PKK’ya en büyük gücü, Türkiye Cumhuriyetinin özellikle siyasetçilerin ve TSK’nın yaşattığı acılar vermiştir. Kuruluş felsefesi Marksist Leninist olan PKK,  fikirsel olarak Kürtler arasında çoğunluk olarak tutunamamışsa da bölge halkına yaşatılan acıları iyi istismar ederek kullanabilmiştir. Ve bunun üzerinden bölgede kendine bir alt yapı oluşturabilmiştir.

Osmanlı devleti içerisinde “Bilad-ı Ekrad” (Kürt beldeleri) olarak anılan alanlarda yaşayan Kürtler,  İslami hassasiyetleri üst düzeyde olan bir toplumdur. Türklerin Anadolu’ya gelişinden çok önceleri bölgede olan Kürtler; İslam’ı, PKK’nın ifade ettiği gibi zorla kabul etmemiş, gönüllü olarak benimsemiştir. İslami hassasiyetlerden dolayıdır ki Osmanlının 19 yüzyılda yaşadığı ulusçuluk hareketlerinden sürekli uzak durmuşlar ve bu ulusçuluk hareketlerine oldukça mesafe almışlardır. “The Kurds” adlı kitabın yazarı “Derk Kinane”ye göre: “Kürt ağaları, hanları, şeyhleri, Fransız ihtilalı sonucu yayılan, modern bir sistem olan Kürt milliyetçiliğini kabul etmemiştir. Bu şahıslar milliyetçiliği dinsiz ve devrimci fikirlerin taşıyıcısı olarak gördüğünü belirtir. David McDowall; “Osmanlının son dönemlerine kadar, Kürtlerin Osmanlı içerisinde diğer unsurlar gibi ayrılmayıp aksine onlarla birlikte savaşlarda görev almasının tek sebebinin Müslüman kimliği olduğunu” da belirtiyor.

Tüm diğer ırkların uluslaşma hareketlerine olumsuz bakan Kürtler, Türkiye cumhuriyetinin kuruluşundan ve hilafetin kaldırılmasından sonra yıllardır birlikte yaşadıkları insanlarla sorunlar yaşamaya başlamışlardır. Kurtuluş savaşında birlikte savaş veren kişileri “Anasır-ı İslam”(İslami unsurlar) diyerek bir arada tutun Mustafa Kemal, savaştan sonra Anasır-ı İslam’ı kaldırarak tamamıyla Türkçülük üzerine yeni bir yapı inşa etmiştir. Halifeyi ve hilafeti kurtarmak için yola çıktığını belirten Mustafa Kemal; süreç içerisinde tüm kozları kendi lehine çevirmiştir.

Kürtler, milli mücadele sonrasında kurulan yeni rejimin Türkçü ve katı laik karakteri karşısında hayal kırıklığı yaşamıştır. Bu durum ise Kürt milliyetçiliğinin alevlenmesine zemin hazırlamıştır. Hollandalı antropolog “Martin Van Bruinessen” Dersim üzerine yazdığı bir makalede bu durumu şöyle ifade ediyor: “Kurtuluş savaşı sırasında yapılan Müslümanların birliği çağrıları, Kürtler arasında milliyetçi ajitasyonlardan daha etkili olmuştur. Ama Türkiye laikleşme sürecine giriştiğinde bu birliğin temeli ortadan kalktı. Kemalistler, birleştirici bir unsur olan İslam yerine milliyetçiliği koymaya çalıştılar. Böyle yaparak da korktukları milliyetçi Kürt reaksiyonunun kendileri provoke etmiş oldular.”

Bu durumu Kürt tarihi uzmanı “David McDowall şöyle ifade ediyor. “ Hilafetin kaldırılması… Kürtlerin Türklere duyduğu son ideolojik bağı da kaldırmıştır. Türkiye’nin 1912–1922 arasındaki savaş yıllarının aşmasına yardımcı olan Kürtler, onun düşmanları haline geldiler… Bunlar dindar şeyhler ve Hamidiyye ağalarıdır ki bunlar, halifenin savunulmasına samimi olarak inanıyorlardı.” ( A Modern History Of Kurds, S, 192) Buna benzer bir ifadeyi Prof Dr Ömer Kürkçüoglu şöyle ifade etmiştir: “Halifeliğin kaldırılmış olması, Kürtlerin ayaklanmasında önemli bir rol oynamış. Türkler kendi bindikleri dalı kesmişlerdi.”( Türk- İngiliz ilişkileri, AÜSBF Yayınları S,290–291)

Yıllardır toplumları bir arada tutan İslami unsurlar, süreç içerisinde ortadan kaldırılmıştır. Kanaatimizce bu noktadan sonra Kürt sorunu başlamış ve Şeyh Sait kıyamının ortaya çıkmasının ana sebebi de burada yatmaktadır. Bundan sonra Atatürk’ün ölümüne kadar doğuda neredeyse isyansız geçen tek bir yılın olduğunu göremeyiz. O günden bugüne yaklaşık 30’a yakın isyan baş göstermiş ve tüm bu yaşanılan olaylar şiddetle bastırılmıştır. Yani Kürt sorunu PKK ile başlamamıştır. Laik ve Türkçü bir fraksiyon ile kendini inşa eden Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuyla başlamıştır. Kürtleri ve Kürt sorununu PKK ekseninde kurgulamak ve sürekli bu eksende konuşmak yanlıştır.

İstiklal Mahkemelerinin, Tahrir-i Sükûnların, Olağanüstü Hallerin getirdiği Şiddet ortamı, beraberinde karşı şiddeti doğurmuştur. Tüm bu şiddet olaylarından sonra; baskılar, yok saymalar, sindirmeler, yakmalar,  yıkmalar, asimilasyonlar ve sürgünler toplum içerisinde derin yaralar açmıştır. Bölge insanına hem devlet hem de PKK ve diğer bazı güçler adeta cehennemi bu dünyada yaşatmıştır desek abartmış olmayız. Hele Diyarbakır zindanları, işkenceler, köy yakmalar, göçler, faili meçhuller, insanlık dışı muameleler insanın ve bölgenin sosyal dokusunu çok ciddi anlamda tahrif etmiştir. Türkiye’nin dışında Kürtlere yönelik yapılan Enfal operasyonu ve Halepçe katliamıyla gelen vahşet, Kürtleri derinden sarsmıştır.

İşte tüm bu süreçler ve acılar, her ne kadar son dönemde bir nebze olsa durmuş ise de birileri tekrardan bölge insanını kaosa sürüklemeye çalışıyor. En son yapılan operasyonlar bir tehlikenin geldiğinin ilk sinyalleri olarak okunabilir. Havaların ısınmasıyla PKK’nın ve TSK’nın operasyonlarını başlatması; ayrıca bu süreçte seçimlerin olması, sivil itaatsizlik eylemleri, mustazafder derneğine yapılan saldırılar yeniden çatışma ortamının oluşturulmasına dair ilk kıvılcımlardır. Aysel Tuğluk’un Demokratik Toplum Kongresinden sonra söylediği “kötü şeyler olacak” ibaresi önümüzdeki süreçte, acılar diyarı Güneydoğu’da tekrar yeni acıların yaşanılacağına dair bazı belirtilerdir.

Bizi en çok kaygılandıran konu ise; 1990’larda başlayan ve 1995’ lere kadar devam edip bu tarihten sonra bir anlaşmayla biten PKK- Hizbullah çatışmasını tekrar zuhur etmesidir. PKK’nın sürekli saldırıları ve sindirme tehditleri, bu camiaya karşı son yıllarda artı. Özellikle “Peygamber Sevdalıları” vb etkinliklerle, çeşitli derneksel ve yardımsal faaliyetlerle tekrar bölgede güçlenen bu yapıyı, PKK hazmedememektedir.

Bundan dolayı tekrar eskisi gibi bu camiayı çatışma sürecine çekmek için bazı provakatif eylemlerden çekinmemektedir. Eskiye nazaran -tevhidi çizgisinden bazı istenilmeyen durumları olsa da ve geçmişte ciddi bazı yanlışlıklarına rağmen- bu camia en azından şiddetle arasına mesafe koymuştur.  Şu ana kadar,  gereken olgunluğu göstereceğine dair önemli gayretler sarf etmiştir. Lakin son Gewer (Yüksekova) olayıyla nasıl bir tavır takınılacağı bizi ciddi olarak kaygılandırmaktadır. Özellikle bazı gençlerin “kana kan” tarzı istekleri müsaade edilmemesi gereken bir konudur. (Mustazafder’in bu tür isteklere müsaade etmeyeceğine inanıyorum. Umarım böylede olur.) Müslümanların ve bölge insanının artık böyle bir acıyı kaldırmaya mecali kalmamıştır. Daha önce meydana gelen iç çatışmalarda 800 yakın insan ölmüş birçok aile mağdur edilmiştir. Bu mağduriyetten de en çokta Menzil camiası etkilenmiştir.

Tüm yaşanılan bu olaylardan sonra, Müslümanların daha aklıselim bir şekilde hareket etmesi gerektiğini ifade etmek gerekir. Müslümanlar, PKK’nın ve sol kulvarlardaki insanların yöntemleriyle hareket etmemeli ve onların oluşturmak istediği şiddet ortamının bir tarafı olmamalıdır. Yaşanılan bunca acı tecrübeden sonra bir daha eski hatalara düşülmemelidir.

Bu vesileyle Gewer’de (Yüksekova) meydana gelen olaylarda şehit olan Ubeydullah Durna kardeşimizin ailesine ve sevenlerine sabr-ı cemil niyaz ediyorum. İnşallah şahadetini yüce Rabbimiz kabul buyurur. Kanı, acıları dindirecek olan İslam’ın bereketlenmesine vesile olur.

Baharın gelişi, coğrafyamıza acının gelişini haber vermesin artık…

Acıların dinmesi duasıyla.......